"Bana damdan düşeni getirin"
Yazarımız Beril Yaşar, 'Bana Damdan Düşeni Getirin' isimli köşe yazısını kaleme aldı.
Kadın televizyonda hiç tanımadığı bir çocuğun bir hiç uğruna dayak yiyip öldürüldüğünü duyunca başlıyor ağlamaya.. Kocası diyor ki neden ağlıyorsun? Senin mi akraban? Anne çocuğu azarlıyor "neden ağlıyorsun ağlanacak ne var şimdi bunda?" Yine bir örnek de Doğan Cüceloğlu'ndan; Boğaz'da bir çocuk yanında annesi babası ve başka büyükler de var, büyükler sohbette, tam o sırada Boğaz'dan koca bir gemi geçiyor, küçük çocuk babasını heyecanla dürterek "baba gemi geçiyor" diyor. Baba da tık yok.. Sonra dönüyor anneye aynısını söylüyor ama anne de yüzeysel bir şekilde çocuğu geçiştiriyor. Çocuk defalarca tekrar etmesine rağmen kimseden heyecanını karşılayan bir refleks görmüyor. Peki sonuç?
İnsan değer görmek, öz benliği ile koşulsuz kabul görmek ve değer gördükçe kendini gerçekleştirmek için yaşar. Mutlu bir çocuk yetiştirmenin, mutlu birlikteliğin, başarılı öğrenci yetiştirmenin ilk kuralı karşıdakinin duygusunu anlamak hatta o duyguyu onunla yaşamaktır. Hani Nasrettin hocanın "bana damdan düşeni getirin" hikayesi. Duygular anlatılan taraf tarafından ilgi görmediğinde ya da değersizleştirildiğinde değersizlik duygusu başlar. Bu değersizlik duygusu anlaşılamadığında ilerleyen yıllarda insanların ne kadar kötü olduğu, memleket koşullarının ne kadar bozuk olduğu, bu ülke için, insanlık için umudun tükendiği, hiçbir şey yapılamayacağına kadar pek çok göstermelik olayda vukuu bulur. Göstermelik çünkü içerde anlaşılmayı ve anlaşılınca dönüştürülmeyi bekleyen bir duygu var ama bu duyguyla yüzleşilmemek için sürekli yalan olaylarla üstü kapanıyor ama kişi bundan o kadar bi haber ki.. İnsanın kendini tanıması derin farkındalık gerektirir. Derin farkındalık için herkesin günde bir yarım saati kendi sessizliğine ayırması şarttır. Ben bugün kimin yanında ne hissettim. Bugün bana olumsuz gibi görünen olaylar acaba benim için gerçekten mi olumsuz yoksa aşağıda başka duygularım var da onların mı üstünü kapatıyorum. Ve hayattaki en önemli soru "GERÇEK NE?" Benim gerçeğim ne? "BEN KENDİ GERÇEKLERİMİN HEPSİYLE CESURCA YÜZLEŞEREK BUNLARLA BARIŞABİLİYOR MUYUM?" Yoksa kendimle yüzleşip barışamadığım için başkalarını yargılamak, ayıplamak işime mi geliyor? Uzun lafın kısası dönüp dolaşıp aynı yerde bitiyor mesele Tarkan'ın dediği gibi "başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin..:)))" Ve ardından Mevlana ekliyor "“Ayni dili konuşanlar değil, ayni duyguları paylaşanlar anlaşabilirler.” Aynı duyguyu konuşmak için önce duygulardan haberdar olmak gerekiyor. Duygusunu tanımayıp hayatı gözle görünür mutluluklarla inşa etmeye çalışmak da (ev, araba, titre, başarı..) mutluluk getirmiyor malesef:( Ömrünüzü konuştuklarınızı duymayan değil de sustuklarınızı duyan biriyle geçirmeniz dileğiyle demiş Atakan Gülgar. Altına imza atarım sevgiyle hepinizi sevgiyle selamlarım:))))))