İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 3 Temmuz Çarşamba günü yaptığı ve İran’ın nükleer faaliyetlerine yeniden ve daha kapsamlı olarak döneceğini belirten açıklaması son bir yıldır giderek artan ABD-İran gerginliğinin son halkasını oluşturuyor.
Ruhani geçtiğimiz bir yıl içinde Avrupa ülkelerinin Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) çerçevesinde yasal ve mali yükümlülüklerini yerine getirmediklerini vurgulayarak ülkesinin sınırsız uranyum zenginleştirme ve plütonyum üretme işlemleri dahil olmak üzere tüm nükleer faaliyetlerini yeniden başlatacağını açıkladı. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de yaptığı muhtelif açıklamalarda, Avrupa ülkelerinin anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmesi ya da ABD’nin Nükleer Anlaşmaya dönmesi durumunda İran’ın söz konusu faaliyetlerini tekrar durdurabileceğini ifade etti. Benzer açıklama İran İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi tarafından da tekrarlandı.
Esasında İran, Trump yönetiminin geçtiğimiz yıl anlaşmadan tek yanlı çıkması ve ardından en önemli ticari ortağı olan Avrupa ülkelerinin pratikte ABD ile paralel hareket etmesi üzerine birtakım tedbirlere başvuracağını daha önce de açıklamış, Ruhani mayıs ayında yaptığı açıklamada iki ay sonra bu çalışmalara yeniden başlanacağının altını çizmişti. Özellikle İran’ın bel bağladığı INSTEX mekanizmasının ölü doğması ve mekanizmanın yalnızca 4-5 milyon dolarlık bir bütçe ile ve ABD yaptırımları dışında kalan kalemler için kullanılacağının açıklanması İran için bardağı taşıran son damla oldu. Zira İran son bir yıldır özellikle petrol satışı konusunun kendisi için kırmızı çizgi olduğu belirtiyor ve bu alanda bir garanti talep ediyordu. İran’ın önemli müşterilerine uygulanan geçici muafiyetlerin kaldırılması ile birlikte ambargo öncesi 2,5 milyon varil olan günlük petrol satışı 300-400 bin varil civarına düşmüş durumda ki bu durum İran ekonomisi için alarm zillerinin çalmasına neden oluyor.
Nükleer faaliyetlere başlanması dengeleri değiştirecek
Trump yönetimi anlaşmadan çıktığından beri farklı vesilelerle hedefinin İran’da bir rejim değişikliği değil daha uygun bir nükleer anlaşma olduğunu belirtmiş, uyguladığı sert yaptırımlara rağmen İran ile ön şartsız müzakerelere hazır olduğunu belirtmişti. Bu söylemine uygun olarak özellikle son iki ay içinde İran’ın gerilimi artırma stratejisine aynı dille cevap vermemiş, hatta Trump, İran hava savunma füzelerinin düşürdüğü ABD insansız hava aracı olayı esnasında bölgede bulunan mürettebatlı uçağı vurmadığı için İranlılara teşekkür dahi etmişti. Aniden yükselen gerilimi düşürme çabaları ABD yönetimi ile de sınırlı kalmamış BAE de yaptığı açıklama ile Fuceyra limanında gerçekleşen tanker saldırılarının İran’ın işi olduğuna dair bir kanıt bulunmadığını duyurmuştu.
ABD ve bölgesel müttefiklerinin İran ile gerilimi düşürme çabaları anlaşılabilir saiklerden kaynaklanıyor. Zira Trump yönetiminin sert ekonomik yaptırımları İran ekonomisinde yapısal bozulmalara neden oluyor ve bu durum daha şimdiden İran’ın bölgedeki vekil örgütlerinin üzerinde baskı oluşturmaya başlamış durumda. Öte yandan kapsamlı askeri bir çatışma çıkması durumunda başta Körfez'deki emirlikler olmak üzere İsrail gibi ABD müttefikleri İran’ın askeri kapasitesi karşısında oldukça kırılgan bir pozisyonda bulunuyor. Başka bir ifadeyle İran ile çıkabilecek bir savaşın mali ve insani açıdan maliyeti ABD dışındaki hiçbir güç için tolere edilebilecek seviyede değil. Bu nedenden dolayı ekonomik baskılarla bunaltılmış ve belki de sokakları hareketlenmiş bir İran’ı müzakere masasına çekmenin ve başta balistik füzeler ve milis güçler olmak üzere ülkenin en hassas savunma araçlarında taviz koparmanın en uygun yol olduğu düşünülüyordu.
Ruhani’nin tehditlerinin hayata geçmesiyle birlikte bu strateji geçerliliğini büyük ölçüde yitirecek. Öncelikle nükleer faaliyetlerin yeniden başlamasıyla birlikte AB tam olarak İran karşısına geçebilecek, Çin ve Rusya gibi ülkelerin İran’a olan politik desteğinin seviyesinde azalma görülecektir. Zira Rusya Devlet Başkanı Putin’in de ifade ettiği gibi İran’ın söz konusu faaliyetlerini başlatmasının ardından hiç kimse anlaşmayı ilk bozanın ABD olduğunu hatırlamayacaktır. Muhtemelen çok sayıda ülke ve uluslararası kuruluş İran’ı taviz vermeye ve KOEP’e uymaya davet edeceklerdir. Şu anda İran’ın sahip olduğu ahlak ve söylem üstünlüğü tedrici olarak karşı tarafa geçecektir. Dahası İran’a sınırlı askeri müdahale çağrıları çok daha baskın hale gelecek ve gerilimin dozu iyice artacaktır. İran açısından bu olası olumsuz gelişmelere rağmen Tahran’ın söz konusu kapsamlı nükleer faaliyetlere başlamasının ve pratikte KOEP’ten ayrılmasını nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Trump ile Obama'nın İran'a yaklaşımlarındaki farklar
Obama yönetimi İran’a uyguladığı yaptırımlar esnasında İran ekonomisinin zayıf yönlerini ortaya çıkarmıştı. Dahası bu dönemde yaptırımları delmekte rol oynamış kimi isimlerin ABD’deki yargılamaları esnasında uyguladıkları yöntemlerle ilgili önemli bilgileri ifşa ettikleri de İran basınında yer almıştı. Dolayısıyla Trump’ın yaptırımları, Obama’nın aksine tek yanlı olmasına rağmen çok daha etkili oldu ve İran ekonomisinin ana damarlarını tıkamayı başardı. O dönemle olan diğer önemli bir fark da İran’ın nükleer faaliyetlerde bulunmaması nedeniyle hasmı üzerinde hiçbir zorlayıcı güce sahip olmamasıdır. Başka bir ifade ile Obama dönemindeki yaptırımlar İran’ın canını acıtırken diğer yandan İran sürekli olarak uranyum zenginleştirme kapasitesini artırmış ve nükleer silahla arasındaki mesafeyi iyice kısaltmayı başarmıştı. Dolayısıyla iki ülkenin karşılıklı olarak caydırıcı araçlara sahip olması bir anlaşmayı mümkün kılmıştı. Eğer anlaşma olmasaydı muhtemelen bir Kuzey Kore örneği görülebilecekti. Böyle bir durumda İran, nükleer silah denemeleri yapan ancak en temel ekonomik ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan, tam izolasyon altında bir ülkeye dönüşebilirdi.
Bugün gelinen noktada benzer senaryonun yaşanması muhtemel görünüyor. İran üzerindeki ekonomik ve siyasi baskılar artacak ancak İran bunun karşılığında ekonomik yaptırımlar esnasında olduğu gibi eli kolu bağlı oturmayacaktır. Özellikle belli zaman aralıklarıyla elde edilen nükleer kazanımlar kamuoyuna duyurulacak, bu şekilde Tahran uluslararası toplumun ve Trump yönetiminin üzerindeki baskıyı artıracaktır. Trump’ın bu döngüyü kırabilmesinin yegâne yolu ülkenin nükleer tesislerine yönelik bir saldırı düzenlemektir. Obama döneminde gerçekleştirilen siber saldırı ile İran’ın çok sayıda santrifüjü kullanılamaz hale gelmiş ve çalışmalarda belli bir gecikme yaşanmıştı. Bununla birlikte İran’ın bugün siber saldırı konusunda daha tecrübeli olduğu ve gerekli tedbirleri aldığı düşünülüyor. Bu durumda geriye kalan tek yol fiziki bir saldırıdır ki bu da herkes için en riskli senaryo seçeneğini oluşturuyor.
ABD kamuoyu algısını biçimlendirmeye çalışacak
Başta Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton olmak üzere Trump’ın yakın ekibinden bazı isimlerin İran’a karşı askeri seçeneği destekledikleri ancak Pentagon ve istihbarat örgütlerinin muhtemel maliyetler nedeniyle bu tür operasyona sıcak bakmadıkları biliniyor. Nitekim George W. Bush zamanında da bu tür senaryolar gündeme geldiğinde ülkenin 16 istihbarat örgütü 2007 yılında ortak bir mektup kaleme alarak söz konusu operasyonun tehlikelerine dikkat çekmişlerdi. Dolayısıyla sahayı iyi bilen kesimlerin itirazı ile Trump’ın seçimler öncesinde askeri bir çatışma istemeyen tavrı birleştiğinde son bir yılda askeri opsiyon fazla gündeme gelmemişti. Hatta son İHA saldırısından sonra da Trump önce saldırı emri verdiğini ardından muhtemel insani kayıplar nedeniyle emrini geri çektiğini belirtmişti.
Yine de İran’ın son kararından hemen önce Trump’ın “İran ateşle oynuyor”” demesi, aynı şekilde “uzun süreli bir savaş olmaz” ya da “bir çıkış stratejisine ihtiyacım yok” şeklindeki açıklamaları yine son açıklamasının ardından Trump’ın Ruhani’yi sert dille uyarması, ABD Başkanının sabrının dolmaya başlaması olarak değerlendirilebilir. Bu durumda Trump etrafındaki şahin isimlerin bazı tesislere yönelik sınırlı saldırı önerisini kabul edebilir. Ancak bu senaryonun uygulamaya konulması için uluslararası ve ABD kamuoyunda İran’ın anlaşmadan çıkmasına dair uyarıların ve tehditlerin daha fazla gündeme gelmesi gerekecek, bu şekilde ihtiyaç duyulan kamuoyu desteği sağlanacaktır. Zira Trump’ın saldırıdan başka hiçbir çaresi kalmadığı hususunda öncelikle kendi seçmenini ikna etmesi yaklaşan seçimler öncesinde önemli bir gereklilik olarak duruyor. Bu nedenle önümüzdeki günlerde ABD ve uluslararası basında İran yönetimini suçlayan ve İran’ın KOEP’ten çıkarak nükleer bomba yapmaya çalıştığını ileri süren haber ve yorumlara sıkça rastlamak şaşırtıcı olmayacaktır.
YORUMLAR