Merhaba! Benim hikayem 2012'nin 28 Eylül'ünü 29'una bağlayan gece yarısı saat 3.00 sularında Alaçatı'da başladı. Ondan öncesi yok muydu? Elbette vardı! Ama sadece nefes alan biri olarak! Halbuki şöyle bakıldığında kötü görünmek bir yana son derece iyi çerçeveli bir hayatım vardı; Evine bağlı iyi bir eş, iyi bir baba, sağlıklı bir çocuk, yeterinden fazlası maddi durum, sağlıklı anne baba, anneanne, babaanne, dedeler, melek gibi bir kayınvalide... Sorun neydi de tam bir buçuk senedir gün yüzü görmeksizin bu depresyonu çekiyordum! Aslında bu kapkara süreçte bile biliyordum bir gün bu acılar çok işime yarayacak.
Depresyondaki birinin bu açıdan olaylara bakması biraz zor ama ben bu ruh halinde bile tevekkülü ve olanı olduğu gibi kabul etmeyi aklımdan çıkarmadım. Bir şey yaşanıyorsa mutlaka bir sebebi vardır. Hiçbir ruh durumu ve olay boşu boşuna yaşanmaz. Ama şimdi 2012'ye 2017'den baktığımda bu kadar karanlık bir sürece anca bu kadar şükredilir diye düşünüyorum. Bu sıkıntılar hatta onun öncesinde uzun yıllar süren bir panik atak süreci bir insana bu kadar mı dost olur! Olurmuş! Eğer bunların ne anlatmaya çalıştığını anlarsanız oluyormuş! Peki gecenin bir yarısı bilincimi kaybettirecek kadar girdiğim depresyonun sebebi neydi? Bunun yanıtı hayatımın anahtar kelimesi oldu. Size de tavsiye ederim. Merkeze bunu koyun ve ordan yürüyün. Hayran olduğum felsefeci, toplum bilimci Bertnard Russell'ın da sözü aynı zamanda; "Kendine sadece gerçeklerin ne olduğunu sor. Ve bu gerçeklerin ne anlama geldiğini...
İnanmak istediklerinin ya da inanılsaydı topluma faydalı olacağını düşündüğün şeylerin seni yönlendirmesine izin verme!" Ben de o geceden bu yana kendi gerçekliğimi aramaya başladım. Ve hayatın merkezine şu soruyu oturttum " Bu söylediğim, yaptığım, hissettiğim, istediğim şey gerçek mi?" Bence hayattaki en önemli şey farkındalığın, kişisel bütünlüğün ve ahlakın temeli insanın önce kendi gerçekliğini sorgulaması. Evet bu tarihten önce bir kere bile düşünmemiştim "Acaba söylediklerimde kendimi kanıtlama, içsel bir öfke, altta yatan bir değersizlik, suçluluk, yetersizlik duyguları var mı diye! Acaba anladığım şey gerçek mi yoksa benim algı çarpıklığım var mı diye! Ağzımdan çıkan sözler laf olsun diye mi, kendimi tatmin etmek için mi, gerçekten karşımdaki insanın işine yarasın diye mi? Geçirdiğim vakit ne kadar kaliteli? Kimin yanında ne hissediyorum? Hayatımın ne kadarı iç sesime ne kadarı toplumun ya da ailemin (çaktırmadan) yerleştirdiği ve benim aslında hiç de farkında olmadığım ama beynime benimmiş gibi kazınan olaylardan oluşuyor ve 2 senelik bir yüzleşme evresi sonucu gördüm ki ben 2012'ye kadar yaşamamışım. Yani bedenim, ruhum ve zihnim çok az yerde kesişmiş. Evet gerçeklik ya da farkındalık dediğimiz şey içerdeki duygunun net olarak keşfedilmesi ve bu duygunun bizde ne gibi tavır ve düşüncelere sebebiyet verdiğinin farkına varıldığı durum. Bu bir ömür sürecek, uzun ama bir o kadar keyifli bir yolculuk aslında. Kendinize dair en ufak birşey bilmeseniz bile önemli olan o yola çıkmak. Mevlana'nın dediği gibi "Sen yürümeye başla, yol kendiliğinden görünür." Bu köşede yazacaklarım bu sözüne ettiğim bakış açısıyla kendimde ve yolda gördüklerim. Ve tabi ki bir bilim kadını olarak uzmanlık alanım olan tarihten çıkardığım dersler. Şimdiye kadar kendi sosyal medyamda paylaştığım yazılarımdan etkilenip bana bir gazetede yazma fikrini ve fırsatını veren Zekiye Seda Sönmez'e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Ayrıca beni dipsiz kuyulardan çıkarıp çiçek gibi açtırtan, farkındalığımın artmasına büyük katkısı olan Hakkı (Uyar) hocama, Doğan (Cüceloğlu) hocama ve tadına doyamadığım, hikayelerinden, sorularından, sorgulamalarından çok şey öğrendiğim oğluma ve öğrencilerime ne kadar teşekkür etsem az. Bundan sonra sıklıkla burada görüşmek üzere.. Sevgiyle kalın..
Beril Yaşar İzmir/Göztepe 6.35
YORUMLAR