"İzmir'de 6,5 şiddetinde deprem bekliyoruz"
İzmir için 6'nın üzerinde 6.5 büyüklüğünde deprem ihtimali var diyebiliriz. Bu büyüklükteki deprem ister İzmir Körfezi açıklarında ister yapılaşmaya yakın bölgelerde olsun büyük risk. Riski artıran 3 önemli etken var; biri zemin özellikleri, İzmir'in zemini hem kötü hem alüvyon özellikli. Bu olumsuz zeminler maalesef riski katlıyor. İkincisi risk kaçak yapılaşmanın artması, üçüncüsü de kentsel dönüşümün bir türlü gerçekleşememesi
Geride bıraktığımız yüzyılda 3 bin 100'den fazla hasar yapıcı deprem, 60 bin insanımızın yaşamını yitirmesine, yaklaşık 100 bin binanın yıkılmasına ve 1 milyon 200 bin binanın da hasar görmesine neden oldu. Deprem önceden biliniyor mu, bilinebilir mi? Ürkütücü bir konu ama acaba depremi, sanal depremi ülkemizde birileri mi yaratıyor, bu da tartışma konusu. Safsata gibi gözükmekle beraber bunu da uzmanına sorduk. Yapı Dünyası’nın konuğu Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Jeofizik Yüksek Mühendisi Sayın Sinancan Öziçer…
Rıdvan Akgün: Türkiye deprem gerçeği ile yaşamak zorunda. Şöyle bir baktığımız zaman Türkiye ciddi bir şekilde sallanıyor son zamanlarda. Ülkemizin beşik gibi sallanması bulunduğu konumdan mı kaynaklanıyor buradan başlayalım isterseniz.
Sinan Öziçer: Muhakkak; çünkü hepimiz biliyoruz ki 1999’ da meydana gelen depremde hepimiz deprem gerçeğini ve depremin ne olduğunu anladık ve bu bize bir milat oldu hepimiz için. Ülkemizin coğrafi konumuna bakıldığı zaman üç kıtanın Afrika, Asya ve Avrupa’nın tam ortasında bir yerde bulunuyoruz. Afrika kıtası alttan bastırdığından dolayı Anadolu levhasını da belli bir başlığı her yıl sıkışmalarla beraber depremlerin aktifleşmesine neden oluyor.
R.A: Kıtalar arası bir basınç ve sıkıştırma mı söz konusu? Biz hangi levha üzerindeyiz? Anadolu levhası mı?
S.Ö: Tabii biz Anadolu Levhası diyoruz ama altta Afrika Levhası ve Arap Levhası da bastırıyor. Aslında Asya/ Avrupa kıtasından dolayı bunlar ister istemez bir baskı meydana getiriyor.
Ülkemizin de çok aktif bir deprem kuşağında olmasının etkisi var. Bunu da en son Erzincan depreminde görmüştük. Ancak o depremden sonra çok ciddi ölümlü bir deprem olmadığından 99 depreminden sonra hepimiz olayın ciddiyetine şahit olduk.
R.A: Peki eliniz de bir veri var mı? Türkiye de neler olmuş, Anadolu’da veya Osmanlı’da neler yaşanmış?
S. Ö: Deprem incelemeleriyle ilgili sismolojik çalışmaları ‘ Tarihsel dönem’ ve ‘Aletsel dönem’ diye ikiye ayırıyoruz. 1900 yılından bu zamana kadar 120’ye yakın bir yıldan itibaren yapılan incelemeler direkt aletsel. 1900‘dan önceki dönem tarihsel. O dönemde teknoloji gelişmemiş olduğundan, bu şiddet kavramıyla lanse ediliyordu. Şiddet kavramı da ciddi oranda yüksek bir oranla söyleniyordu. Bu nedenle 1700’lü, 1800‘lü yıllarda 7’nin üzerinde şiddette dediğimiz depremler meydana geldi ve maalesef on binlerce can kaybı oldu. Bunu İzmir için söylüyorum tabii.
R.A: Yani 6’nın üzerindeki depremler de hasar vermiş.
S. Ö: Tabii ki hasar oluşmuş. Ufak can kayıpları olmuş. Her şey gelişiyor; İzmir, popülasyon, teknoloji… Yapılaşma çok ciddi bir şekilde arttı, o zamandaki yapılaşma biraz daha dağlara, sert kayalıklara doğru yapılmışken şimdi tarla alüvyon zemin üzerine yapılıyor bunlar riski artıran etkenler.
RA: 99 depreminde Gölcük depremi ismini biliyoruz. Gölcük depremi7.2 şiddetinde dendi.
S.Ö: 7.4 büyüklüğünde.
RA: 7.4 mü 7.2 diye açıklanmıştı o zamanlar 7.2, 3, 4 bile şiddeti bile artırıyor bunu siz de biliyorsunuz. İzmir’de Allah göstermesin böyle bir deprem olması halinde çok kötü şeyler olacak bunu düşünmek bile istemiyorum!
S.Ö: 6‘nın üzerinde 6.5 büyüklüğünde deprem ihtimali var diyebiliriz. Bu büyüklükteki deprem ister İzmir Körfezi açıklarında ister yapılaşmaya yakın bölgelerde olsun İzmir‘in zemin özelliklerine baktığımız zaman, görüyoruz ki bu zemin hem kötü hem alüvyon özellikli. Bu olumsuz zeminler maalesef riski katlıyor. İkinci risk kaçak yapılaşmanın artmış olması.
KENDİ TABUTUNUZU İNŞA ETMEYİN
RA: Dini ve milli bayramlarda rastlıyoruz her yıl kat kat çıkıyor kaçak yapılar.
SÖ: Maddi sıkıntılardan dolayı üzerine 1 kat daha yaparım, oğlum, kızım ev sahibi olur diye yapılan şeyler esasında, onlara tabut demek daha doğru. Bunun farkında değiliz ama maalesef böyle.
R.A: Kendi tabutunuzu inşaat inşa etmeyin diyorsunuz yani…
S.Ö: Aynen bunu slogan halinde de söyleyebiliriz. İşte bunlar İzmir’de meydana gelebilecek bir depremde can ve mal kaybını artırabilecek etkenler. İzmir‘de depremle ilgili acil önlemler almak lazım. İstanbul da 7.4 bir deprem meydana geldi diye herkes İstanbul üzerine konuşuyor. Oysa İzmir’deki risklere bakıldığında dünyanın en riskli illerinden biri olduğunu görürüz, İstanbul’dan bile daha riskli. Bu nedenle, çalışma yapılmalı, gerekli önlemler alınmalı. Bu önlemlerden biri de kentsel dönüşümün hızlandırılması.
R.A: Kentsel dönüşümün hızlanması için sistemin daha farklı çalışıyor olması lazım. Aslında kendi içerisinde ekonomik yapısını oluşturan bir sistemdir kentsel dönüşüm. Ada bazında değerlendirilme yapılması durumunda doğrudan rant orada paylaşılacaktır. İnşaat firmalarına gerekli potansiyel çıkacaktır. Yerel firmalar, özellikle İzmir’de bulunan federasyona bağlı yüzlerce inşaat firması kendi içinde çözmeye hazır. Ayrıca para bulup, vermeye gerek yok. Yasal olarak önünün açılması halinde kentsel dönüşümün daha hızlı ilerleyeceğine düşünüyorum.
S. Ö: Tabii benim bütçe dediğim şey sırf kentsel dönüşüm anlamında değil tüm depremler ve afetler konusunda yapılabilecek çalışmaları kastediyorum bununla.
R.A: Genelde sizin bahsettiğiniz vurguyu da yapıyorlar bütçe gerekli diye ama bu konuda icabına bakılacak yani borçlanmaktan korkmayacağız kamu yararına.
S.Ö: Can kaybının üzerinde hiçbir şey yok!
R. A: Peki İzmir’de deprem olması halinde Allah göstermesin ama uzmanlar en az 6.5, 7 şiddetinden 100 bin, 200 bin can kaybından bahsediyor. Risk o kadar büyük mü? Ömrünü bitirmiş binalar çok mu fazla?
S.Ö: Miadını doldurmuş çok fazla bina var maalesef İzmir’de. Sayı verebilmemiz için kesinlik bilimsel bir çalışma yapılması gerekiyor. Deprem anında İzmir’de 500.000 insan ölecek denmesi karşı tarafa çok ciddi bir kaygı verir. Bundan dolayı elimizde matematiksel ve bilimsel gerçekler olması gerekir. Bu da hep çalışarak sürekli incelemeler doğrultusunda olabilir.
R.A: Depremi önceden keşfetmek gibi bir imkan var mı?
S. Ö: Şu an için teknolojik olarak maalesef yok!
R. A: Dünya ölçeği de yok mudur?
S. Ö: Dünyada da yok ama gerekli çalışmalar yapılıyor.
R.A: Bu aniden mi, pat diye mi kırılıyor hiç hissettirmeden?
S.Ö: Tabii kesinlikle öyle, çok kısa sürede, aniden oluyor. Biliyorsunuz deprem önce premier dalga şeklinde gelir, düşey şeklinde vurur, ilk darbe o zamandır. Aradan 5, 6 saniye geçtikten sonra ikinci dalga gelir ki, o da sağ ve sola doğru sallanır; en yıkıcı dalga dediğimiz odur. En sonunda yüzey dalgaları gelir, o da burkulma şeklinde binayı çevirir ve kesişme noktalarında herhangi bir şekilde önlem yoksa binanın yıkılmasına neden olur. Birkaç saniye önce önlemler alınıyor o da, elektrik doğalgaz ve buna benzer kaynakların kesilmesiyle ilgili alınan önlemler. Ama insanların can güvenliği, deprem ikazının gelip insanların kaçmasıyla, önlem almasıyla ilgili herhangi teknolojik uyarı ikazı yok.
R.A: Kedi, köpek, karınca gibi hayvanlar depremi önceden algılayabiliyorlar mı?
S.Ö: Evet. Mesela köpeklerin havlaması titremeden kaynaklı değil. Biz titremeden dolayı havladığını söyleriz, onun aslı şudur; deprem olmadan önce radon gazı salgılanır çok kısa sürede salgılanan bir gazdır. Köpeklerin koku alma duyuları çok gelişmiş olduğundan o gazı duyar ve rahatsız olup, havlayarak tepki verirler. Ama her havlamada da korkmamız gerektiği anlamına gelmiyor.
DIŞ MİHRAKLAR SUNİ DEPREMLER Mİ YARATIYOR?
R. A: Son zamanlarda Çanakkale bölgesinde yaşanan depremler sıkça gündeme geldi. Hatta Adıyaman’da yaşanan depremde bile söylendi bu. Türkiye üzerinde hesapları olan ülkeler, suni depremleri gündeme getiriyor olabilirler mi? Bu söylenti çok yaygın. Ve inanıyor insanlar da! Böyle bir şey olması mümkün mü?
S.Ö: Bilim ve gerçek dışı bir söylem. Nedeni de şu; deprem yaklaşık 10, 15, 20 km. derinliklerde meydana geliyor. Oradaki bir gerilmeyi akti hale getirebilmek için ya kendiliğinden olan bir birikim bir anda patlayacak ki bunları zaten depremler şeklinde görüyoruz ya da çalışan bir etkiyle olması gerekiyor. Şimdi dışarıdan bir etki olabilmesi için orada bir tetikleme olması gerekiyor. Tetikleme olabilmesi için dediğiniz gibi nükleer bir bombayla 15 -20 km derinlikte bir sondaj açılması gerekiyor ki açamazlar! Açabilmeleri için sondaja ihtiyaçları var. Kaldı ki o sondajı hiç kimse, devlet yetkilileri de mi görmeyecek!
R. A: Peki, bahsettiğimiz o levhalar?
S. Ö: Zaten dış kabuk dediğimiz kısımda meydana gelir o. 60 km derinlikte 60 km kalınlığındadır. Depremlerin meydana geldiği yer, yerkabuğundadır, zaten orayı sondajla delip nükleer bomba yerleştirip, patlatarak suni bir deprem oluşturmak veya dışarıdan her hangi bir şekilde görünmeyen bir sinyalle o enerjiyi aktif hale getirilebilmek bilimsel olarak mümkün değil.
R.A: Yer altında nükleer bomba patlatma bir deprem yaratabilir, şiddetli sarsıntı oluşturabilir mi?
S. Ö: Tabii ki tetikleyebilir, sarsıntı olabilir. Taş ocaklarında patlatma yaptığınız zaman bile yaklaşık 1, 2, 3 km uzaklığındaki binalarda titremeler ve cam kırıkları meydana gelir. Esasında biz hissetmesek bile yerin bir doğal bir titreme periyodu vardır, dışarıdan böyle bir patlamayla muhakkak hissedilebilir ama bu 7 ya da 6.5 büyüklüğünde bir depremi meydana getirmez.
R.A: İzmir’de 30 belediye var, bu belediyelerdeki jeofizik mühendisi oranı nedir?
S. Ö: 3’te 1 oranında jeofizik mühendisi var.
R.A: Bazı belediyelerde yok mu?
S. Ö: 3’te 2’sinde maalesef yok!
R. A: Çok ilginç öyle şey olur mu?
S.Ö: Maalesef 3’te 1 oranında 10 belediyemizde var. Büyükşehir belediyemiz de dahil.
R.A: İzmi sahil bandında istinat duvarı gibi 8 katlı 10 katlı 40/50 yıl önce yapılmış binalar var. İzmir’e bakınca en fazla risk alan yerler oralar mı yoksa 30 katlı binalar mı?
S.Ö: Sahil kenarı hilal şeklinde olduğu için bu bir dezavantaj tabii. Balçova taraflarından başlayıp Çiğli, Mavişehir, Alsancak, Kordon tarafına baktığınızda bir hilal gibi. En riskli yerler orası çünkü zemin tamamen doldu ve binalar dolgu zeminin üzerine yapılmış.
R.A: Denizle buluştuğu nokta.
S.Ö: Evet.
R. A: Ekonomik ömrünü tamamlamış!
S. Ö: Tamamlamış ve birbirine bitişik dediğimiz nizamlar. Bunun avantajı aynı kot seviyesinde olduğu sürece olumlu gibi görünse de aynı kot seviyesinde olmadığı için, birbirini tetikleyerek daha fazla zarar verecektir. Riski artıran 40 kat üzeri yapılar var tabii. Denize bile platform yapılıyor, sıkıntı yok. Burada, statik anlamda gerçekten düzgün ve sağlıklı bir zemine mi yapılıyor, bu önemli. Tabii binalar ne yazık ki bu sınavı deprem anında verecekler.
R.A: Bayraklı’ da 118 yüksek bina yapılacak; bunun içinde 100 kat da var 30 kat da! Büyük binaların zemin etütlerinin tam ve bilimsel olarak araştırılıp, yapıldığını söyleyebilecek miyiz?
S.Ör: Zemine uygun tüm çalışmalar yapılsa dahi şöyle farklı sorunlar da meydana gelebilir; kazı temel sistemi dediğimiz sistemler 70, 80, 90 metre derinlikte. Bunların yan yana olduğunu düşündüğümüz zaman bir yüksek bir binada taban alanı yeraltına doğru bir bant oluşturuyor. 80-90 metrede bir bant bu. Bunların yan yana olduğunu ve yüksek olduğunu da düşünürsek, şiddetli yağmurlardan sonra yer altı suyunun denize akması gerekirken, yer altına ait bir bant, bir baraj oluşur. 3/5 yıl geçtikten sonra Manavkuyu taraflarında ciddi bir su patlamaları ve yer altı su birikintileri de olabilir. Bu bir risktir.
R.A: Bunun bir çözümü var mı?
S. Ö: Var tabii. Denize doğru istinatlar yapılabilir.
R. A: Su drenaj sistemleri, kanal sistemleri, yer altı kanal sistemleri…
S.Ö: Yer altı kanal sistemleriyle bu çözülürse sıkıntı da giderilebilir.