Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde hızlı yükselişini sürdüren, AGT A.Ş.’nin Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Semih Söylemez. Ama iş adamı kimliğinin dışında O’nu özel kılan birçok özelliği var. Benim için bu özelliklerin başında iyi bir duygusal zekaya sahip olması geliyor. Çocukluk yıllarından itibaren hayranı olduğu üretim alanları ve bu alanlardaki insan ilişkileri üzerine deneyimlerini paylaşmak amacıyla kitap, makale ve blog yazıları yazıyor. 2012 yılında girişimcilerin, yöneticilerin, şirketlerin rekabet gücünün kaynağını oluşturabilecekleri, iyi bir temele dayandırabilecekleri çok önemli bir alana dikkat çeken “Duygusal Sermaye” isimli kitabını yayınladı. Bu kitap başarıyı yakalamak isteyenler için de harika bir yol haritası niteliğinde. AGT’nin küçük bir atölyeden hızla markalaşarak ağır sanayiye geçiş öyküsünü başarıyla aktarmakta. Söylemez aynı zamanda Duygusal Sermaye ismiyle yürüttüğü blog ve sosyal medya hesaplarında düzenli olarak paylaşımlar yapmakta, iş dünyasından farklı sektörlerde farklı iş kollarına dair girişimcilere de ışık tutmaya devam ediyor. Tüm bu yaşanmışlıklar ile birlikte başarma kültürünü inşa etmek üzerine yapmış olduğu çalışmaları 2017 Aralık ayında yayınlanan “ Birlikte Başarmak” adlı yeni kitabında kaleme aldı. Biz de bu kitabı, iş dünyası ve hayata dair pek çok konuyla ilgili keyifli bir sohbet yaptık. Ben çok şey öğrendim. Şimdi de sizi Mehmet Semih Söylemez’le baş başa bırakıyorum.
B: Son çıkan kitabın “Birlikte Başarmak” çok keyifle ve bir çırpıda okudum. Açıkçası bir iş adamından bu kadar objektif bir içgörü beklemiyordum.
M: Yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. Elbette ben bir akademisyen değilim. Şöyle açıklayayım; Tasavvufta üç hal vardır; İlki İlmel Yakin’de bir ırmak var kendisi de görmemiş ama ırmağın varlığını biliyor, ikincisi Aynel Yakin ırmağı görmüş ve sana anlatıyor ve son mertebe Hakkel Yakin ırmakta yıkanmış sana ırmağı anlatıyor. Ben o ırmakta yıkandım.
B: Biraz kitabından bahseder misin?
M: Kitap üç bölümden oluşuyor ve benim bu kitapta anlatmak istediğim birlikte başarmanın kriterleri. Bunlardan ilki yolu keşfetmek yani nasıl bir yolda ilerlemek istediğini bulmak, ikincisi yol arkadaşlarını keşfetmek, kimlerle bu yola devam etmek istiyorsun, üçüncüsü birlikte başarmayı keşfetmek. Burada en önemli şey çift kanatlı olmak yani hem deneyim hem zeka hem de insanlarla iyi ilişkiler kurabilmek. Özellikle mühendislerde bu son kriter biraz düşüktür. Mühendis, bir ekip içinde çalışmıyorsa bu da sıkıntı değil. Ama bizim ekip içinde aradığımız en önemli kriter duygusal zeka. Biz de üretimin başındaki insan duygusal zekaya sahip olduğu için direktör oldu.
B: Bu kadar büyük bir firmanın başında olmak, bunun sorumlulukları seni yormuyor mu?
M: Sorumlulukla ilgili anahtar kelime paylaşmak. Sorumluluğu üstlenenin bir kişi olduğunu düşünmek doğru değil. 400 bayi, 60 ülke yani 20.000 kişiden bahsediyorum. Bunlar senin yaptığın bir hatadan zarar görecek kişi sayısı. Biz yönetim kurulunda üç kişiyiz. Bir genel müdürümüz, bir bağımsız yönetim kurulu üyesi, bunun altında altı direktör var, onun altında otuz müdür var. Bu insanların hepsi bir hata olmaması için çabalıyor. Ben grubun sadece bir parçasıyım. O yüzden uzaktan görüldüğü gibi yıpratıcı bir süreç yok.
B: Gençlere girişimciliği öneriyor musun?
M: Kimi insanlar girişimcilikten mutlu olur, kimileri bunun bir parçası olmaktan. Yani bu durum kişilikle ilgili. Kişinin burada kendisini keşfetmesi lazım. Herkesin her şeyi yapabileceği gibi bir gerçeklik yok. Girişimci ruhlu bir insan bir şirkette zor çalışır.
B: Peki bunu isteyen ama cesaret edemeyen ya da dışarıdan çok olumsuz kodlar alan gençler açısından önerilerin neler?
M: Özgür Bolat’ın çok güzel bir tavsiyesi var böyle durumlarda “ Bu benim için geçerli değil” desinler.
B: Peki bunu bilinçaltına yerleştirmeleri için tavsiyen var mı?
M: Sık sık bu cümleyi tekrar etsinler.
B: Gençlere ne kadar güveniyorsun çalışma hayatında?
M: Çok. İşletmemizin büyük kısmını gençler oluşturuyor. Müdürlerimiz otuzlu yaşlarda, üst düzey yöneticilerimiz kırklı yaşlarda.
B: Kuşaklar arasındaki farka inanıyor musun?
M: X ile Y’nin anlaşması kolay ama Z’nin çok farklı olduğuna inanıyorum. Henüz gelmedi bunlar. Yaklaşık bir on yıl kadar sonra çıkacaklar sahneye.
B: Kitabında 20. Yüzyılın son çeyreğinin çok büyük değişimlere gebe olduğunu vurgulamışsın. Senin bu değişimlerden beklentilerin, umutların neler?
M: İki farklı insan var benim açıdan; gelecekten korkan, gelecekten heyecan duyan. Ben heyecan duyanlardanım. Gelecekten korkuyu da anlıyorum. Kendinizi sürekli yenilemezseniz gelecekten korkmamız lazım. Okumuyorsak, üniversite bilgisi yeterli diyorsak orada gelişme olmaz. Goldsmith’in sözü var “seni buraya getiren oraya götürmeyecek.” İş adamları için konuşayım örneğin “ben bu şirketi yirmi yıldır iyi yönetiyorum, yirmi yıl da böyle yönetirim” anlayışı çok büyük yanılgı. Yani son yirmi yıldır bu şirketi iyi yöneten ilerleyen yirmi yılda da iyi yöneteceği anlamına gelmiyor.
B: Farkındalık dediğimiz olay da tam da burada değil mi zaten “oldum” dediğimiz yerde bitmemiz.
M: Yunus Emre’nin bir sözü var “Oldum demek öldüm demek” hakikaten ölürsün. Gelecekten korkmalı onlar . Bu biraz insanın mutluluğu ve bakış açısıyla da ilgili. Düşünsene bundan beşyüz yıl önce kadınlar cadı diye yakılıyordu. Şimdiki Dünya’nın bundan daha kötü olduğunu söylemek haksızlık değil mi? Ben Dünya’nın beşyüz yıl sonra daha da iyi olacağını düşünüyorum.
B: Sen de Dünya’daki bilinç seviyesinin her geçen yükseldiğini düşünüyorsun değil mi?
M: Kesinlikle! Bir insanın bile bilincinin yükselmesi düşük bilinçteki nüfusa katkıda bulunabiliyor. Aynı şey ülkeler için de geçerli. Bir başka ülkedeki olağanüstü bir gelişme tüm dünyadaki insanların hayatlarına dokunabiliyor. Bizim ülkemizin şansı genç nüfusumuzun fazla olması. Tek yapmamız gereken şey bu nüfusu iyi eğitmek. Bunu yaptığımız anda çok şeyin değişeceğine inanıyorum. Emeklilik ve genç oranını kıyasladığımızda Türkiye gibi avantajlı çok az ülke Dünya üzerinde. Türkiye konumuyla ve nüfus dengesiyle çok avantajlı bir yerde. Yeter ki biz bu kaynakları çok iyi değerlendirelim.
B: Türkiye’nin ilerlemesi ile ilgili ne düşünüyorsun?
M: İş hayatı, kadın erkek ilişkileri dahil pek çok yerde ilerlemeyi açık bir şekilde görüyorum. Bizim ülkemizin çoğunluğu Müslüman ama Türkiye Müslümanlığın en rahat yaşadığı ülke ve geçmişe baktığımda her geçen yıl daha normalleştiğimiz görüyorum. Bundan otuz sene önce Ramazan ayında yiyecekle dışarıda gezemezsen şimdi bu durum bile daha normal karşılanıyor. Ben gelecekten umutluyum.
B: Batılı ülkelerde de sık çalışıyorsun. Peki onlarda hiç tepeden bir bakış hissettin mi?
M: Hayır! Eskidenmiş o. Bir de eskiden bir fabrikaya geldiğinde yabancılar olay olurmuş. Artık öyle bir şey yok. Öyle olsa bile buna anlam yükleyen sensin. O öyle bakabilir, onun sorunu ama sen kendini böyle görüyorsan (ezik) bu bakış açısı tam da senin problemin. Kendi kıymetimizin farkında olmak zorundayız. Ama şöyle de bir durum var bir keresinde Paris’ten dönüyoruz yanımıza bir adam oturdu, kılığı kıyafeti kaç yıl önce köyünden geldiyse öyle yani hiç değişmemiş ama işin kötü tarafı bununla övünüyor. Şimdi bir Avrupalı bunu görünce eleştirir elbette. Ben Türk olmaktan gurur duyuyorum. Ve Türkiye’de yaşamayı çok seviyorum. Sadece İstanbul’da olmak bile başlı başına bir coşku, düşünebiliyor musun Avrupa ve Asya’nın birleştiği yerdeyiz şu an.
B: Peki sence gelişimimizi nasıl hızlandırabiliriz?
M: Ben kendimize çok acımasız olduğumuzu düşünüyorum. Dışarıdaki bir insana kendimizden kat ve kat anlayışlı olurken, yakınlarımıza aynı müsamahayı gösteremiyoruz. Ama emin ol kendimize hiç gösteremiyoruz. Bence gelişimin önündeki en önemli engel bu. Halbuki bir hata yaptık kabul edip önce kendimizi affetmemiz gerekir.
B: Peki kendimizi bu kadar kolay affetmek duyarsızlığımızı tetiklemez mi?
M: İş sürecinde biri bir hata yaptı, ona bağırıp çağırmak sorunu çözer mi, tam tersi daha da kötüleştirir. Kendine de kızmak böyle bir şeydir. Üstelik bir şirkette yöneticinin bağırıp çağırması kendisini çok yıpratır. Düşünsene ego haklı çıkmak için bağırıyor!
B: Çalışanlarınla aranda sıkıntı çıktığında verdiğin tepkiler nasıl oluyor?
M: Söyleyeceğin tek bir cümle var “Ben bu gidişten memnun değilim.” Bağırmamıza gerek yok. Genellikle birlikte çalıştığımız insanlara geribildirim vermiyoruz. Bu üst düzey bir yönetici de olabilir. Örneğin bir insan bir işe alınıyor. Alınmasın diye yanlışları bir söylenmiyor. Sonra direk işten çıkarılıyor ve çıkartılan diyor ki “bunu bana neden söylemediniz?” Biz o insana düzenli geri bildirim versek süreçteki ve sonuçtaki maddi manevi sıkıntıları da azaltmış oluruz.
B: Ego kontrol altına alınır mı? Almak zorunda mıyız?
M: Biz dağ başında yaşayan ermiş insanlardan değiliz. Egon seni yönetmediği sürece bir sorun yok. Ego aslında bizim motorumuz. Ego bizim hayatımızı mahvetmek için tetikte bekleyen bir şey ve en olmadık zamanda ortaya çıkıp olmadık bir şey yaptırabilir. O olmasa tüm bunları yapamazdık. Freud’un haz arayışında da, Adler’in üstünlük arayışında da, Frankl’ın anlam arayışında da ego var. Biz egomuz değiliz. Biliyorum ki benim düşmanım ama beni güçlü tutuyor. Ego karanlık tarafımız ama bir o kadar da yakıtımız.
B: Öğrencilerimi en çok düşündüren şey; liyakata ne kadar önem veriyorsun?
M: Yüzde yüz. İşe alırken neye daha fazla önem verdiğimi sorarsan Birincisi ıq, İkincisi iç enerji ama üçüncüsü yoksa ilk ikisi de işe yaramıyor yani dürüstlük benim için birinci sırada geliyor.
B: Samimiyet bağlamında mı söylüyorsun?
M: Enerjisi yüksek bir sahtekarı işe aldığını düşün. Etik değerleri olmayan. Çok akıllı, enerjisi çok yüksek kendisiyle beraber en az on kişiyi götürür. AGT’nin temel değeri adil olmak. Liyakat olmadan adil olmamız mümkün değil firma olarak. Demezler mi bunu buraya yazmışsın ama sen uymuyorsun?
B: Birlikte başarmak ne demek?
M: İzmir’li İnci Holding’in başında beş kız kardeş var ve çok büyük bir firma İnci Holding. Şerife hanım bir keresinde dedi ki “biz beş kız kardeş küçüklükten beri ortak karar alırız, almak zorundayız, yoksa yaşayamayız.” Bizim de şirketimizin harcı babam. Benim için birlikte başarmak bu. Yani bir ekip işi. Herkesin bir yeteneği var ve kendi üstüne düşen görevi en iyi şekilde yapıyor.
B: İş dünyasında duyarlılıkla ilgili bir farkındalık görüyor musun?
M: Duygusal Sermaye 2000’de yazılsaydı bu kadar ses getirmezdi. Ben değişimin ve farkındalığın her boyutta bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Herşey insanla mümkün. Elon Musk bile dünyaya ne kadar güzel ilham veriyor
B: Liderlikle girişimcilik arasında fark görüyor musun?
M: Hem de çok! Başarlı bir girişimci çok güzel icatlar, satışlar yapabilir. Mesela biz YGA’ya 50.000 kişi arasından 2000 kişi alıyoruz. Mehmet Toner liderlik yolda olan bir şeydir der. Atatürk, Martin Luther King, Gandhi sonradan olmuş liderler değildir. Daha hızlı koşmak için fazlalıkları atmak ve kalbini koymak gerekir. Kalbi bir yana koyup iş bittikten sonra o kalbi yerine takmak olmaz.
B: Kitabında da söyleşilerinde de vurguladığın ve benim çok dikkatimi çeken bir şey var “Hayat bizimle olaylarla konuşur” diyorsun;
M: Evet mesela taşa takıldım, hemen şunu düşünürüm “ben o an ne düşünüyordum da taşa takıldım. “Bir kaza yapıyorsun, daha önce sana verilen bir mesaj varmış ve sen o mesajı almamışsın. Onun dozajı artmış ve mesele oraya kadar gelmiş. Yani küçükle başlamıştır o ve sen onu görmemişsindir. Olayları iyi okumak lazım.
B: Hiyerarşinin zararlı olduğunu vurgulamışsın bir de..
M: Yöneticinin kanallarının açık olması lazım. Çalışanların sana sorunlarını özgürce ifade edemiyorsa ve çok katman varsa sorunları çözemezsin. Ulaşmak zor olmamalı.
YORUMLAR