Nedir bu enstrümanlar? Önce mübadele aracı, buna “para” diyeceğiz. Elde tutmanın ya da elde tutmaktan vazgeçmenin bedeli, buna da bir yolunu bulup “faiz” demeyeceğiz ama. Faiz konuşmayalım. Mal, para, kağıt veya kıymetli evrak ne varsa alınıp satıldığı piyasalar olacak, buna da “borsa” diyelim.
Oyun kurucu kendi araçlarını kendi enstrümanlarını kendisi oluşturmuş. Kuralları da kendi koymuş. Biz oyuna girmek istiyoruz ama bizde “üç taş” var. Oyun kurucunun “yedi taşı” ve oyundakiler kabul ettiği takdirde oyuna dahil olabiliriz. Bizim elimizdekilerin çok kıymetli olması önemli değil, burada prim yapmıyor.
Kapalı bir ekonomi için bütün kurallar içeride belirlenir. Gelen giden olmaz. Her şey denetimlidir ekonomi “olduğu kadar yol alır.” Ne hammadde ne mamul madde gelir. Satma konusunda da ihracat için elzem ise ancak satılır. Karşılığında bir mübadele aracı olarak ne alıyoruz? Eğer malların mübadele değerleri belli ise aynı döviz bürolarındaki çapraz kurlar gibi hangisi ne kadar eder belirlenir. Ancak her mal için bu takas işlemi hem zor, hem maliyetli, hem de taraflar için kabul edilemez durumdadır.
Öyle ise daha iyisini bulana kadar bu “para, faiz, kur” sistemi devam edecek. Tüketim var talep var; ya üretim ya ithalat… Karşılığında bizim ülkemiz de bir şeyler satıp ihracat yapacak ki elde edilen gelir ile ithalat yapılsın; aksi takdirde “borçlanma” şart olacak. Oyun şimdi başladı. Borçlanma konuşulduğunda “borç veren kuralları koyar” Aksi takdirde ülke, üretemediği gibi, üretemeden başkalarının malını satın alacak parayı da bulamayacaktır. Varlıklarını mı rehin göstersin, takas mı yapsın, neyini satsın da istediği ürünleri satın alsın?
Düşük faiz, ülke ekonomisinde kaynak bulmak açısından iyi olabilir. Yatırım ve tüketim fonlanabilir. Peki başkalarının, yabancı fonları çekmek açısından düşük faiz yeterli olacak mı? Ya düşük faiz tüketimi tetiklerse… Bir noktadan sonra yerli üretim de yetmez olur ve yabancı sermaye de düşük faizi beğenmez ve gelmezse… Sorularını birbirine eklediğimizde, düşük faizin de önce zenginler lehine olduğu görülür. Tüketimi azdırdığı için, ucuz kaynak buldurduğu için, kolay yatırım imkanları doğduğu için, düşük faizi zenginler pek sever.
Yarın nasıl olsa tüketim bir noktada karşılanmaz olacak ve yabancı ilgisi beklenecektir; fonlarını getirsin diye… Gün gelecek, yabancı ilgisini çekmek için düşük faiz yetmeyecektir. Bu yüzden zamanında tüketici kredileri ile ürettiğini satanlar, yarın fon ihtiyacı doğduğunda yüksek faizle elindeki parayı satacaktır.
Haliyle faizler düşük “her şey yolunda” demek doğru değildir. Düşük faizden bir bakkalın yararlanması ile bir süpermarketin yararlanması aynı olmayacaktır. Her şey sabitken mevcut varlıklar ve talep doğrultusunda birikim olacaktır. Yağan yağmur bir yerde “gölet” oluşturacak, ormanda ağacın yaprağında “damla” ya da saksıdaki çiçeğin dibinde “nem” kalacaktır. Yağmur bize de şemsiyeden dolayı etki etmeyecektir.
Yağmurlar yağarken göletler nerelerde oluşacak? Birikimler, tasarruflar nasıl tutulacak? Tasarruf yoksa üretim yok; istihdam yok, talep yok refah yok… Dahası şu ki bunca yoklar arasında, Türkiye’de 170 bin milyonerin bankadaki hesabı 1,1 trilyon TL’yi nasıl geçebilirdi? Üstelik Bankalardaki mevduatın yarıdan fazlası nasıl şu kadar bin kişinin hesabında olurdu? Öyle değil mi ?...
YORUMLAR