Anlam Arayışı ve Atatürk
Yazarımız Beril Yaşar, "Anlam Arayışı ve Atatürk" isimli köşe yazısını kaleme aldı.
10 Kasım 2017 yani dün sabah Dokuz Eylül Üniversitesi Bilgisayar
Mühendisliği bölümü.. Son sınıf öğrencileri 8.30'daki sınavlarına
giriyorlar. Saat 9.05'te sirenler çalmaya başlıyor sınav sırasında..Önce
arkadan bir çocuk hiç düşünmeden ayağa kalkıyor iki eli yanında saygı
duruşuna başlıyor ve ardından sınıfta ne kadar öğrenci varsa hepsi teker
teker ayakta..Siren sesleri bitiyor ve sonra İstiklal Marşı'nı da
söylüyorlar ve sınav kaldığı yerden devam..Gözetmen hocanın gözler dolu
dolu..Yine DEU'den ailesinin yardımından ziyade kendi yağıyla kavrulan
gözlerinin içi ışıl ışıl parlayan koskoca yürekli bir kız gibi kız.. Yazın
çalıştığı paralardan bir bölüm ayırmış ve Ata'sının ruhu için helva
yaptırmış. Bütün fakültedeki öğrenci ve memurlara dağıtıyor. Endonezya'dan
Küba'ya kadar anma törenleri, trafikte hayat duruyor üstelik çoğu el
yüreğe götürülmüş bir şekilde saygı duruşunda.. Yok böyle bir sevgi yok
yok yokkk.. Peki neden yok? Ya da şöyle soralım soruyu Atatürk niye bu
kadar çok seviliyor?
Bunun kuşkusuz günümüz olaylarına tepki niteliği taşıyan bir tarafı
olmakla birlikte derinde daha başka bişeyler var gibi.. Öncelikle her
insan özü itibariyle aradığı ve bulamazsa yoldan çıktığı yegane şey saf
sevgi.. Mustafa Kemal bir deha ama bu gücünü halkına yüklediği anlamdan
almış. Bu anlam öz sevgiyi içinde barındırıyor.. Bu öyle bir sevgi ki
insanı küçümsemeyi, ezmeyi bir kenara bırakın, onları yücelten, özellikle
son üçyüz yıl kaybettiği onurunu, gururunu geri veren bir sevgi. Hatta
bunu o dönem Avrupa'da ön plana çıkan ırksal üstünlük tartışmalarına
verdiği cevaplarda bile fazlasıyla görmek mümkün. O dönem Avrupa'nın pek
çok bilim yuvası ve bilim adamı ırksal üstünlüğü vurgularken, Atatürk
açtırdığı Antropoloji Araştırma Merkezi'nde her insanın doğuştan çok güçlü
olduğunu ama ezilme hissinin insanı edilgen duruma getirdiği düşüncesini
pek çok sözünde görmek mümkün. Evet insan sadece insan olduğu için
değerli. Sen yüzyıllardır edilgenliğine, kulluğuna, kafanın çalışmamasına
inanmışsın ve biri geliyor diyor ki hayır o hiç de öyle değil! Memlekette
kul bilincinden palazlanan ne kadar gerici güç varsa her türlü isyanı
çıkarıyor. Bunca savaşın, yokluğun, yoksulluğun üstüne bir de bunlar halkı
acımasızca kışkırtıyor. Yılmıyor! Aklına koymuş bir kere Türk kadının
ayakları yere sapasağlam basacak, yeri gelecek eşlerini bile boşayacak,
kimse kendisini din ve ırk üstünden tanımlamayacak, operalar, tiyatrolar
yurdun dört köşesinde diyor ki illa ki sanat ve spor. Hadi kalk tanı
kendini, sanatsız neyle ve nasıl yüzleşirsin ki kendinle eksik olur
bişeyler.. Sonra Millet Mektepleri herkeslere okuma yazma ilim bilim
öğretmeler falan.. Muazzam bir toplum mühendisliği. Diyor ki kula kulluk
etme bak ben etmedim ne oldu! Sende yapabilirsin yeter ki kula kulluk
etme! Birey ol! Sana seni veren birinden kim ve ne kadar daha değerli
olabilir ki bu hayatta.. Anlayan anlıyor! Anlamayan bakıyor..Ama ben
isterim ki anlayan anlamayanlara anlatsın. Bakın görün ondan sonra neler
oluyor. Anlayan gençlik sınavında ayağa kalkıyor, bir günlüğüne
Anıtkabir'e gidiyor, kalbi aslında hep Ata'sının verdiği bilinçle.. Bunun
ne kadar büyük bir kıymet olduğunun farkında.. Ve hayat bizi
güzelleştiren, geliştiren kişilere, olaylara, çiçeğe, ağaca, insana
saygımız kadar anlamlı ve huzurlu geçiyor. Hani diyorsunuz ya anlam
arayışını nerde buldunuz diye? Tam da burdan...Anlamlı bir ömür
dileğimle...