İTALYAN SEÇMENE PİYASA BASKISI
İtalya’da, 4 Mart 2018’deki seçimlerden sonra, herhangi bir parti, hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamadı. Lega ve M5S (5 Yıldız Hareketi) parlamento çoğunluğunu elde etti ancak hükümet kurulamadı. M5S her türlü eğilimi bünyesinde barındıran orta solu, Lega da orta sağdan marjinallere uzanan bir ideolojk görüşü yansıtmaktadır. Böylesi iki partinin koalisyonu “hiç benzemezler koalisyonu” olarak iktidara gözünü dikti. En önemli ortak yanları AB karşıtlığı ve Avro’dan çıkış konusuna odaklanmış olmalarıydı.
AB tam burada devreye girdi. AB’yi kuran ilk altı ülke arasında yer alan İtalya’da AB karşıtlığı kontrolden çıkmaya başlamıştı. Bu defa da altın kuralını işleteceklerdi: “Seçimlerden AB’nin istediği sonuç çıkana kadar, seçimlere devam…” Tabii bu arada AB ve Avro karşıtları hükümeti kurmamalı, yetki ve gücü almamalıydılar. Avro’dan çıkış ve kemer sıkma politikalarını kaldırma önceliği ile başlayan koalisyon görüşmeleri, kimin başbakan olacağı konusunda tıkandı. Tarafsız sembolik başbakan konusunda mutabakat sağlandı. Maliye Bakanı olarak önerilen 81 yaşındaki Avro karşıtı hukuk profesörü Paola Savona, Cumhurbaşkanı Sergo Matterella tarafından veto edilince, koalisyon süreci bitmiş oldu. Vesayet siyasete galebe çaldı.
Bu sefer IMF Türkiye masası eski şefi Carlo Cotarelli hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bu durum, seçime kadar bir teknokrat hükümeti kurulması anlamına geliyordu. Altı ay sonra tekrar seçim gündemde idi. AB tarafı bu gelişmelerden memnundu. Hele ki AB’yi son on senedir sırtlayıp götüren Merkel ve onun yeni destekçisi Macron, İtalya’nın bir oldu bitti ile üyelikten ayrılmasını istemiyordu. 2008’de Avrupa’nın Akdeniz kıyılarında başlayan krizin etkileri bitmemişken Troyka’nın Avrupa’da borç yükü artan devletlere “herkes başının çaresine baksın” yaklaşımı beklenemezdi.
İflasa sürüklenen şirketler devlet tarafından kurtarılınca yük artmış, özel borç kamu borcuna dönüşmüştü. Şimdi bunun faturası kemer sıkma politikaları ile halka ödettirilecekti. Kamu harcamaları kısılacak, emeklilik ertelenecek, sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarından yararlanmalar sınırlandırılacaktı. Üstelik bunun vergisel boyutu da halkın alım gücü üzerinde olumsuz etkiye sebep olacaktı. Kemer sıkma, acı reçete” ne denirse densin, sonunda rahatlama beklentisi gerçekleşmeliydi. Olmayınca, uzun yıllar devam eden bu sıkı maliye politikaları halkı canından bezdirmişti. Ekonomide daralma, enflasyon, işsizlik, yoksulluk da cabası…
Bu yüzden seçimler bir fırsattı. Tam da hafta başında AB Komisyonu Bütçeden Sorumlu Üyesi Günther Oettinger'in DW'de yayınlanan mülakatında geçen “Finansal piyasalar, İtalyanların sağ/sol popülist partilere oy vermemeleri konusunda gerekli
"bir işaret verecektir" demesi bardağı taşıran son damla oldu. Beyanatlar birbirini takip etti. Oettinger’in istifası istendi. Sonuçta özür diledi.
AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker de “İtalya'nın kaderi finansal piyasaların elinde değil" diye açıklama yapmak zorunda kaldı. AB Konseyi başkanı Donald Tusk “AB kurumları, Avro’ya karşı olsalar da İtalyan seçmenin kararlarına saygılı olmalıdır. Biz onlara hizmet için varız, ders vermek için değil” açıklaması ile tartışmaya katıldı.
Sonuçta “İtalya’nın kaderi, finansal piyasaların elinde değildir” açıklaması ile bir orta yol bulunmuş oldu. Ancak kendisine hükümeti kurma görevi verilen C. Cotarelli istifa etti. İtalyanların finansal piyasalarla terbiye edilmesinin devamının nasıl geleceğini göreceğiz.