AYRIŞALIM BAYANLAR BAYLAR
Size garanti veriyorum! Lütfen parası çok, herkes tarafından saygıyla kabul gören, çalışma olanakları fazla, havası bol meslekler tercih edin. Sonra da hemen evlenin iki çocuk yapın. Mümkünse bir makamınız olsun şöyle sıkı sıkı yapışın ona. Ne bileyim bir yere müdür olmaya bakın, olmadı şöyle bir partiye falan girebilirsiniz belki orada yükselir milletvekili falan olursunuz belli mi olur! Oturup bunların hayalini kurun. Siz siz olun sakın toplumun çizdiği çizgiler dışına çıkmaya kalkmayın hem belki aileniz de yükleme yapmıştır küçüklükten beri. Çünkü mutluluk dediğin başka nedir ki? İnsan başka ne için yaşar. Doktor ol, mühendis ol, evli, iki çocuklu ol, paran olsun, koltuğun olsun.. E daha ne olsun..!! Daha ne mi olsun? İlk öğrencilerimdendi.. Bu arada ilginç bir şey hissettim söylemeden geçemeyeceğim. Bu benim hocalıkta üçüncü senem ve anladım ki insan emek ettiği kişileri ayrı bir seviyor yani aslında filmde de dediği gibi sevgi emekmiş! Çocuğa, öğrencine, ailene emek verdiğin kadar, özendiğin kadar, zaman ayırdığın kadar seviyormuşsun onları ve bir o kadar hayat güzelleşiyormuş. (Burdan kastım kendinden vermek değil, onlarla akışta olmak, keyif alarak emek vermek) Her neyse odama geldi. Aslında çok iyi bir bölümde okuyordu ama mutsuzdu. Çocukluktan beri ona ailesi tarafından yüklenen kodları yerine getirmişti ama artık ruhu arıza veriyordu. Annesinin fazla etken ve belirleyici yapısı da onu edilgen duruma getirmişti. İnsiyatif almakta zorluk çekiyordu. Bir de ablası vardı ama o bu gönüllü köleliği hiç de öğrencim gibi sonlandırmaya niyetli değildi. Annesinin himayesi altında gel deyince geliyor git deyince gidiyordu. Ama ne ilginçtir ki annesinden ay-rış-a-ma-dığını asla kabul etmiyordu. Evet bunun farkında değildi. Annesinin kabul ettiği doğruları farkında olmadan e doğal olarak farkında olmadığı için de mantık süzgecinden geçirmeden uyguluyordu. Hayata kimin gözlükleriyle baktığının, algının aslında kime ait olduğunun farkında olamamak! Bir düşünsenize! Ne kadar acı! Soluk alıp vermeyi yaşamak, güvenlik alanını huzur zanneden milyonlarca insan gibi gönüllü köleliğe devam ediyordu. Bu arada durmadan kilo alıyordu. Acaba aldığı kilolar onun uzaklaştığı özbenliğinin koruma kalkanı olabilir miydi! İnsan durduk yere bu kadar kilo alır mıydı? Neyse ki öğrencim durumun vahametinin farkına varmıştı ama bu zihinsel hapishaneden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Uzun uzun konuştuk..
Ne çok kodlarımız var diye. İşin ilginci insanlar içinde bulundukları bu yapmacık sarmalı nasıl sorgulamazdı! Kendine bir dokunsa acaba bir daha kendililik halinin dışına çıkan tek bir gün geçirebilir miydi insan? Küçüklükten beri annesinin verdiği "akıl" haplarını yutmuştu öğrencimin ablası. Peki ailenin, toplumun, arkadaşların verdiği bu uyuşturucudan beter "akıl" haplarının yan etkileri nelerdi? Her şeyden önce kula kulluk etmekti! Farkında olmadan alınan bu haplar içsel öfkeye neden oluyordu. Ama bu içsel öfke bastırıldığı ve farkedemediği için yüzeye bir başkasına sinirlenme (çocuk, eş, trafikte karşıdan gelen biri..) suratsızlık, enerji düşüklüğü, başkalarına karşı önyargılı olma, birine sağlıklı bağlanamama, hayatın ve memleketin çok kötü olduğuna ve düzelmeyeceğine inanma, hep bir şikayet hali (ama asla sorumlu kendisi değil!) duygusal boşluğu yemek, sigara, alkol, çeşitli sapkınlıklarla kapatma, bazense bitmek bilmeyen bir hırs, başarı arzusu, koltuk ve yükselme istediği, ihtiyaç olmamasına rağmen aşırı alışveriş düşkünlüğü... Bu böyle sürer gider. Kula kulluk etmenin (en çok anne ve babalara kulluk ederiz farkında olmadan) bedeli büyüktür. Ayrışmak şarttır. Ayrışmanın yolu kendi duygularını, enerjini, hislerini farketmekten geçer. Bunun için çok fazla da birşey yapmaya gerek yoktur. Günde 15 dakika kendinize zaman ayırın ya da gün içinde olaylar akarken durup bir kaç dakika bunu gerçekten istiyorum ya da bu kişinin yanında neler hissettim sorusunu kendinize sorun. İnsiyatif almaya bakın. Deneyim kadar hiçbir şey size kendinizi iyi tanıtanmaz yeter ki deneyimden doğru dersi çıkarın. Bir de çok önemli bir araç daha; kendine de diğerlerine de yukardan bakmayı bilmek şart. Egonuzu bir kenara çekin ve kendinizi hatta diğerlerini tarafsız bir şekilde gözlemlemeye çalışın. Bunları farkettikçe insan huzurun yani kendililik halinin kıymetini anlar. Ve en güzeli yaşayacağı duyguları kontrol etmeye başlar. Dışardan gelen bir öfke onu kolay kolay etkisi altına alamaz. Hoş kendi olan insana da kolay kolay öfke durumunu yaşatacak olaylarda gelmez. Başımıza ne gelirse içimizdeki duygu durumunun yansıması olduğu için gelir. İçerde yaşanmayan bir kavga madde dünyasına kolay kolay tezahür etmez. O yüzden de Mevlana demiş ya "Ne ararsan ara kendinde ara diye." Ayrışmayla ilgili yazmaya devam edeceğim. Sevgiyle kalın.