Biden döneminde Hindistan-Çin ilişkilerinin geleceği
Hindistan-Çin ilişkilerinde uzun süren sınır gerilimleri sonrasında, bugünlerde bir geri çekilme gündemde.
Hindistan-Çin ilişkilerinde uzun süren sınır gerilimleri sonrasında, bugünlerde bir geri çekilme gündemde. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında sınır gerilimiyle kriz ortamına yuvarlanan ilişkiler, tarafların dokuzuncu üst düzey askeri müzakerelerinin ardından şimdilik kontrol altına alınmışa benziyor. Yapılan askeri ve diplomatik görüşmelerde varılan mutabakata göre, iki taraf da sorunlu bölgelerdeki askeri güç ve yığınaklarını geri çekiyor. Ancak gerilimin kontrol altına alınmasındaki başarıyı bile paylaşamayan ve rekabete dönüştüren taraflar, görüşmelerde ortaya çıkan sonuca kendi stratejik hamleleri sayesinde ulaşıldığını iddia ediyorlar. Geri çekilme sürecinde bile tarafların birbirleriyle ilgili güvensiz ifadeleri, çekişmeli ilişkilerin çok geçmeden geri dönebileceği işaretini veriyor. Nitekim varılan mutabakat sonrasında Çin ortaya koyduğu geri çekilme hızıyla Hindistan’ı bile şaşırttı ve askeri konuşlandırma yeteneğini ortaya koyarak adeta gözdağı verdi.
Hindistan tarafında geri çekilmenin salgının şiddetlenmesi, ekonominin ciddi hasar görmüş olması ve çiftçi protestoları gibi birçok nedeni mevcut; iki taraf için de küçümsenmeyecek, önemli bir gerekçe de yeni Biden yönetiminin Çin stratejisi ve bunun Hindistan ile olan ilişkilere nasıl yansıyacağı meselesi. Biden yönetiminin şu ana kadar yaptığı açıklamalar Hindistan’ın beklentisi yönünde olsa da, hem Çin hem de Hindistan’ın Biden yönetiminin Çin stratejisinin şekillenmesini beklediği ve bu süreçte gerilimi belirli aralıklarda kontrol etme niyetinde olduğu kabul edilen bir gerçek.
Diğer yandan, Hindistan-Çin mutabakatının bir yakınlaşmaya evrilme durumunun da ABD’nin davranışını etkileyebileceği, göz ardı edilmemesi gereken bir husus. İki ülkenin aynı anda askerlerini geri çekme konusunda uzlaşmaya varması, ilişkilerin yeni bir bağlama oturtulması gerektiğini düşünmelerinden kaynaklanıyorsa, söz konusu durum ABD’nin çıkarlarına ters düşebileceği gibi, Rusya ve benzeri aktörleri de memnun edebilecektir. Bu açıdan Hindistan-Çin ilişkilerinin geleceğini tartışmak ABD, Çin, Rusya, Hindistan, İngiltere ve Fransa gibi aktörlerin birbirleriyle yeni dönemde geliştirmeyi planladıkları ilişkilerle yakından alakalı olacaktır.
Gerilim öncesi dönemHindistan ve Çin arasında Haziran 2020’de patlak veren sınır gerilimleri öncesi dönemde ilişkiler işbirliği ve rekabet arasında gidip gelen pek çok karar ve hadiseye tanıklık etmişti. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler, giderek Çin lehine gelişen yapısı nedeniyle tartışmalı olsa da büyüme eğilimindeydi; elektrik ve telekom gibi sektörlerde Çinli şirketler Hindistan pazarına erişim sağlamaya başlamışlardı. Eşzamanlı olarak Çin’deki Hindistanlı öğrenci ve turistlerin sayısı sürekli artıyordu. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika (BRICS) gibi ortak çok taraflı grup üyelikleri yakınlaşmayı artırıyorken küresel arenada gelişme ve ekonomi alanlarında pek çok ortak dava bile açılabilmişti.
Bunun yanında bazı görüş ayrılıkları da kendini göstermeye başlamıştı. Burada en büyük problem Çin’in “yeni İpek Yolu projesi” olarak adlandırılan Kuşak ve Yol Girişimi ve bu kapsamda desteklediği Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru gibi girişimlerdi. Bunlar Hindistan’ın dış politika hedeflerini sınırlayıcı bir mahiyete sahipti ve egemenliğini ihlal ettiği de iddia ediliyordu. Yine Çin’in Pakistan’la gelişen yakın ilişkisi bağlamında, Hindistan’ın Nükleer Tedarikçiler Grubu’na üyeliğini ve Pakistanlı bazı isimlerin terör listesine alınmasını veto etmesi büyük bir tartışma konusuydu. Bu gibi farklılaşmaların kümülatif etkisi 2017’de ilk sınır gerilimi olan Doklam krizini doğurmuş olmasına rağmen, Astana’da bir araya gelen taraflar, farklılıkların ihtilaf haline gelmesine izin vermeme konusunda anlaşmışlardı. Ancak Haziran 2020’deki sınır gerilimi ilişkilerde geri dönülmesi zor bir krizi ortaya çıkardı.
İlişkilerin “Aşil tendonu”: Sınır anlaşmazlıklarıİki taraf açısından da ilişkilerin “Aşil tendonu” olarak tanımlanan sınır anlaşmazlıkları, belki de iki ülke dış politik anlaşmazlık tarihinin yarısına karşılık gelir. Özellikle 2017 Doklam krizinde yeniden alevlenen sınır anlaşmazlıkları, o dönem itibariyle “Vuhan ruhu” olarak hatırlanan ve iki ülke arasında yeni bir işbirliği sürecinin başlangıcı şeklinde yorumlanan bir çerçeveyi ortaya çıkarmıştı. 2020’de yirmi Hindistanlı askerin ölümüyle yeniden daha şiddetli bir hal alan sınır çatışmalarının temel sebebinin ise iki tarafın da sürekli artırdığı askeri ve altyapı kapasitesiyle ilgili olduğu beyan ediliyor. Tartışmalı olan bölgelerde, Hindistan’ın başta karayolu olmak üzere tünel, köprü ağı gibi altyapısal kapasiteyi büyütmesinden rahatsız olan Çin’in, benzer şekilde 600’den fazla köy inşasına giriştiği, altyapısal yeniden inşanın yanında füze sahası, demiryolu terminali, askeri destek binası, yakıt deposu ve yer altı tesisi gibi hamlelerle, daha büyük çatışmalar için hazırlık içinde olduğu biliniyor. Bu durum iki taraf için de mevcut statükonun değiştirilme girişimleriyle ilgili olarak, toprak bütünlüğüne karşı saldırı şeklinde algılanıyor.
Rekabetin farklı alanlara yansımasıKendi topraklarını korumayı hedefleyen taraflar için mücadele, sınırda her türlü askeri adımı atabilecek stratejik noktaları ele geçirme mücadelesine dönüşmüş olsa da, yine de çatışmanın kontrolden çıkarak büyüme ihtimali henüz öngörülmüş değil. Bu açıdan mücadele farklı rekabet alanlarına yansıtılarak yumuşak dengeleme araçları devreye sokuldu. Bu kapsamda farklı misilleme yöntemlerine yönelen Hindistan, ekonomik olarak Çin sosyal medya uygulamalarını yasakladı, Çin’in ülkeye doğrudan yatırımlarını engelledi, Çinli şirketleri kamu ihalelerinden çıkardı. Yine yoğun bir Hindu milliyetçisi kamuoyunu arkasına alarak Hindistan “Asya NATO’su” olarak bilinen ve ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasındaki Çin karşıtı gayrı resmi bir platform olan “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (QSD veya QUAD) bünyesindeki işbirliğini geliştirmeye çalıştı. Bu kapsamda ABD ile Temel Değişim ve İşbirliği Anlaşması (BECA) ve Japonya ile Satın Alma ve Çapraz Hizmet Anlaşması (ACSA) gibi büyük güvenlik anlaşmaları imzalandı ve de Avustralya on üç yıl sonra ilk kez Malabar deniz tatbikatlarına yeniden davet edildi. Bunlara ek olarak Hindistan, gerilim yükselirken, Rusya’dan füze savunma sistemleri ve savaş uçakları dahil olmak üzere satın alınan savunma platformlarının teslimatını hızlandırmasını istedi. Yine İsrail ve ABD’den ek askeri teçhizat siparişinde bulundu ve son olarak da “Kendine Güvenen Hindistan” (Atmanirbhar Bharat Abhiyaan) girişimiyle, belirli silah sistemleri ve platformlarının ithalatını kademeli olarak yasaklayarak yerli savunma üretimini desteklemek için harekete geçti.
Diğer güçlerin pozisyonlarıHindistan-Çin ilişkilerindeki gerilimin yükselmesinde, başta ABD olmak üzere diğer güçlerin de fazlasıyla payı olduğunu göz önüne alırsak, her bir aktörün duruşu bundan sonraki süreci de etkileyecektir. Bu bağlamda şüphesiz ABD’nin Obama döneminden bu yana takip ettiği Çin stratejisinin büyük rolü bulunuyor ve bu stratejide büyük payı olan Hindistan’ın desteklenmesi, ülke için bir fırsat doğurdu. ABD’nin özellikle Çin karşıtı Hint-Pasifik stratejisinde önemli bir role sahip olan Hindistan, yine Çin karşıtı geliştirilen QUAD ülkeleri ittifakının önemli bir parçası olma yönünde adımlar attı. Çin karşıtı gelişen QUAD ittifakına dışarıdan en büyük destek ise Macron Fransa’sından geldi. Kendi Hint-Pasifik stratejisini de açıklamış olan Fransa hem Birleşmiş Milletler (BM) hem Himalayalar hem de Hint okyanusunda Çin’e karşı net bir şekilde Hindistan’ın yanında olduğunu belirtti. Hindistan’la hayli stratejik ilişkilere sahip olsa da, Nerandra Modi yönetimi için beklenmedik bir tepki ise Rusya’dan geldi. Rusya Hindistan’ın ABD ile yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirerek Hint-Pasifik ve QUAD ortaklıklarıyla ülkenin Batı politikalarının bir nesnesi haline geldiğini belirtti. Rusya daha sonra Hindistan’a karşı biraz yumuşamış olsa da, son dönemde Çin karşıtı en büyük destek Birleşik Krallık’tan geldi ve “Küresel Britanya” çerçevesinde küresel sorunları çözmek adına organize etmeyi planladıkları D-10 girişimine Hindistan’ın davet edilmesi bu yönde bir destek olarak okundu.
İyileşmede ABD’nin rolü?Hindistan ve Çin arasındaki ilişkilerin az da olsa yumuşamasında iki ülkenin üst düzey liderlerinin rolü olduğuna dair bir fikir birliği mevcut olmasına rağmen, bu yumuşamada ABD faktörünün de devrede olma ihtimali göz ardı edilmiyor. Biden yönetimi, her ne kadar göreve geldiği andan itibaren Çin’e karşı Hint-Pasifik stratejisini devam ettireceğini ısrarla söylese de, son olarak Çin’e karşı pozisyonunu Trump dönemindeki “düşmanlık ilişkisi” yerine “rekabetçi bir ilişki” şeklinde tanımladı. Bu tanımlama kuşkusuz ABD-Çin ilişkilerini biraz yumuşatmışken, Hindistan-Çin ilişkilerindeki gerginliğin azalmasının söz konusu yumuşamayla ilgili olduğu da öne sürülen iddialar arasında. Zaten büyük bir çiftçi mobilizasyonuyla karşı karşıya olan Hindistan için sınırda devam eden bir krizin içerideki sorunları çözmede elini zorlaştıracağı aşikârken, diğer yandan salgını kontrol altına alan ve ekonomisini toparlayan bir Çin’le rekabete devam etmek hiç rasyonel görünmemiştir.
Geri çekilme sürecindeki kritik noktalardan bir diğeri de Çin’in stratejik odağının bu aralar daha çok doğu yönünde gelişmesidir. İşte burada, Biden yönetiminin ısrarla devam ettireceğini söylediği Hint-Pasifik stratejisini ne ölçüde tatbik edebileceği büyük önem arz edecektir. ABD’nin ortak refah, güvenlik ve değerlerini teşvik etmek için ortakları ve müttefikleriyle birlikte Hint-Pasifik bölgesinde takip edebileği politikalar, Çin’in gerek Güney Çin denizi gerekse “Tek Çin” politikasına ters düşerek gerilimi artırabilir. Şüphesiz böyle bir durumda ABD ilk olarak Hindistan’a baskısını artıracak ve Çin’e karşı dengeleyici politikalar beklentisine girecektir. Böylece Hindistan ve Çin arası hassas bir dengede duran sınır gerilimleri yeniden gündeme gelebilir.
Yeni bir beyaz sayfa mümkün mü?Son olarak Hindistan-Çin ilişkilerinin olumlu yönde gelişmeye devam etme olasılığı da yüksek duruyor. Üst düzey askeri yetkililerin mutabakata vardığı andan itibaren siyasi ilişkilerin de benzer şekilde ilerlemesinin tesadüf olmadığını düşünenler de var. Burada gerilimle birlikte sadece siyaseten değil, ekonomik, bilimsel ve teknolojik açıdan da işbirliği duraksamasının doğurduğu maliyetlerin farkına varılmış olduğunun altı çiziliyor. Gerçekten de milliyetçi iktidarların yönetimde olduğu ve siyasi elitlerin hem ekonomik hem de sosyal gelişme açısından tarihi bir misyon sahibi olduklarını iddia ettikleri her iki ülke için de çelişkilerden ziyade ortak çıkarların teşvik edilerek işbirliğinin artırılması daha rasyonel bir yol olarak görünüyor. Nitekim Hindistan’ın önümüzdeki haftalarda Çin’den gelecek bazı yatırım tekliflerini onaylayacak olduğu basına yansımış durumda. Böyle bir senaryonun gelişmesi durumunda ise en büyük tepki, bir süredir yoğun bir Çin karşıtı kampanyaya maruz kalan Hindistan içerisinden ve eğer iyileşmenin mimarı bizzat kendisi değilse Biden yönetiminden gelecektir. Dolayısıyla Hindistan-Çin ilişkilerinde yeni bir beyaz sayfanın açılıp açılamayacağı, başta QUAD görüşmeleri olmak üzere, önümüzdeki süreçte çıkarlarını yeniden hesaplayan stratejik aktörler arasındaki politika güncellemelerine göre şekillenecektir.