Lenin'in Kızıl Devriminin Yüzüncü Yılı (Ekim 1917-Ekim 2017)
İnanılır gibi değil ama aradan yüz yıl geçmiş. Bizler Soğuk Savaş dönemini ancak çocuk yaşlarımızda gördük ama tam olarak anlayamadık. Açıkçası Atatürk’ün sayesinde de bizden önceki kuşaklar Komünizmi anlamadı. Ama Rus Halkı ve Avrupa’da güçlenerek etkili olan işçi hareketleri bağlantılı komünist hareketten etkilenen milyonlarca insan oldu. Orhan Veli bile Varşova’daki katliamlar olduktan sonra kendisine görev bilerek;
“Hakkınız var kolay değildir Varşova’da ölmesi on bin kişinin ve benzememesi bir motorlu kıtanın bir karanfile. Yârin dudağından getirilmiş” ile başlayan şiirini yazdı.
Sosyalizm Kantın salt akıl birliği ve Hegel’in salt tin birliği arasında kendisine bir yol bulmaya çalışan Marx’tan esinlenerek işçi ve köylü hareketi ile kendisine bir çıkış yolu yarattı. Hedefi ise zengin ve fakir olarak sınıflar yaratan kapitalizm canavarını yok ederek sınıfsız bir toplum yaratmaktı. Ama bunun yaratıcısı dünya döndükçe, ”bir manastırın bahçesinde, kucağında bir kedi ile yarı açık asyatik gözlerinin önünden ölümcül hayaller geçerken verdiği görüntü” ile hatırlanacak Lenin idi. Rusya’da Ekim devrimi çok kanlı gerçekleşti. Son Çar Ramanov çocuklarıyla beraber katledildi. Çarist taraftarlar yüzbinler halinde kurşuna dizildi. Petrograd sokaklarından haftalarca lağımlara saf insan kanı aktı. Ama Proletaryanın devasa paletleri dönemeye başladıktan ve enternasyonal düşünce Avrupa’daki gelişmiş ülkelerinin işçi sınıfında kendisine yer bulduktan sonra hepsi unutuldu (lemondediplomatique, le siecle de Lenin).
SSCB olarak bildiğimiz yapı başlangıçta bir coğrafyayı hatırlatmıyordu. Ama bir düşünceyi akıllarda canlandırıyordu. İlk sınırları Rusya’da hâkimiyet kurulan alanları işaret etmekteydi. Sonra genişlemeler geldi ardı ardına. Köşelere çekilmiş sayısız görkemli bayraklar yeni bir devletin kutsallığının ve ortaya çıkışının sembolü oldu.Enternasyonellik ise onun küresel özelliği olarak gösterildi. Lenin o kadar güveniyordu ki buna, devleti kurarken ve karşı çıkanları katlederken kendisinden en ufak bir şüphe bile duymadı.
Lenin! Hayatı hiç de kolay olmadı. Hayatının önemli bir bölümü sürgünde geçti (Münih, Londra, Paris, Zürih ve daha başkaları). Ama yılmadı ve Avrupa’nın her yerinde başlatılan işçi hareketlerine katıldı, boy gösterdi ve ateşli konuşmalar yaptı. 1917’de Çar tahttan çekilirken de Rusya’ya döndü. Arkadaşları Fransız ihtilalcilerinden çok etkilenmişti. Aynı o dönemde jakobenlerinmonarklarla hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmamaları gibi Çar ile anlaşmayı düşünmeden onun gücünü, varlığını ve destekleyenlerini ortadan kaldırmaya odaklandılar. Kaldı ki hem Fransız ihtilali ve hem de Rus ihtilali dönemlerinde milliyetçi fikirlerin toplumu sarmalamasından söz etmek bile mümkün değildi.
Bolşeviklerin efsanevi lideri ise bu kavramı biliyordu ama her şey durulduktan sonra hatırlayacaktı. Onun 1914’den itibaren hedefi, Avrupa’dakisosyalist ve sendikalist partilere katılımı arttırmak ve bu hareketin karşısında olanları ezmek için enternasyonal bir birlik yaratmak oldu. Buna da kendisi enternasyonalizm diyordu. Sologanı ise, “Yoldaşlar! Çarın acımasız monarşisine karşı yenilgiden korkmadan çift başlı kartala karşı mücadelemize katılın”. Sonunda başarı elde ettiler. Sular durulmaya başladığında Bolşevikler gücü ellerine geçirdi ve O da bütün Rus toplumuna barış teklif etti. Amaçları çok büyüktü. Başlattığı ve başarıya ulaştırdığı hareketi Almanya’daki devrime yol açabilecek gruplara ve diğer Avrupa ülkelerine yayarak enternasyonalist bir düşünce ve yönetim biçimi yaratmaktı.
Ancak bu durumda bile çok büyük bir paradoks vardı ve sonuçları ağır olacaktı. Bir parti vardı ve Ramanov hanedanının yıkılışından sonra kendisini bir diktatöre adamıştı. Ancak bu partiye işçi sınıfının üye olması gerekiyordu ama Rusya’da işçi sınıfı halkın sadece %3’ü kadardı. Yani neredeyse üyesiz bir devrim partisi vardı. Bu arada Lenin için önemli bir sıkıntı da Avrupa’da ortaya çıktı. Avrupa’nın neredeyse bütün işçi hareketleri liderleriyle sıkı bağlantılara sahip olmasına rağmen Avrupa’dan istediği güçte bir desteğin sesleri yükselmedi. Çünkü Avrupa’nın gelişmiş sanayilerine sahip ülkelerin yönetimlerinde işçi sınıfının ideolojik kalkışmasına katlanarak bir öfke göstermekteydi.
Rus ihtilalinin başlangıcı olan Ekim 1917’ye dönecek olursak tam bu dönemde Lenin artık yerinde duramayacak kadar sabırsız halde olduğu görülmektedir. Sürekli olarak “dünyanın ret edilemez bir dönüşün eşiğinde ve bir üst basamağa atlamak üzere” olduğunu söyleyip duruyordu. Berlin’de, Budapeşte’de ve Münih’teki hareketlerin ezilmiş olması onun umurunda değildi. Çünkü Çarın Rusya’sında artık ihtilal bütün dünyayı sarsacak şekilde patlamaya hazırdı.
Alman İmparatorluğu durumdan çok endişeliydi. Kendi güçleri Almanya’daki hareketi sindirebilmişti ama Çarın da kendi topraklarındaki hareketi ezmesine güveniyorlardı. Çünkü ancak bu şekilde güvenliklerini sağlayacaklardı. Sürekli olarak Rusya’dan Almanya’nın batısına kadar “proleteryanın ezilmesi” adına sürek avı yürütmeye çalışıyorlardı. Ama tam tersi oldu. Lenin ihtilalin başarısı için Brest-LitovskAnlaşması sorunsuz imzalandığında gönüllü olarak bir miktar toprak kaybına ses çıkarmadı. Çünkü ilerleyen günlerde, aylarda hareketin onların topraklarına kolayca yayılacağına çok emindi. Fakat bu hayal o kadar da kolay gerçekleşmeyecekti Lenin sürekli olarak işçi sınıfının kapitalist sömürü düzenine karşı ayaklanarak kapitalsistemi yıkacaklarını söylüyordu. Ancak Batı onun gibi düşünmüyordu ve hepsi de onun karşısına dikilerek Rus proleteryası tarafından isyancı olarak kabul edilen Çardan kalan Beyaz Orduyu destekleme kararı aldı. Lenin’in başlattığı enternasyonal proleterya hareketinin onlara göre muhakkak bertaraf edilmesi gerekiyordu. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar başarı gene de Lenin’in oldu. 1921’de ihtilalciler büyük bir başarı kazandılarsa da geriye tam anlamıyla bir yıkım kalmıştı. Öyle ki bu yıkım Lenin’in ihtilalinin etiketi oldu.Proleterya ne yaparsa yapsın, ne şekilde kendisini kanıtlamaya çalışırsa çalışsın artık bu etiketten kurtulamayacaktı (Ladecouverte, auxarmes, historiens, EricHosbawn).
Ekim devriminin başarısından sonraki yıllar içinde Lenin ve ekibi Rus topraklarının bir bölümünde kontrolü kaybetti ve bu durum onlarda panik etkisi yaratarak daha da kanlı faaliyetler içine girmelerine neden oldu. Artık Avrupa’nın her yerinde onlara dikenliler, caniler, ağızlarında bıçakla dolaşanlar, Yahudi caniler gibi lakaplar takılmıştı. Ama onlar bunlara hiç aldırış etmeden kan dökmeye devam ettiler. Ama esas hedefleri olan Rus nasyonalizminden ve enternasyonalist düşünce birliği hedefinden uzaklaştılar. Onlara göre düşman içerdeydi ve tamamen bertaraf edilmediği sürece başarılı olamayacaklardı. Moskova Lenin’indi ve ona bağlı kızıl ordu ne derse harfiyen yerine getiriyor ve sayılarına bakmadan kitleleri katlediyordu. Artık kan her yerdeydi ve gerçekten ihtilalin rengiyle uyum içindeydi.
BU konuda filozof ve işçi militanı SimonWell şöyle diyecekti. “Artık modern Rusya’yı kurma adına bir kült haline getirilen Marks’a hakaret etmek kolay değildi. Cezası kurşuna dizilmekti”. Lenin yakınındakilere de acımasızdı. En yakınında çalışan Stalin bile taraftarlarının %70’ine yakınının kurşuna dizilmesi ile nasibini almıştı. Açık bir şekilde Leninci kızıl ordu ve partideki Leninci işçiler sayesinde ihtilal hiç gerilemedi ve kan alarak ilerlemesine devam etti. Artık açık bir şekilde ihtilal bir dindi onlar için ve Lenin her fırsatta bunu körüklüyordu. Tarihe kanlı hatıralar bıraksa da durdurulamaz bir düşüncenin eylemsel hale dönüşümü gerçekleşmişti.
İlginç bir şekilde bu kadar kanlı olayların gölgesinde gelişen proloteryal düşünce dünyanın geri kalanında farklı etki bıraktı ve birçok ülkede kendisine yer buldu. Sosyalizm düşüncesi içinde yanıp tutuşan çok sayıda topluluk devletlerin yönetimleri için birer tehdit haline geldi. Kanlı olaylar olsa da Lenin’in sosyalizmi kadınlara her alanda özgürlük tanıyordu. İşçilerin haklarını koruduğu reklamını yapıyordu ve sosyal ve sağlık ihtiyaçların bedava olduğu özellikle vurgulanıyordu. Bu da antikapitalist hareket için çıkış noktası oluşturuyordu. Dökülen kan bir tarafa Komünizm dış dünyaya iyi reklam yapıyordu ve sloganı şöyleydi. “İşçi ve köylüler ki, yıllardır sistemin acımadan ezdiği gruplardır. Ama artık onlar burjuvazinin tek sahibi ve temsilcisidir”.
Esas olarak Rusya’da sular durulmaya başladıktan sonra Lenin’in bolşovizmi enternasyonalizmi işaret etmeye başlamıştı. Rusya’nın geniş steplerinde yaşayan farklı dil, din ve kültür grupları artık onların birleştirici güçlerini dışarıya gösterme fırsatına dönüşmüştü. Öyle ki, 1930’ların başında Stalin’in Magnitogorsk’taki demir fabrikaları şehrinin işçi sınıfı Fransa’daki karşılığı için cazibe merkezi haline gelmişti. Benzer etki Protestan Almanlar, Konfüçyusçu Çinliler, Müslüman Endenozyalılar ve Küba’daki tütün işçileri ve hatta Avusturalya’daki koyun yetiştiricileri arasında da meydana geldi. Bugünü düşündüğünüzde hangi sosyal düşünce sistemi bu kadar etkili olabilmiştir ki! (Lenin, la maladieinfantile de communisme)
Bolşevizm içinden yayılan komünizm ideolojisi zaman içinde oldukça güçlendi. 1964’e gelindiğinde Amerika’nın Vietnam’daki savaşını kapitalizmin acımasız darbesi olarak adlandıran çok sayıda yayın Şili’den Avrupa’nın en ücra köşelerine kadar kendisini göstermeye başladı. O zaman ülkeler gerçek bir tehdit ile karşı karşıya kaldıklarını anladılar. Çünkü bu sayede Bolşeviklerin kapitalizme karşı açtıkları savaş küresel boyuta taşımış ve bütün dünya halkları arasında kendisine bir yer bulmuş oluyordu. Amerika kıtasında komünistlerin önemli dayanakları Şili idi. Burada savunucuları olan yazar LuisSepulveda’nın Şili Komünist partisi önderi MouriceThooz ile yakın ilişki içinde olduğunu sonradan öğrendiler. Ama bu yazar uzun bir süre içinde Şili halkına LeonTroçki’nin ve Lenin’in fikirlerini sorun olmadan taşımayı başardı. Bu arada Ruslar sürekli atılım içindeydi. Rus devrimini dünyayı değiştirecek bir yenilik ile geldiğini anlatan çok sayıda film ve kitap el altından bütün ülkelere girdi. Komünizm artık herkes tarafından bilinen ve kendisine önemli bir taraftar toplayan bir sosyal örgü haline geldi. Özellikle Güney Amerika belki de en büyük taraftarın elde edildiği bir coğrafya haline geldi.
Bolşevik devrimi üzerine yapılan birçok araştırmada onların yalanlar üzerinden ilerlediği konusunda hem fikirler. Ayrıca dünyanın Komünizm ideolojisi ile yeni bir aşamaya geçmediği konusunda da benzer düşüncedeler. Ancak kapitalizme karşı yürütülen bu mücadele ile komünizm, sosyalizmin demokratik devletler içinde ortaya çıkmasına ve bu akımın yanında olanların da neoliberal düşünce akımının yayılmasına ve kendisine geniş bir taban yaratmasına neden oldu.
Komünist temelli sosyalist düşünce içinde genişleyen neoliberal düşünce 1988’den sonra dünya genelinde meydana gelen ekonomik refahın aslında toplumun bütün kesimini etkilemediğini belirtmektedir. Onlara göre eşitsizlik ortaya çıkmıştır ve bu da toplumun sınıflara ayrılmasına neden olmuştur. Bu konuda karşı fikir yürütenler ise eşitlik ve sınıfsızlık ideali ile ortaya çıkanların Bolşevik ihtilalinden sonraki yıllarda açık bir şekilde bu konuda başarı elde edemediklerini gördüklerini ve komünizmin içinde de haksız rekabetten zenginleşen bir sınıfın var olduğunu belirtmektedirler. Bu da onların idealleri eşitlik olan bu sistemin aslında tam tersi yönde hareket ettiğine vurgu yapmaktadırlar.
Bu durum fark edildiğinde komünizmin taraftarlarının bir kısmı çok büyük hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü onlar bu sistem ile eşit gelir, bedava sağlık ve sosyal hizmet, sabit çalışma saatleri olan iş hayatı ve sosyal korunma güvencesinin sunulabileceğini düşünmüşlerdir. Ama gerçek anlamda bunun bir ütopya olduğu gerçeği yüzlerine çarpmıştır. En azından dünya genelinde insanlar için sınırsız kaynakları elde etmenin bir yolu bulunmadığı sürece bu gerçekleşmeyeceği realitesi ortaya çıkmıştır. Bu da dünyanın komünistlere sırt çevirmelerine ve onları ve onların düşüncelerini benimseyenleri anarşist olarak görmelerine neden olmuştur.
Her ne olursa olsun Kızıl Devrime tapanlar hep oldu. 1991’de SSCB dağıldığında Avrupalı komünistler buna “tarihin sonu” dediler. Yokoluşu hissettiler ve hüzünlendiler. Ama korktukları gerçekleşmedi. Çünkü dağılmış olsalar da komünizmin düşüncesinde yer alan nüveler neoliberaller tarafından desteklenen sosyal demokrat düşünce sistemi içinde yaşamaya ve hatta zaman zaman güçlenmeye devam etti. Neoliberaller için devletin sosyal ve politik hayattan el çekmesi gerekiyordu ve bu da ancak işçi sınıfının “görünmez eliyle” gerçekleşebilirdi. Bu düşünce günümüzde açık bir şekilde kızıl devrimi hatırlatır şekilde yükseliş trendindedir ve insanların tam özgürleşmeyi hedeflediği dünyada kendisine yer bulmaktadır.
Ekim devrimi ve sonrasındaki proleteryal ideoloji içinde Lenin’i şöyle düşünmek gerekiyor. Bolşevik devrimimi toplumu yönlendirdi, yoksa etkili bir lider olarak Lenin mi cazibeliydi? Sanırım Lenin ama sadece lider olarak değil, acımasız uygulamalarıyla diktatör Lenin olarak yayılmada büyük rol oynadı. Ama komünizmin bilindik ezici çarkları Stalin’in projeleriyle hayata geçti. Fransız koyu Leninci sosyalistler o günler için şöyle diyorlar. “Evet. Devrim çok tehlikelidir. Ama ekonomik devrim kötü değildir”.
Ekim devriminin üzerinden tam tamına 100 yıl geçti. Ama sanki dünya yeniden ona doğru gidiyor!!
Hoşçakalın.