Türk Dış Politikasında Tıkanıklığı Aşmak
Son üç ay boyunca referandum merkezli bir gündem yaşayan Türkiye, dış politika kapsamında oldukça geride kaldı. Bunun belirgin olarak iki sebebi vardı. İlki tabiiki referandum süreciydi. İkincisi de dış politikaya yeni bir bakış açısı kazandıracak ve Türkiye’nin gücünü kullanabilecek stratejistlerin olmamasıydı.
Şimdi doksan milyona yaklaşmış bir nüfus içinde nasıl olmaz ya da halen görev yapan kişiler bu konuda yetersiz mi diyebilirsiniz.
Ne yazık ki evet demek zorundayım. Doğrusu dış politikada geleceği okuyarak mantıklı hamleleri yapmak için uzun bir zamana ihtiyaç vardır ve bu görevi yürütecek kişilerin tecrübe kazanması gereklidir. Ancak içinde bulunduğumuz coğrafyada Türkiye’nin dış politikasına yön verecek kişilerin bu kadar lüksü yoktur.
Türkiye’nin dış politikası içinde bulunduğu coğrafyanın en önemli özelliği olan asimetrik değişkenlere göre şekil verilmesi gereken bir özellik arz etmektedir. Bu ne anlama gelmektedir? Asimetrik değişkenler birbirinden çok farklı doğalara sahip ama bir o kadar da birbiriyle sıkı bir şekilde bağlantılı konulardan oluşan bir kördüğümdür. Bu kördüğüm efsanelerdeki gibi kesilerek çözülemeyecek kadar önemlidir. Ama ve ancak akıllı ve satranç oyuncuları gibi sonraki on hamleyi tahmin edebilecek ve ikincil kişilerin tavsiyeleriyle değil, bizzat alt kademelerdekileri yöneten ve bizzat dış politikayı kendisi oluşturana şekillendirecek kişilere ihtiyaç vardır.
Geçmişten günümüze kadar tarihi sürece bakıldığında bu şekilde liderlerin ve devlet adamlarının/kadınlarının olduğu görülecektir. Ama yakın dönemlere bakıldığında bu özelliğin her unsurunu kendi bünyesinde toplayabilmiş olan tek bir lider göze çarpmaktadır. O da Atatürk’tür. Tabiiki yüzlerce yıllık süreçte bu özelliklere sahip liderler dünyaya çok az gelmiştir. Ama onların nasıl hareket ettiklerinden yola çıkmak ve onların davranış şekillerini ve karar verme süreçlerini çok iyi inceleyerek bir model oluşturmak Türkiye’nin kaderinde rol alan her devlet adamının/kadınının en önemli görevidir.
Günümüzde Türkiye artık açık bir şekilde bölgesel bir güç olduğunu kanıtlamış ve net bir şekilde kıtasal bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Hem Yurt içinde hem de Yurt dışında PKK, PYD, DEAŞ gibi dünyanın en tehlikeli ve kanlı terör örgütleriyle uğraşırken ve üstelik başarılı olurken, onlarla işbirliği içindeki Fetö örgütünün yapmaya çalıştığı kanlı ihtilali engellemiş ve ardından Suriye coğrafyasında başarıyla Fırat Kalkanı harekâtını gerçekleştirmiş ve bu harekâtın ileri safhasına giriş yapmıştır. Bütün bu gelişmeler devam ederken de aynı zamanda Türkiye’nin yönetim şeklini değiştiren bir referandum sürecini de atlatmıştır. Bu sıkıntılı süreçler içindeyken de ekonomik yapı geçmiş dönemlerin devalüasyon dönemlerine nazaran çok ağır bir darbe almamıştır.Herkes açık bir şekilde bunun farkında olmalıdır. Ama ülkenin yönetimini elinde tutan kadrolar da bu şekilde başarıya ulaşılacağı düşüncesine kapılmamalıdır. Çünkü halen biat mantığı ile dış politikada rol alan kişiler bölgesel bir güce sahip bir ülkenin nasıl hareket etmesi gerektiğinin bilincinde değildirler.