AKADEMİSYEN DR. SEÇKİN KOÇ, İRAN MESELESİNİN GÖLGEDE KALAN BÖLÜMÜNE IŞIK TUTTU
"İran Nükleer Anlaşması Sürecinde Kazan-Kazan Şartlarına Dönüş" "İran'ın bugünden itibaren zenginleştirilmiş uranyum ve ağır su stoğunu sınırlama taahhüdü yoktur. Nükleer anlaşmayı imzalayan 5 ülke 60 gün içinde yükümlülüğünü yerine getirip İran'ın çıkarlarını gözetmezse, İran'ın sonraki adımıyla karşılaşır. Kazan-Kazan şartları kabulümüzdür."
Bu sözler İran cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye ait. Geçtiğimiz hafta başında sosyal medya üzerinden ifade edilen bu satırlar kimilerine göre "ültimatom" kimilerine göre ise "tehdit" olarak yorumlandı. Bense bu satırları bıçağın kemiğe dayandığı noktada İran'ın gösterdiği "tepki" olarak değerlendiriyorum. Neden mi?
Hasan Ruhani 2013 Ağustos'unda, ilk dönem cumhurbaşkanlığı sürecine başlarken, Ahmedinejad hükümetinden bir yangın devralmıştı. İran'daki kronik ekonomik sorunlar, Ahmedinejad döneminde dozu iyice artan ekonomik ambargolar nedeniyle yangına dönüşmüştü. Haziran 2013'teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden üç ay önce akademik bir konferansta konuşmacı olarak bulunmuştum. Ve İran'da bulunduğum o bir hafta boyunca kime dokunsam ambargolardan dolayı bin ah işitmiştim. İranlılar farklı ideolojik kanatlardan da olsa gelecek cumhurbaşkanının ekonomik ambargolarla ilgili bir sihir (!) yapıp bir an önce çözüme ulaşmasını
bekliyordu.
Gerçi İran'daki cumhurbaşkanlığı makamı bilindik anlamda bir güç sahibi değildir; ve bu konu başlı başına başka bir köşe yazısına konu olacak kadar uzun bir olgu. Kısaca özetlemek gerekirse: İran'da cumhurbaşkanı dini otorite yani Velayet-e Fakih makamının temsilcisi olan "Rehber"in onayı ve izni olmadan nükleer müzakareye imza atamazdı. İşte bu sebeple İranlılar gelecek cumhurbaşkanının Rehber ile nasıl bir ilişki geliştirip bu devasa sorunu aşacağına odaklanmıştı.
İşte Ruhani, 2013 yılında, Rehber'in gözetiminde ve Muhammed Cevad Zarif'in diplomatik yetkiliği ve dış işleri bakanı olarak girişimleri öncülüğünde, hükümetinin ilk ve en önemli icraatı olarak nükleer müzakerelere odaklandı. Hatta öylesine odaklandı ki, anlaşma imzalanana kadar neredeyse İran iç siyasetine dair başka bir konuyu doğru düzgün
meslis gündemine bile taşımadı. Tüm gücünü nükleer müzakereler üzerinden sonuçlanacağına inandığı ekonomik ambargoların kaldırılmasına harcadı. İç politikada yükselen tüm "aşırı" söylemleri göğüslemek ve Zarif'in elini Batı ile masada görüşürken güçlendirmek için inanılmaz çaba harcadı. Nitakim eleştiri okları o dönem Ruhani'yi yaraladı başka cephelerde fire vermek zorunda kaldı.
En nihayetinde taraflar 14 Temmuz 2015'te masadan
bir anlaşma ile kalkabildi. Cevad Zarif o gün "anlaşma kimse için mükemmel değil, ama varılabilecek en iyi sonuç" açıklamasını yaparken, İran'ı taviz veren ve "kaybeden" olarak gören ve desibeli giderek yükselen aşırı muhafazakar cepheye rağmen, anlaşma için masadan kalkmama iradesini gösteren bir ülkenin dış işleri bakanı olarak tarihe geçti.
Bu anlaşma ile Birleşmiş Milletler'in Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun İran'daki askeri üslere kontrollü girişine izin verilmesi İran için iç politikayı toz dumana katacak kadar büyük bir olaydı. Nitekim öyle de oldu. Ruhani hükümetinin ikinci dönemi nükleer anlaşma sonrası ortalığı toparlamak ile geçiyor. Ayrıca anlaşmada birçok kapsamlı denetim izni ile kapılarını BM'e açan İran'ın tek ve en önemli beklentisi olan ekonomik ambargoların kaldırılması hususunda nazlı davranan P5+1 ülkeler de hayal kırıklığını tetikliyor.
2015'ten 2018'e dünya siyasetinde şüphesiz çok önemli gelişmeler oldu. Ancak bana göre dünya siyasi tarihini yazanların kırmızı kalın çizgilerle hatırlatacağı dönemlerden biri olacak Donalp Trump'ın ABD Başkanı olarak icraatlarıyla gündemde kaldığı. Trump başkan seçildikten sonra kuşkusuz birçok akıldışı hamlede bulundu uluslararası siyaset açısından.
Ancak kaba bir ifadeyle "bacağına sıkmak" olarak tanımlanabilecek hamlesi 8 Mayıs 2018'de İran'da imzalanan nükleer anlaşmadan çekileceğini açıklayıp kararını uygulamaya koyması olmuştur.
İran yıllarca "şer üçgeninin" tarafı olarak damgalanırken yeniden "haydi birlikte oynayalım" diye alana çekilmişti. Bu alana girmeye istekli bir İran bir kazanımdı. Çemberin dışında kalmaması bir
kazanımdı. Oysa şimdi kışkırtılmış ve çemberin dışına itilmeye çalışılan bir İran var; bu ne İran'ın ne bölgenin ne de dünyanın salahiyeti için doğru bir seçim değil.
Ruhani geçtiğimiz hafta tam olarak bunu ifade etmeye çalıştı özet olarak. "Kısmen anlaşmadan çekliyoruz
ve nükleer taahhütlerimiz bir oranda artık yok" dedi ve ekledi "sürecin telafisi için 60 gün süreniz var.
Kazan-Kazan mantığıyla hala masaya dönüşümüz söz konusu."
İran işgal sendromundan muzdarip bir ülkedir. Son 150 yıllık tarihlerini Batı işgali altında kalmak ve bu işgale karşı direnmek üzerinde inşa edilmiş ideolojilerin rüzgarında oradan oraya savrularak
geçirmiştir. Üstelik toplumsal etkileri de bitmiş değil. En reformist olduğunu söyleyen İranlı'nın bile şüphe kapısı bir parmak aralıktır. Hal böyle iken kaosu tetiklemenin altında iyi niyet aramak çocuksu bir iyimserlik olacak. Zira İran tek başına "kaybeden" olmayacaktır.
Kum havuzundaki tüm oyunu kendi isteklerine göre düzenlemeye çalışan ve 5 yaşındaki bir çocuk gibi davranan Trump'ın bir noktada durdurulması
gerekiyor. Bu aşamada da sorumluluk anlaşmaya imzayı atan P5+1'in diğer üyelerinde. Dilerim bu süreçte basiret kazanan taraf olur.
-----------------------------------
Bu ilk köşe yazısı vesilesiyle de siz değerli okuyuculara "Merhaba" demek isterim. Bundan sonra bu köşede sizlerle buluşacak olmak beni oldukça heyecanlandırıyor. Yorumlarınız benim için çok kıymetli. Bu sebeple bana lütfen ulaşın. Instagram ve facebook hesabım: @dr.savant
Sevgilerimle...