Ekonomi için bakmak ve görmek
Ekonomide işler yolunda demenin bir yolu da bakmak ve görmektir. 'Yok yoktur, var var…' Ama bir de heves edip alamamak, alırken alamamak ya da muhasebecilerin deyişiyle: Çıkan girenden fazlaysa… şimdi şu beynimizin bize acı-tatlı mesajlarına bakalım.
Ekonomide işler yavaşlar mı, yaprak dahi kımıldamıyor dediğimiz anlar olur mu, herkesin de işleri kesat dediğimiz günler… Elbette olur. Ama o gün bugün değil. Ülkemiz ekonomisinde ani depar ve yavaşlama hallerinin doğal sonucu olarak hızlı terleme, hızlı soğuma halleri yaşanmıyor değil. 2017 ekonomisi de bunun en büyük göstergesi: Bütün uluslararası örgütlerin beklenti ve açıkladıkları rakamları aksine ekonomide veriler ikiye katlandı. Bunlar sanal mı? Değil elbette. Ekonomi böyle olsun diye gösterilen çabayı da ihmal etmemek gerek.
Hele ki bu sene Nobel Ekonomi ödülü alan iktisatçılarından Thaler’in “ekonominin salt mekanik değil insani bir yanının da olduğuna dair” tezleri bunun göstergesidir. İnsan davranışları veya tek başına insan, olanı olduğundan fazla; ya da olduğundan az görme eğilimindedir. Olduğu gibi, “neyse o” diye bakılan bir durum ise pek nadir olmaya başlamıştır. Bir taraftan sesler geliyor: “resesyon kapıda, piyasalar durgun; esnaf ciroları düştü, perakendeci zararda… Devamı da var: Anadolu’da dükkânlar sinek avlıyor, çarşı-pazar kan ağlıyor, halımızı gören, sesimizi duyan yok. Bir gerçek var faiz de enflasyon da ufak ufak can sıkacak boyuta doğru ilerliyor.
Şimdi ne faizler düşünce memleket sevdalısı olunur; ne de dolar düşsün diye yüksek faizi savunmak iş bilmekle eşdeğer. Faiz sopasıyla, kurdaki hareketlilikle, enflasyondaki bu yukarı yönlü seyir ile hükümete ayar çekilmez. Türkiye’nin temel sorunu üretimdir, üretimi yapacak yatırım ortamıdır. Başta odaklanılacak bu yatırım ortamının tesisine odaklanmaktır. Bunun için sadece tasarrufların yetersizliğinden söz etmek, ülkenin yeterli kaynağı olmadığını söylemek ülkeme haksızlıktır. Üretim başta düzen işidir, düzen de işleyen bir hukuk sistemi ile sağlanır. Hukuku tesis etmeden yol almanın da bir sınırı vardır ve o sınıra gelinmiştir.
Bir de uluslararası ilişkileri, ekonomisi, askeri ve siyasi ortamı ile dış politika var ki bütün hareketler odağı bozmaya yönelik sanki. İki günde değişen gündem, kalıcı çalışılamayan durumlar ve karınca kaderince yol almaya çalışan kurumlar. Bu kadar aktif bir gündemin ortasında politika yapıcıların da karar vereceği konuların sayısal niteliği ve çeşitliliği de başlı başına bir sorundur. Bu yüzden yetki devri ve yönetilebilir demokratik sistemin kendi açmazları da hız kesmektedir.
IMF ve Dünya Bankası hele ki AB ilerleme Raporlarının esamesi okunmaz oldu. Varsa yoksa FED… faizler artar mı azalır mı, kaç artar, döviz ne olur? Yaklaşık üç yılın konusu oldu her biri. FED’in de faizleri sonunda 1,50 oldu. Sanırsınız dünyada yer yerinden oynadı. Piyasalarda %1 faizle yüzde 10 gibi “rüzgar” oluşturmak bizde görülmüştür.
Enflasyon verilerini canla başla bekleyen ülkeler arasına biz de girdik. Onlar enflasyonu ekonomide hareketlenme olarak algılarken, bizdeki durum, her grup sabit ücretlinin belirlenecek olan maaşındadır. “Biraz enflasyon oluşsa da ücretler daha üst banda yerleşse” beklentisi devam etmektedir… Sonra da enflasyon düşse ve aradaki fark, satın alma gücü - gelir olarak sabit ücretliye aksa. Bizde de enflasyon böyle algılansa... Kanaatimce tam da böyle algılanıyor. Enflasyona ezdirilmeyecek sabit gelirli ve enflasyonu baz alarak ücret pazarlığı yapan işçi/memur/emekli tarafı.
Hayat standardının üzerinde tüketim karşımıza enflasyon olarak çıkıyor. Olmayan gelirin harcanması, ya da kredili /borçlu yaşam. Gelirin artması tüketimi dengeler. Borçlanmayı dengeler. Ekonomiyi dengeler. Gelir grupları arası dengesizliği dengeler. Sadece kendine çalışan bir sermaye grubu davranışı ekonomiye olduğu kadar, memlekete yüktür. Ama katkısı? Ama faydası? Ama ne yaptı da maaşını arttıralım dediğimiz bir konu ise verimlilik konusu… Anlatacağız.