DOLARIN KESTİRMEDEN ÇIKIŞI YOK...

Ekonomi kendi gündemi ile devam ediyor. İlk konu şüphesiz 'dolar.' Engellenemeyen bir yükseliş, durdurulamayan bir gidişten söz etmek mümkün. Milli paranın bu denli 'kuşatılması' ve saldırılara açık hale gelmesi, sadece bugünün konusu olamaz:  Bu bir birikimdir. Şüphesiz buna ilk tepkiyi piyasa verecektir. Pazarcı esnafından büyük şirketlere, işçi-memur her yerden bir ses mutlaka gelir…

 

Ekonomide birbirine bağlı süreçler olması bu etkileşimi arttırır. Sadece ekonomi ile ilgili olmayan pek çok kişi ve konu da şüphesiz bu ateşe odun atacaktır. İşletmeler ya da ticari kesimin artan maliyetleri, fiyatların yukarı yönlü hareketini doğuracak ki bu maliyetin yönetilmesi zor olacaktır. Arkasından düşen alım gücü, biriken stoklar, hammadde teminindeki güçlük ve paranın kıtlığı; istihdamın azalıp işsizliğin yükselmesi anlamına gelir. Artık ok yaydan çıkmış, daralma – enflasyon ve durgunluk bir arada görülecektir.

Ekonominin yukarıda anlatılan sarmala girmemesinin birinci şartı piyasalarda “güven” ortamının sürmesidir. Bunun anlamı, rasyonel bir bekleyiş olarak ekonomide bu gidişatın düzeleceği yönündeki olumlu kanaattir. Bu güven ortamının tesisinden birinci derece “ekonomi yönetimi” sorumludur. Ülke seçimlerden yeni çıktı. Henüz siyasi iktidarın bir icraata başlayamadan önünde bulduğu sorunlu bir durum vardır. Tek başına iktidara gelen bir yönetimin, bunun da üstesinden gelmesi beklenmektedir. Elbette ihmal edilmemesi gereken husus, acil konuların önemli olanların önüne geçmesi hadisesidir. Görünen o ki ülke, “sıkışıklık” durumuna fena yakalanmıştır.  Ancak bir panik halinin umulmadık sorunlara yol açması kaçınılmazdır.   

İşin özüne bakıldığında, ekonomisi bu denli başkasının parasına bağımlı bir ülkenin, böylesi şoklara her zaman açık olması beklenen bir durumdur. Onun için döviz akışını sağlıklı kılacak mekanizmaların geliştirilmesi, ilişkilerin diri ve sıcak tutulması, nihayetinde bu bağımlılığı “en aza indirecek önlemlerin geliştirilmesi” ekonomi yönetiminin birinci dereceden sorumluğundadır.

Konu enine boyuna değerlendirildiğinde “yeterli sermaye birikimi olmayan” ve gelişmek için, yatırım çekebilmek için başkalarının tasarruflarına ihtiyaç duyduğu halde; “70 cente bile muhtaç” olabilen bir ülke olmaya gelip dayanmaktadır.

“Az paranın çok hesabı” olmak vaktidir. Hala tüketimde ithalata bağımlı olmak sadece “Cari açık” için alarm vermez. Bugün yaşanan sorunlar gibi ekonominin  “bloke” olması başta milli gelirdeki azalma, sosyal kesimlerde kırılganlık, sermayenin belirli kesimlerde birikmeye devam etmesine neden olur ki bunun sonu “mali kaos”tur.

Bu noktadan sonra çok sesli ekonomi yönetiminden vazgeçilerek sağlıklı ve tutarlı bilgi akışının ekonomik ve sosyal çevrelerce paylaşılması önemlidir. Alınmakta olan önlemler, planlananlar ve bunları sonuçlarının paylaşılması önem arz etmektedir. Son 25 senede yaşadığımız bunca krizin bize artısı “tecrübe” ve yönetebilme becerisi olarak geri dönmelidir. Başta psikolojik faktörler göz önüne alınarak, ülkenin ihtiyaç duyduğu döviz girişini sağlayacak önlemlere ilişkin adımlar atılmalı ve halka da bu konuda net bilgiler aktarılmalıdır.

Ülkenin dolara ihtiyacı var. Bu durum sadece siyasi iktidarın bir sorumluluğunda olmayıp, ekonomik ve sosyal çevrelerin bir arada hareket etmesi ve düzenli bilgi akışı ile üstesinden gelinebilecek bir durumdur. “Panik” halinin daha ağır sonuçlara sebep olabileceği gerçeği ihmal edilmemelidir.