HİSSETMEK!
Depresyona ikinci girişimdi 2011 yılındaki. İlki 2001'deydi. Ne oldu da bu kahrolası ruh durumum on sene arayla tekrarlamıştı. Pardon büyüyerek tekrarlamıştı! Artık çözmek zorundaydım ama depresyona gireli bir sene olmuş ve ben hala bir türlü gerçek nedenini bulamıyordum.
2012'nin 7 Ekim günü okula gitmiştim. (O dönemde kadrom yoktu ama doktoraya başlamıştım) Çok sevdiğim hocalarımdan birini ziyaret ettim. Hoca benim içine kaçmış gözlerim, 50 kilo var yok bedenimi görünce tanıyamadı. Biraz sohbetten sonra hayatımda belki de o güne kadar duyduğum en güzel cümleyi kurdu "Beril farkında değilsin ama bastırdığın ne kadar çok şey var" " "Evet hocam hiç farkında değilim!" "Sorduğum herşeyin iyi gittiğini söyledin ama ruhun bunu söylemiyor" "Gerçekten mi" "Evet gerçekten!" Evet gerçekten o dakikadan itibaren muazzam bir kendimin farkına varma süreciyle birlikte iç huzurunu iki sene sonra yeniden hissetmenin coşkusu içindeydim. Benliğimi nasıl bastırmıştım o güne kadar! Ne kadar çok başka bilinçlerin (ailemin, çevremin, geleneklerin..) farkında olmadan kalıplarına girmiştim. Ve ben o gün kendimi ne kadar değersiz, yetersiz ve edilgen hissettiğimi hissettim! Ve bu kötü duygularımı hissedebilmek beni ne kadar da mutlu etmişti! Evet neden tam anlamıyla buydu. Kendime dair en ufak bir sınırım yoktu o zamana kadar. Hoş ben kimdim ki! Nasıl bir başkalarının rotasına girme haliydi o, nasıl bir başka hayatlara hizmetti! Kendini, özbenliğini yok etmek pahasına! Ama ışık görünmüştü bir kere, gerisi gelecekti. Koskoca bir yalanın içinde La Fontaine'den masal anlatıyormuşum kendime meğer. Bana iki depresyonumda da verilmek istenilen mesaj ne kadar açıktı halbuki; Kendini tanı! Birey ol! Peki kendini tanımayan ve günün getirdiği gibi oradan oraya sürüklenen, kendini gerçekleştiremeyen bir sürü insan vardı ve bunlar depresyona girmiyorlardı! Nasıl oluyordu bu? Onların bastırılmışlık düzeyleri sanırım benden daha yüksekti. Öyle ki depresyona bile giremiyorlardı! Bir yerde dinlemiştim; Avrupa'da bir psikiyatrist belli bir bölgede yaşayan uyuşturucu kullanan, insanlara zarar veren, çeşitli suçlardan hapse girmiş çocuklar için bir rehabilitasyon merkezi açıyor. Çocuklara burada sıkı bir tedavi uygulanıyor. 6 ay kadar sonra çocukların daha iyi olması beklenirken hepsinin depresyona girdiği gözleniyor. Yani kendiyle yüzleşme süreci. Benim buradan çıkardığım önemli bir sonuç depresyon agresyondan daha yüksek bir bilinç seviyesi. Ve bence bu durum farkındasız, okunu hiç kendine "ben ne yapıyorum" şeklinde çevirmemiş kişiler için de geçerli. Bir ömür minör depresyonda olup bunları hiç sorgulamayan insanlar tanıyorum. Ama bu süreçte anladım ki yaşamak o değil! Ben hayattaki en önemli şeyin "kendi hayatımın direksiyonunda olmak" olduğunu anladım. Ve o gün bugündür hayatıma soktuğum herşeyi sorguluyorum acaba bunu gerçekten bedenim,ruhum ve zihnim aynı anda istiyor mu? Yoksa ailemin, çevremin, kapitalist algının, eksik değer duygularımın, egomun mu esiriyim! O yüzden öğrencilerimle tanıştığımız her ilk dersimde onlara gerçekte kalmanın ve birey olmanın önemini üstüne basa basa anlatırım. Çünkü tarihten ve kendi hayatımdan öğrendiğim en önemli öğreti birey olamayan insanların oluşturduğu toplumlarda büyük acılar tekrarlanarak ve her tekrarında da büyüyerek yaşanması. Ve anladım ki Yaradan doğuştan insanın içine Dünya'yı ters çevirebilecek bir kudret veriyor, sonra geçip bizi izliyor nihayetinde diyor ki "Benim sana verdiğim bu özbenliğinin potansiyeli ile ne kadar kendinin ve insanların hayatına dokundun? Kendini ne kadar gerçekleştirebildin?" Evet kendimizden uzaklaştığımız her anımız bizim cehennemimiz ve hayat bir ayna görmeyi bilene, gördüğün, yaşadığın, ürettiğin ve en önemlisi iç huzurun da senin yansıman. Sana verilen malzeme ve ipuçları bunlar. Bu malzemeyle hayatını ne kadar kaliteli yaşamak da sana bağlı..