Katar Krizinin Perde Arkasındaki Kirli Oyunlar
Suudi Arabistan ile İran arasında yüzyıllık bir geleneksel hâkimiyet mücadelesi vardır. Ancak Arap Baharı ile Suriye’de, Irak’ta ve Yemen’de belirgin olarak tırmanmış ve artık her iki taraf da kendi güçlerini değişik şekiller ve isimlerde zemine indirmiştir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi Suudiler kendi güçleri ile bu hâkimiyet oyununu oynamaktan yoksun olmaları yüzünden ABD desteğine her zaman ihtiyaç duymuştur. Bu da ABD’nin Körfez coğrafyasında etkili olmak için Suudileri kullanmalarına imkân vermiş ve ardından da ABD’yi dar boğazdan çıkaracak silah satış sözleşmeleri gelmiştir. Burada tek bir karşı çıkış Katar’dan gelmiş ve Katar Suudilere biat etmek yerine İran ile işbirliğine girmeyi tercih etmiştir. Ardından da Katar ile sorunlar ve Katar merkezli Körfez krizi ortaya çıkmıştır. Peki ama perde arkası nasıldır?
Yapay olarak ortaya çıkan bu krizde Suudi Arabistan’ın en önemli amacı Katar’a boyun eğdirmek ve onların İran ile bağlantılarını kesmelerini sağlamak gibi görünmektir. Bu nedenle de geçtiğimiz Haziran ayı içinde Suudi Arabistan, yanına BAE, Mısır ve Bahreyn’i de alarak Katar ile her türlü ilişkilerini kestiklerini açıklamıştır. Bunu da bütün dünyaya Katar’ın terör ağlarıyla direk ilişki içinde olduğunu ve İran ile işbirliğine gittiğini belirterek duyurmuştur. Sonra da Katar karadan ve denizden abluka altına alınmıştır.Krizin ilerleyen günlerinde Katar’a Körfezin istekleri bildirilmiştir. Bu istekler içinde El Cezire kanallarının kapatılması, Türkiye’ye verilen üssün iptali, Müslüman Kardeşler ile her türlü bağlantının kesilmesi, Hizbullah ve diğer cihatçı örgütlerin desteklenmesinden vaz geçilmesi sıralanmaktadır (Lemondediplomatique, Drole de guerre dans le Golf).
Kriz aslında Mayıs ayından itibaren ortaya çıkmıştı. ABD Başkanının Suudileri ziyareti öncesinde İran’ın Lübnan Hizbullah’ının Katar desteği ile hareketlendiği haberleri medyaya yüklenmeye başlanmıştı. Katar bu açıklamaları yalanlasa da krizin tırmanmasına engel olamamıştı. Ancak öncesi de var. Krizin kökenleri 2014’e dayanmaktaydı. O zamanlar Katar sekiz ay boyunca diplomasi ve basın yoluyla sürekli olarak Mısır’daki Sisi rejiminin Orta Doğu’yu ve Müslüman Kardeşler taraftarlarını ve örgütünü tehdit ettiğine dair haberlerle doldurmuştu. Buna karşılık da Suudi Arabistan ve BAE, Katar’ı sürekli yüklenerek Körfez işbirliğini bozmakla suçlamıştı. Bu karşılıklı suçlamalar üç yıl boyunca sürünce de ortaya çok büyük bir düşmanlık çıkmıştı. Öyle ki büyük umutlarla İran İslam Devleti’nin kuruluşundan ve Afganistan’ın Kızıl Ordu tarafından işgal edilmesinden sonra ortaya çıkmış olan Körfez İşbirliği Konseyi’ni (Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, BAE, Kuveyt ve Umman) derinden sarsmıştır. O dönemki gelişmeler bölgenin dünyanın birincil enerji koridoru olması yüzünden çok önemliydi ve Körfez İşbirliği Konseyi de kendi çıkarlarını korumak için savunmacı bir bakış açısına sahip olmuştu (The Economist, Theambitious United ArabEmirates).
Bu ülkeler dünya enerji kaynaklarının %70’ine sahip olmalarının yanında İran, Irak, Mısır ve İsrail’e göre jeopolitik zayıflığa ve askeri bakımdan yetersizliğe sahiplerdi. Bu nedenle Körfez Konseyi kuruldu ve ardından da Batılı ülkelerle ticari anlaşmalar yapıldı ve ABD Körfezin garantörlüğünü üstlendi. Bu da Körfez ülkelerini ABD ve Batılı büyük silah şirketlerinin kazanç merkezleri haline dönüştürdü. İlerleyen dönemlerde bu alışveriş kesintili devam etti ve 2012 yılında Körfez ülkeleri ile silah tacirleri arasında Kuveyt’in protestosuna rağmen ciddi boyutta ve devamlı olacak şekilde silah anlaşmaları yapıldı. Bu BM inisiyatifinin düşürülmesi ve kontrolsüz bir alışverişin başlaması anlamına geliyordu. Silah alışverişinin dikkat çekmemesi içinde anlaşmalar istihbarat paylaşımı ve suçluların iadesi gibi hafif maddeler de ilave edildi. Her ne kadar Körfez’in güçlendirilmesi öne sürülse de bu konuda Suudiler başı çekmeye başlayınca Körfez ülkeleri arasında husumet hiçbir zaman sona ermedi. Çünkü hem ABD ile güçlü ilişkiler geliştirdi Suudiler, hem en çok silahı onlar aldı hem de Vahabiliği diğer ülkelere yayma çalışmalarına güçlenerek devam ettiler. Bu yüzden de diğerleri tarafından bazen açık, bazen de kapalı olarak Arap Yarımadası’nda hâkimiyet peşinde koşmakla suçlandılar.
Bir diğer önemli sorun ekonomik yapıda ortaya çıktı. Körfez ülkeleri tarafından oluşturulan fon Suudilerin kendi çıkarlarına yönelik kullandığı söylentileri diğerlerini rahatsız etti. Bunun sonucunda Umman parasal destekte bulunmayacağını açıkladı. Suudiler bunu şiddetle ret ettiler. Çünkü bu fonları daha iyi kontrol etmek için Riyad’da Körfez ülkeleri merkez bankası kurmak istiyorlardı. Umman’ın yarattığı çatlak derinleşince Suudilerin bu istekleri gerçekleşemedi.
2010’dan sonra Umman sürekli karşı çıkan ve eleştirilen bir ülke konumuna geldi. Bu arada Arap Baharına karşı güçlü durabilmek için Suudi Kralı Abdullah konseyi birliğe dönüştürmek ve isyan eden halklara karşı ortak bir hareket tarzı belirlemek için adımlar attı. Ama bu adımlar Suudi hâkimiyetini kolaylaştıracak şeklinde sadece Umman tarafından algılandı ve itiraz sesleri yükseldi. 2013’te yapılan geniş katılımlı Körfez Konseyi zirvesinde Umman bu konuyu dile getirerek Suudi Arabistan’ı hegomonik bir güç olmaya gitmekle suçladı ve sonuçta diğer üyelerden destek alabildi.
Aslında bu karşı çıkış ve fikir ayrılıkları yeni değildi. Daha önce de Saddam’ın İran’a savaş ilan ettiği dönemde de Suudiler Kuveyt ile beraber ortak Körfez askeri gücü oluşturulmasını teklif etmiş ve buna İran’a karşı savaş ilanı gibi görülebileceği endişesi ile Umman tarafından itirazlar gelmişti. Günümüzde ise Suudiler tarafından Umman da dengesiz görülüyor ve İran ile Yemen’deki çatışan gruplarla işbirliğine girmekle suçlanıyor. Katar ise Umman ile paralel hareket ederek Suudilere karşı güçlü bir Körfez direnişi gösteriyor. Özellikle 2015’te Suudilerin Yemen’de isyancı Ali AbdallahSalehi’nin devrilerek yerine Ebu Rabbo Mansur Hadi’yi getirme projesinde kurdukları koalisyonda Umman’ın tarafsız kalması çok olumsuz bir etki bıraktı.
Son dönemde ise Suudilerin yanı sıra BAE de benzer şekilde silahlanması, Umman sınırında askeri yığınaklanma yapmaya başlaması Umman’ı tedbir arayışları içine girmesine neden oldu. Dolayısıyla Körfez Konseyinde çatlaklar artık belirgin hale geldi. Adeta konsey hasımların birbirleri ile karşılaştıkları bir tür arenaya döndü. Bu arada Yemen’i de unutmamak lazım ki, 2011’den 2015’teki ortak koalisyon oluşumuna kadar Suudi Arabistan ve BAE bu ülkenin güneyinde ciddi bir egemenlik mücadelesi verdi. Bu da Körfez Konseyinin tamamen kopmasına neden oldu. Bu dönemde Katar da devreye girerek İran merkezli kendisine çıkar sağlayan bir hareket tarzı üretti. Dolayısıyla Suudiler ve BAE isteklerini elde edemedi ve Yemen’de hâkimiyet tesis edemedi. Aksine çok büyük maddi ve prestij kaybı yaşadı ve bunu hiçbir zaman unutmadı. Sonuçta bu işin faturası Katar’a kesildi.
Körfezde verilen bu güç mücadelesi aslında Körfez Konseyi ülkelerini ikiye bölmüş gibi görünmektedir. Bir tarafta açık bir şekilde yarımadaya hâkim olmak ve Vahabiliği yaymak isteyen Suudiler ve ona desteğini esirgemeyen BAE, diğer tarafta da Umman, Kuveyt ve Katar. Ancak Umman ve Kuveyt askeri açıdan yetersiz olması nedeniyle çekimser kalınca ve ne yazık ki, diğerlerine biat etmek zorunda kalınca Katar tek kalmış ve Körfezin düşmanı haline dönüşmüştür (OrientXXI, La DiabolisationduQatarsonne-t-elle le glasduConseil de Cooperationdu Golf).
Buradaki en önemli oyuncu İran’dır. Uzun bir süre sessiz bir şekilde Körfez Konseyini takip etmiş ve ABD desteği altında bu organizasyonun kendisi için yakın gelecekte önemli bir tehdit olacağını anlamıştır. Ardından da Körfezdeki ikilikten faydalanarak oyun alanına inmiş ve Irak ve Suriye’de askeri faaliyetlere girişmiş, Hizbullah’a güçlü lojistik destek sağlamaya başlamış, Suudi Arabistan’daki Şii azınlığı el altından desteklemeye başlamıştır. Bu arada devreye İran’dan da korkan Umman girmiştir. O da İran ile ABD arasında yapılan Nükleer müzakerelerin gizli bölümlerini medya aracılığıyla dünyaya duyurmaya başlamıştır. Bu da Arap Yarımadasının daha da karışmasına neden olmuştur.
Açık bir şekilde burada sürekli değişen güç dengeleri vardır. Hesaplar karışık ve hedefler değişiktir. Yemen nihai ele geçirilmesi arzulanan hedef durumundadır ve Körfezin bütün ülkeleri buradaki hâkimiyeti diğerine bırakmak istememektedir. Suudilere ve BAE’ye açık bir şekilde karşı çıkan Katar düşman ilan edilmiş olsa da Kuveyt ve Umman her an için taraf değiştirebilme özelliğindedir ve Suudiler tarafından yakın takiptedir. Katar’da babasını devirerek yerine geçen Prens El Tamim, bu dengeler arasında rahat hareket edebilmek için 2015’te başa geçtiğinde Suudiler ile bir tür denge politikası izlemeye çalışmıştı. Ancak eski düşmanlıklar hala canlıydı ve bu kabul görmeyerek son krize yol açtı. Özellikle son kriz ile birlikte Katar direk olarak İran ve terörizm destekçisi ilan edildi. Burada iki isim öne çıktı. Birisi BAE’nin Prensi Muhammed Ben Zayed, diğeri de Suudilerin ilan edilen yasal veliahttı Prens Muhammed Ben Salman. Her ikisi de İran ve Müslüman Kardeşler düşmanı.
Körfez yaşamı bu ilişkilerde çok önemlidir. Burada devletler olsa da hala bin yıllık kabile mantığı devam ettirilmekte ve kan bağına önem verildiği için kabile dışı evlilikler suç sayılmaktadır. Suudi Arabistan yasalarına göre bu suçun cezası 15 yıl, BAE’ye göre de 10 yıldır. Ancak bu gelenek Katar’da işlememektedir. Katar bu yüzden her seferinde geleneklere saygı göstermediği için suçlansa da Körfezin halkları Katar’ın bu yaklaşımını benimsiyor ve destekliyor. Bu da ciddi anlamda emsal teşkil ettiği için diğerlerine sorun oluşturuyor.
Sonuçta Körfezde bir anda çıkan kriz ne ilk ne de son olacak gibi görünüyor. Katar ablukanın kalkması için kendisine dikte ettirilmek istenen şartların hiç birisini kabul etmedi ve Körfez Konseyi birbiri ardına toplantılar yapsa da basit açıklamalarla yetindi. Şimdilerde ise Körfezden ve Suudilerden ses çıkmıyor. İran bu durumun en karlısı! Çünkü kendisi için tehdit gördüğü bu örgüt gizli faaliyetleri sayesinde kendi içinde çok parçalı halde ve kırılgan bir yapıda. ABD ise Trump döneminde yeniden canlanan Suudi ilişkileri üzerinden hem silah pazarını açmış, hem de bu coğrafyayı yeniden şekillendirmeye girişmiş durumda. Nihai hedef ise Yemen’de Suudilere ve BAE’ye çıkar sağlayan bir düzen oluşturduktan sonra İran olacak gibi görünüyor.