Panik atak, ankisiyete, depresyon, okb (obsesif kompülsif bozukluk, bipolar, şizofreni ve daha bir sürü hastalık.. Bir kısmı genetik özellik taşımakla beraber uygun koşullar bulduğunda ortaya çıkan ruhsal sıkıntılar. Ortak bir özellik taşıyorlar; Küçüklükte yitiren değerlilik duygusu.. Peki nedir değerlilik duygusu? Aslında sevme sevilme güdüsünden bile önemli ve ilk ortaya çıkan duygu; bebeğin hislerinin karşı tarafın mimiklerinde anlaşılması hissi yani tam kabul görme durumu. Öyle kuvvetli bir güdü ki her türlü ruhsal ve fiziksel hastalığın kökenini oluşturuyor. Yetişkinlikte ise çoğu kişinin farkında olmadığı ama delirtici, yakıcı, uçurucu, öldürücü duygu.. Küçükken bebek bir şeye gülüyor, ebeveyni tam onun karşında bebekle göz teması kurarak “sen ne güzel gülüyorsun, çok beğenmiş benim bebeğim” diyor ve bebeğe “benim duygularım ebeveynlerim tarafından anlaşılıyor” kodu giriliyor. Bu kod bebekte bir his uyandırıyor bu hissin adı “değerlilik hissi” Bebek bu hissi ailenin her ferdinden alıyor, çocuklukta komşularından, bakkal amcasından, mahalle arkadaşlarından alıyor. Mesela çocuğun topu patlıyor bakkal amcası diyor ki “güzel yavrum topun patladı diye mi üzüldün sen, sıkılma ben yenisini veririm” Sonra okula başlıyor öğretmeni çocukların gözlerinin içine sevgiyle baka baka, saçlarını okşaya okşaya ders anlatıyor, buraya da yazalım bir değerlilik hissi daha kod olarak çocuğumuzun ruhuna girdi.. Şimdi çocuk yedi yaşına gelmiş olsun. Bugüne kadar çocuğumuzun aldığı bütün bu değerlilik hislerini toplayalım=değerlilik duygusu. Hisler duyguya dönüştü mü çocuk bu değerlilik hissiyle karşılaşmadan da kendini değerli hissediyor yani her koşulda ve her yerde bilinçaltı ona şu kodu fısıldıyor “sen değerlisin” Bilgisayarın bu ana belleğine işlenmiş kod çıktıya dönüşünce neler oluyor? Neler olmuyor ki! Çocuk nerde nasıl konuşacağını biliyor, hisleri çok kuvvetleniyor, dünyanın öbür ucunda bile olsa ve hiç görmese bile acı çeken birinin acısını yüreğinde hissedebiliyor, farkındalıklı bir şekilde olaylara sakin yaklaşıp, olumsuz olayların üstesinden sakince gelebiliyor (ama asla geçiştirmek veya bastırmaktan söz etmiyorum) hayat enerjisi çok yüksek, gözleri ışıl ışıl, nöronları açık, iç dengesini kurmuş oluyor, yersiz olumsuz yapıcı olmayan ortamlardan hızla uzaklaşıyor, kendi huzurunu ve dengesini bozmayacak şekilde dünyanın iyiliği için çalışmak istiyor, olaylara ve insanlara yüklediği anlamın kaynaklarının (kodlarının), duygu ve düşünce temellerinin son derece farkında ve bunları başarıyla yönetiyor. Değerlilik duygusu tam oturmayan bireylerde sevme ve sevilme duyguları da sağlıklı olmuyor. Bir çocuğa sürekli seni seviyorum demek, sürekli öpmek onun duygularını anlamak ihtiyacından sonra geliyor. Yani yetişkinlikte de sağlam ve derin bir ilişkinin ilk ve en büyük temeli “senin hissettiğin duyguyu yürekten anlıyorum ve sonuna kadar yanındayım, benim yanımda güvendesin, seni tüm duygularınla olduğun gibi kabul ediyorum, duyguların, düşüncelerin benim için çok önemli” Bu olmadan “seni seviyorum, sana ölüyorum, senin için dünyayı yıkarım, sen dünyanın en güzelisin” sözleri sağlam oturmuyor. Yani bir insani deli gibi sevdiğinizi söyleceksiniz ama size önemli bir duygusunu anlatırken cep telefonunuza bakacaksınız, göz göre göre yalan söylemek gibi. Seni çok özlüyorum, hep görmek istiyorum, hep aklımdasın ama işten arayamıyorum diyeceksiniz ama aylar geçecek ve görüşmeyeceksiniz.. Koca koca yalanlar, yalan yanlış ilişikiler. Ama işin ilginç tarafı bu farkındalıksız ya da sağlam olmayan ilişkileri (kendimizle olan ilişikimiz en önemlisi) biz belki tanıyamıyor, farkedemiyoruz ama ruhumuz tanıyor ve hiç yanılmıyor. Küçük birikintiler yetişkinlikte okyanus oluyor ve patlıyor. Her türlü kirli musallatın altında bu bir türlü sesini duyuramayan ama duyurmak için ruhu ve bedeni şekilden şekile sokan değerlilik duygusu yatıyor. Peki kaç kişinin anne babası çocuğun her duygusuna eşlik edecek kadar bilinçli? Mutlaka çok az ama yaşam o kadar güzel bir iyileşme alanı ki farkedip değişmek isteyene her türlü kapıyı açıyor. Sen yeter ki dedikodusunu yaptığın komşunun aslında kendi içindeki kendiyle kavgalı çocuğun mutsuz sesi olduğunu anla. İşte tam orada uyanış başlıyor. Şimdi size soruyorum sayın doktorum “Allah aşkına bu çocuğun içindeki yaralı çocuğu biri tutup iyileştirmezse bu çocuk sadece ilaç kullanarak nasıl iyileşir?” Hayattan son beş yılda hep şunu diledim “Allah’ım karşıma duygumu anlayacak insanlar çıkar” Çıkar ki bütün bu elimde tuttuğum sistemin üstesinden gelme gücü bulayım. Çok çokkk zor insanın gerçekten eş duyum yaşadığı birilerini hayatına çekmesi ama arayan bulur inanıyorum. Ve insana bundan daha iyi gelecek bir ilaç, bir tedavi yöntemi düşünemiyorum. Ve dedi ki “aşk da bir çeşit obsesyon, bir kişiye duyulan obsesyonlu sevgi” ben de ona dedim ki “dünyayı bu obsesyonlu sevgi kurtaracak.” Başkası tarafından hiçbir çıkar gözetmeksizin kendimizi olduğumuz gibi anlatabildiğimiz, karşı tarafa koşulsuz kendimizi bırakabildiğimiz, kabul görüp, en derinden anladığımız, anlaşıldığımız her yerde aşk var. Aşk enerjisi katlanarak artan dünyayı yeşertecek olan en kuvvetli duygu. Gerçek aşkın olduğu her yer çiçek açar yeşerir. Olmayan yerler sararır, solar, ölür. İstisnası falan yok. Kesin bilgi.. Allah yolumuzu aşktan ayırmasın.
YORUMLAR