Deli gibi çalışıyor, en büyük hedefi okulu yüksek bir puanla bitirip
prestijli bir işte çalışmak. Aslında eğitimli bir ailenin kızı, babası
doktor anne mühendis. Çok istiyorlar çocuklarının çok başarılı olmasını.
İlkokuldan beri kurslar, özel dersler bir hırs bir bişeyler.. Diğeri de
bir kuruma müdür olmak için yaptığı oyun, entrika, dolap yok, İzmit’te
büyümüş babası hep şöyle tembihlemiş “bir yere müdür ol da nereye olursan
ol ne yaparsan yap!” Bir diğer arkadaşımız da yine dışardan yüklemeli
kodlarla büyümüş şöyle ahlaklı olacaksın, senin ırkın şöyle kutsal falan,
ama babası ırmağının akışına ölürüm Türkiye’m ama çaktırmadan malları
götürürüm Türkiye’m kafasında! Yani deli dehşet bir memleket sevgisi ama
bırakın kendisini aşan bir yardım yapmayı, bir yardım kuruluşunda
çalışmayı, memlekete faydası yok zararı çok.. Hikayemizin dördüncü
karakteri ise çok küçük yaşlarda Kur’an kursuna gitmiş az biraz Kur’an
öğrenmiş ama pasif anne babanın yerini burada da Kur’an hocası almış
küçücük evladı doldurmuş doldurmuş göndermiş bir cemaatin yuvasına! Şunu
yaparsan şöyle günah bunu yaparsan böyle günah.. Son karakterimiz ise
sıradan bir memur ama hissiz, duyarsız, arada dedikodu yapan, en yakın
arkadaşlarının bile arkasından konuşabilen biri. Onunda yine kendinden
başka hiç kimselere faydası yok ama sorsanız baksanız sıkı entellektüel.
Hepsinin çok büyük bir ortak tarafları var; DUYMAMALARI! Neyi duymuyorlar
peki? Başta kendilerini. Kendini duyamadan başkaları duyulabilir. Kendini
var etmeden başkalarını var edebilir misin? Edemezsin! Mesela insanların
acısı seni çok ilgilendirmez, işini para kazanmak için yaparsın,
sohbetlerde en çok sen konuşmak istersin ya da dinlemelerin bile O’nu
duymak için değil O’na yanıt vermek için olur (toplumumuzda en çok görülen
insan modelleri) İşin ilginci aynı bilinç seviyesinde olan bu insanlar
yeri gelir birbirine düşman olur mesela der ki o Kürt, ben Türk, o
müslüman, ben ataist, o ezik, ben elit, o işçi, ben patron. Bunların hepsi
alt bilinç seviyesinin metaforları. Peki neden duymuyorlar? Hiç onları
duyan olmamış ki? Çocuk yalvarmış “baba çok kötüyüm ne olur beni dışarı
çıkar, anne ben iyi değilim ruh halimde bir değişimler var, şu anda yemek
yemek istemiyorum, şu anda konuşmak istemiyorum..” Bu cümleler
umursanmamış bir kere bile. Ya da anne baba eğitimine milyonlar dökmüş,
çocuk için saçını süpürge etmiş, seni çok seviyoruz kelimesi ağızdan bin
kere çıkmış ama bir kere bile çocuğun duyguları, ne hissettiği
önemsenmemiş. “Canım yavrum bugün ne yaptığın beni çok ilgilendirmiyor ama
nasılsın? Bana ihtiyacın var mı? diye sorulmamış. Başarısına göre,
ahlakına göre, toplum normlarına göre çocuk değerlendirilmeye tabi
tutulmuş. Ve sonra ne olmuş biliyor musunuz? O yukarıdaki bahsettiğimiz
karakterlerden ilki depresyona girmiş intiharın eşiğine gelmiş, diğeri
müdür olacağım derken zindan hayatına yapayalnızlığa mahkum olmuş üstelik
yemediği nane kalmamış, diğeri iki kızı olmasına rağmen ve namus belasına
eşinin ve kızlarının hayatını cehenneme çevirmesine rağmen kızlarından
küçük kızlarla fuhuş yapılırken basılmış, öbürü yaşadığını zannediyor ama
bir gram iç huzuru yok..
Sabah geldi yanıma dedi ki “ben gerçek sevginin ne olduğunu sizinle
öğrendim ve çiçek gibi açıldım ne kadar teşekkür etsem az.” Ben de dedim
ki “ben de gerçek sevginin ne olduğunu onunla öğrenmiştim. Onca
kalabalığın arasında beni duyan tek o oldu. Cehennemden çekip çıkardı.”
Çok varlıklı bir hayatınız elbette olsun ama sizi duyan tek bir insanınız
yoksa dünyanın en fakirisiniz. Varlık bile bizi duyanlarla güzel. Sizi
duyan bir kişi bile olsa sizin de “duyarlılığınız” artacak ve başka
hayatlara gerçek anlam dokunulacak. Hani bu kadar kıyamet kopuyor ya
“ülkenin yönetim şekli değişsin, eğitim sistemi değişsin, iktidar değişsin
herşey düzelir” Düzelmez! Ülkeye de Dünya’ya da “DUYABİLEN” insanlar
merhem olacak.