. Bu konu benim için çok önemli. Zira toplumsal olarak doğru sandığımız çok fazla yanlışla hareket ediyoruz çocuk istismarı hususunda. Bu sebeple Murat Aydın ile yaptığımız programdan elimde kalan kısa notları derleyerek ve biraz da programı izleyemeyenler için okunası bir köşe yazısı kaleme almaya çalıştım bu hafta.
Öncelikle en temel yanılgımız -her zamanki gibi- çocuk istismarının tanımı noktasında başlıyor. “Çocuk istismarı, çocuktan sorumlu kişi, yabancılar ya da kurumlar tarafından gerçekleştirilen, çocuğun gelişimini olumsuz olarak etkileyen fiziksel, cinsel ve duygusal davranışlar olarak tanımlanmaktadır.” (Kozcu, 1989; Polat,1997)
Bu bağlamda toplumsal olarak sayıları her geçen gün artan ve eskisinden daha bilinir kılınan cinsel istismar dışındaki fiziksel yada duygusal istismar konularına karşı kulaklarımızı tıkıyoruz ve “mış gibi” yaşıyoruz. Şöyle örnek vereyim: doğduğu andan televizyon ekranına maruz bırakıyorsak, önüne telefondan çizgi film açılmadan yemek yediremiyorsak ya da duygusal ve gelişimsel zararları artık yasalarla tescil edilmiş onlarca oyuncağı çocuklarımıza yada yeğenlerimize hediye olarak alıyorsak evet bizler de birer istismarcıyız. Çünkü bilerek ve isteyerek o çocukların bilişsel, davranışsal ve en önemlisi duygusal olarak gelişimlerini olumsuz etkiliyoruz. İstismarcı olduğumuzu duymak rahatsızlık verici değil mi? Evet ben ilk idrakına vardığım anın gecesinde uyku uyuyamamıştım. Ama rahatsız olmak iyidir; bizleri konfor alanından çıkartıp farkındalığa iter.
Cinsel istismar kısmı ise topyekün ve yapısal düzenlemelerle ancak önlenebilecek bir olgu. Hatayı esas itibariyle burada yapıyoruz. Murat Aydın’ın da belirttiği gibi Türkiye’de çocuk cinsel istismarına yönelik cezai müeyyideler şuan için yeterli (yetersiz kaldığı özel bir noktaya dair ayrıntıları programda paylaştı, izleyebilirsiniz). Ancak sıkıntı tam da bu noktada başlıyor. Cezaların arttırılması cinsel istismar vakalarındaki sayıyı düşürmüyor; zira cezaların amacı önleyicilik değil. Burada izlenecek ön etkin (proaktif) tutum tamamen yapısal düzenlemelerle.
Nedir bu yapısal düzenlemeler? Başta elbette eğitim sistemi düzenlemeleri. Şuan toplum olarak işi gücü bırakıp okul öncesi süreçten üniversiteye kadar süren dönemi kalıcı ve içselleştirilmiş bir düzen ile donatmadığımız sürece ne ekonomik türbülanslar son bulur ne de toplumsal kanayan yaralara derman bulunur.
Yapısal düzenlemeler kadar önem taşıyan bir diğer önemli nokta ailelerin, ebeveynlerin farkındalığı. Murat Aydın çok çarpıcı bir örnek paylaşmıştı yayında, izniyle ben de bir kere daha vurgulamak isterim. Çocuk cinsel istismar konusu gündeme geldiğinde bu vakalarda adı geçen kurum yada vakıflar üzerine aylarca konuşuyoruz (konuşalım zaten o da ayrı sosyo-politik bir olgu). Ancak çocuk evliliklerini konuşmuyoruz. Bu cinsel istismar değil mi? Çocuk evlilikleri yaptıran ailelerin kız isteme törenlerine, kına gecelerine gidiyorsanız, takı takıp birde kutlamaya iştirak ediyorsanız evet birer istismarcısınız demektir. Bu bağlamda “toplum timsah gözyaşları döküyor” diyor Murat Aydın; katılıyorum. Üstelik bunu Batı’lı kentlerde “biz” (!) yapmıyoruz diyenlere de tokat gibi bir istatistik veri sunuyor. İzmir’de çocuk evlilik oranı toplam evliliklerin %6’sı iken bu oran Trabzon’da %1.
Bir diğer önemli nokta cinsel istismar vakalarındaki “gizlilik” kararına saygı göstermeyişimiz. Bakın bu konuda halimiz cidden fecaat. Ailelerin olay vuku bulduğunda ilk ihtiyaç duyduğu şey gizlilik ve güvenlik. Ancak vaka ile ilgili fotoğraflar bulanıklaştırılsa da, çocuğun yada failin adı baş harfleri ile yazılsa da geride kalan tüm ayrıntılar o kadar açık yazılıyor ki gazetelerde, istismara maruz kalan çocuk ve ailesi için süreç bir kere daha travmatize oluyor. Bizler de sosyal medyada “bilinç” (!) ve “duyarlılık” (!) timsali olarak hemen iletiveriyoruz bu haberleri takipçilerimize. Böylece travma üzerine travma tetiklenip duruyor çocuk ve aile için ömür boyunca.
Yazarlık vasfını taşıması bence hakaret sayılan adamın birinin sapkın düşünsel dünyasında çıkanları kaleme aldığı bir kitapta cinsel istismar tasvir edildi yaklaşık 1.5 ay önce. Tepkimizi göstererek “ben daha duyarlıyım” (!) hallerini göstermek için tüm sosyal medya sözde “linç” girişiminde bulundu. Siz öyle sanın; yazarın o kadar şahane bir reklamı oldu ki kitap görselleri ve içeriği paylaşılarak istese daha iyisini bulamazdı. Üstelik şimdi kitabı okumayanlara da bulunmaz bir fırsat tanındı: artık o sapkın satırları okumuş oldular!
Daha önce de yazmıştım...ÇOCUK...beş harfle yazılır, ömürlere sığmaz anlamı. Konu çocuk olduğunda 2 kere değil, 102 kere değil 1002 kere düşünmek zorundayız. Bir nesil nasıl yetişiyor. Biz yetiştiriyoruz. Ve işte böyle yetiştiriyoruz. Çocuğa yüklediğimiz anlam nedir? Obje? Proje? Çocuk bir birey. Halil Cibran’ın dediği gibi, bize ait değiller; bizim aracılığımızla doğdular o kadar. Bu sebeple çocuk istismarının, fiziksel, cinsel yada duygusal, önüne geçebilmenin ilk adımı kendimizi geliştirmek, yaşama farkındalık penceresinden bakabilmekten geçiyor.
YORUMLAR