Yıldız Hacıevliyagil benim için onlardan biri. İyi ki girdi hayatıma. Çok da güzel bir şey yaptı geçtiğimiz Mayıs’ta bir kitap çıkardı. Çıkardığı kitap öğrencilerimin sorunları itibariyle beni o kadar yakından ilgilendiriyor ki sizlerle en çok öğrencilerimle Yıldız’ı ve O’nun şahane kitabını tanıtmaktan heyecan duyuyorum. Kitabın adı “İşim ve Ben” Ben bir solukta ve keyifle okudum. Sadece işle ilgili süreci yazmakla kalmamış farkındalık ve mutluluğa dair şahane bulgu ve saptamalar var. Umarım bütün gençlere hele hele benim gibi üniversitede seçtiği bölümden memnun olmayıp yön değiştirmek isteyenlere ışık olur.
Ben üniversitede yanlış bölüm okudum ama bir bakıma şanslıydım çünkü yüreğimin muradının tarihten geçtiğini biliyordum. Üstelik dışa dönük, insanı seven, insanlarla birlikte olmaktan ve bir şeyler öğretmekten mutluluk duyan yapımdan dolayı iktisattan mezun olduktan yaklaşık altı ay sonra ben bir gün tarih akademisyeni olacağım diyebildim. Bunun için her ne kadar çok büyük bedeller ödemenin yanında sekiz sene beklemek zorunda kalsam da bugün diyorum ki çektiğim her bir acılı günüme deymiş. Darısı bütün güzel öğrencilerimin başına. Herşeyin başı aşk.
Yıldız’a gelince o kadar da şanslı olamamış meslek seçimiyle ilgili olarak. On yaşında karar vermiş hukuk okumaya; öncelikli amacı güçlü ve kendi ayağının üzerinde duran bir kadın olmakmış. Mesleğini bu amacı gerçekleştirecek bir vesile olarak görmüş. Öncelikli amacı gerçekleşse de, çatışmayı sevmeyen, elden geldiğince uzlaşma arayan yapısı sebebiyle adliye ortamına uyum yapamamış, şirket avukatlığına yönelmiş. Şirket avukatlığından keyif alsa da mesleğini yaptığı yirmi beş yıl boyunca arayış içinde olmuş. Bu arayış içinde bol bol okumaya başlamış. Bu okuma süreci onu önce felsefe yüksek lisansına ve sonra da psikoloji lisans öğrenciliğine götürmüş. Şu an Bilgi Üniversitesi’nde psikoloji son sınıf öğrencisi.
Ben çok şey öğrendim O’ndan. Tadına doyumsuz sohbetimizin en öğreticilerini aşağıda aktarmaya çalıştım. Keyifli okumalar.
B: Üniversiteye girdik. Ama dersler ilerledikçe anladık ki bu bölüm bize uygun değil. Meslek değiştirmek için geç kalınmış sayılır mı?
Y: Asla sayılmaz! Sağlıklı meslek seçimi için kendini tanıma düzeyi çok önemli. Kişi kendini tanıdığında ve ilgi duyduğu mesleklerle uyumunu sağlıklı bir şekilde değerlendirebildiğinde kendine uygun mesleği seçme şansı artar. Dolayısıyla bu üniversiteye girdikten sonra gerçekleştiyse ve kişi eğitim aldığı bölümün kendine uygun olmadığının o zaman farkına varırsa, uzun yıllar sıkıntı çekmek istemiyorsa, kısa dönemli sıkıntıyı göze almalı ve bölümünü dolayısıyla mesleğini değiştirebilmek için elinden gelen çabayı göstermeli. Tabi ideal olan bu sürecin çocuklukta başlamış ve bu seçim öncesinde tamamlanmış olması ve böyle bir değişikliğe gerek kalmaması.
B: Bu süreç çocuklukta nasıl başlar?
Bir çocuğa kendi farkındalığını arttırmasının tüm sorumluluğunu yükleyemeyiz. Ben bu kitabı yazmadan önce kendimi çok suçladım “nasıl böyle bir seçim yaptım, bu tamamen benim hatam” diye. Hukuk Fakültesini bitirene kadar adliyeye, hatta avukat bürosuna dahi gitmemiştim. Ve hiç kimse de “Evladım hiç gittin mi adliyeye, nereden biliyorsun bu mesleğin sana uygun olduğunu?” diye uyarmamıştı beni.
B: Peki üniversitede okuyan bir öğrenci bölümünü sevmediğinden emin. Ve bu mesleği yapmak istemiyor. Ne yapabilir?
Y: Öğrenci ne yapmak istediğinin farkına varmışsa örneğin iktisat okuyan biri “ben yanlış bir bölüm seçtim ama mezun olduktan sonra tarihle ilgileneceğim diyebiliyorsa ve bundan eminse durumu nispeten kolay. Bir insan senin yaptığın gibi tutkuyla “ben şunu yapmayı çok istiyorum” diyorsa onun önünde hiçbir şey duramaz bence. Asıl sıkıntılı durum ne istemediğini bilirken, ne istediğini bilemeyince ortaya çıkıyor. Bu durum kişinin kendini ya da ilgilendiği meslekleri yeterince tanımadığının bir göstergesi bence. Kitabımda bu durumda olanlara yardım amacıyla çok sayıda soru paylaştım. O sorular üzerinde düşünmek, cevaplarını yazmak, araya biraz zaman koyup yazdığı cevapları gözden geçirmek, bu sırada okumak, araştırmak, aklına güvendiği kişilerle bu sorular ve verdiği cevaplar üzerinde sohbet etmek kişinin ne istediğini bulmasına katkıda bulunabilir.
B: İnsanın meslek seçimi pek çok açıdan önemli. Peki, kararsızlar başka nelere dikkat etmeli?
Y: İş seçimi eş seçimi gibi. Önce kendime bakacağım, sonra ilgi duyduğum mesleğe bakacağım, sonra da aramızdaki uyuma bakacağım. Yeteneklerim, değerlerim, becerilerim meslekle uyum içinde mi? Bu sorulara cevap verdikten sonra, bir de “bu cevaplarım gerçekle uyumlu mu?” diye bakmam gerekir. Bir keresinde sohbet ettiğim bir genç kız “ağzım iyi laf yapıyor, ceza avukatı olacağım” demişti. Kendisinin ağzının iyi laf yaptığını fark etmiş, ceza avukatlığı için bu özelliğin gerekli ve yeterli olduğunu düşünüyor. Ama bu varsayımı yanlış. Varsayımını test etmesi gerekir. Bunu da ancak o mesleği yapan birkaç kişiyle sohbet ederse anlayabilir. O mesleği yapmaktan memnun olanlarla ve olmayanlarla konuşabilir. Böylece seçmiş olduğun mesleğe karşı görüş açısı genişler. Tabi gözlem yapmak da çok önemli. O mesleğin yapıldığı yere gidip, bir köşede, birkaç saat sessizce olan biteni, ortamı, kişilerin davranışlarını izlemek.
B: Kişi diyelim bu dediklerini yaptı. Örneğin bu ceza avukatı olmak isteyen kıza, birisi “ağzının laf yapmasıyla ceza avukatlığının pek ilgisi yok” dese, etkili olur muydu gerçekten?
Y: Kişinin dünyaya ne kadar açık olduğu ve ne kadar esnek olduğu da önemli tabi. Ben de o zamanlar böyle bir uyarı tahminim hiç etkili olmazdı. Çünkü öğrenci tutumunda değildim. Öğrenci tutumunda olan varsayımlarını test eder, “bilen kişi” tutumunda olanın başkasını dinlemeye ihtiyaç duymaz. Ancak, unutmayalım ki iş seçimi, evlilik gibi hayat boyu bizim ve başkalarının yaşamına etki edecek bir karar. Bu tür kararları almadan önce, sağlıklı bir karar için soru sorma ve gözlem yapma yani bir belirsizlik süreci yaşanması şart. Belirsizliğe dayanmak ise hiç kolay değil. Bilen kişi bir bakıma belirsizliği göğüslemeye cesareti olmayan kişi. Araştırma süreci yaşamaktansa, hemen sonuca gidip, bir hedefe kendini adamak hem toplumda kabul görüyor, hem de bir bakıma daha kolay.
B: Peki bu belirsizlikte yaşanılan depresyonlar?
Y: Depresyon ruhun kendisini güncellemesi için iyi bir uyarı mekanizması bence. Müthiş bir uyandırıcı.
B: Peki yaşanılan acılar, çekilen sıkıntılar…
Y: O anda anlamlı olmayan belki de acı veren şeyler sayesinde yaptığın değişiklerle ilerde tam bir akış yaşadığın ve çok keyif aldığın süreçlere götürebilir. Belirsizliğe dayanamadığın için hemen seçim yapıp sonuca gidince, ileride yanlış seçimi düzeltmek için çok daha ağır bedeller ödeme ihtimali var, onu da dikkate almak lazım.
B: Hissizlik bugünkü iş seçiminde de yanlış yapmamıza neden oluyor mu?
Y: Hissizlik derken neyi kast ediyorsun? Mesleğe yönelirken tek değer olarak getireceği geliri dikkate almayı mı? Martin Seligman çalışanların mesleğe bakışlarını iş, kariyer ya da çağrı olarak grupluyor. Mesleklerine “iş” olarak bakanlar sadece getireceği gelir için o işi yapıyorlar, onun ötesinde işleriyle hiçbir bağları yok. Mesleklerine “kariyer” olarak bakanlar getireceği gelir yanında saygınlık ve güç gibi ilave kazanımlar elde edeceklerini düşünüyorlar. Mesleklerine “çağrı” olarak bakanlar, biz buna mesleklerine tutku duyanlar diyelim, yetenekleri ve değerleriyle uyumlu ve kendilerinden büyük bir şeye fayda sağladığını düşündükleri o işi yapmayı, paradan ve ilerlemeden bağımsız olarak anlamlı buluyorlar. Mesleğimizi yalnızca iş olarak gördüğümüzde ve getireceği gelirin ya da statünün ötesinde bizim için anlamı yoksa yaşamımızda bir şeylerin eksikliğini hissetmemiz çok muhtemel olur. İçimizde bir eksiklik, bir boşluk hisseder, ne kadar para kazanırsak kazanalım, o boşluğu dolduramayız.
B: Kendini tanımak için deneyim önemli mi?
Y: Tabi önemli. Farklı hobi kulüplerine girmek, seyahat etmek, kitap okumak, insan ilişkilerini geliştirmek, değişik ortamları gözlemlemek, kısacası deneyimini arttırmak için çaba göstermek tüm bunları yaparken, “ben bunların neresindeyim?” sorusuna yanıt aramak da kendini tanımaya yardımcı olur.
B: Kendini tanımak için ne kadar şans var sence?
Y: Bunu önemseyen insan için her zaman. Öyle ki bu kişi belirli bir süre emek verdikten sonra, bu birikimin sonucunda, bazen bir anda bile kendisiyle ilgili çok önemli bir farkındalığa ulaşabilir. Bir öğretmen, bir dost, okuduğu kitaptaki bir cümle, bir film bazen öyle bir dokunur, öyle bir dokunur ki hayatına… O öğretmen ya da o kitap en büyük şansı olabilir.
B: Ama bazen çok istemek beraberinde bir spritüel yardımı da getirmez mi?
Y: Olabilir tabi. Bir kitap en ihtiyacın olan zamanda bir vesileyle karşına çıkabilir. Yeni tanıştığın biri sana duymaya en ihtiyacın olan sözü söyleyebilir.
B: Bir de şöyle bir durum var. Çocuk makine mühendisliği istiyor ama tarihi çok seviyor. Ama koşullar ve maddi durum çok da elverişli değil, mesleği değiştirmeye…
Y: En efektif şekilde koşulları araştırsın, derim. Hiçbir plan olmadan paldır küldür gitmek çok doğru olmaz. Ayrıntılı araştırma yapmak şart. Bütün sistemi dikkate almak çok önemli. Kimseye aklını hesaba katmadan kuru kuruya” yüreğinin sesini dinle” diyemem. Yüreğinin ve aklının sesini birlikte dinlesin. Hayat hep dengeler üstüne kurulu. Açıyı mümkün olduğu kadar geniş almak lazım. Bir insanın kendisi için yapabileceği en iyi şey kendi bakış açısını genişletmek ve Doğan Cüceloğlu’nun tabiriyle “kültür robotu” olmaktan çıkmak. Bunların hangileri benim gerçek düşüncelerim, hangilerini ezbere, robot gibi tekrar ediyorum farkındalığı önemli. Tarihi isteyen ama makine mühendisliği okuyan bir genç, ailesinin bu durumu anlayışla karşılamayacağını düşünüyorsa, bunu ailesine açmadan önce ev ödevini yapsın. Tarihçilerle konuşsun, tarihçilerin çalıştığı ortamları araştırsın, mümkünse o ortamlarda bulunsun, ortamı gözlemlesin. Bu sürecin sonunda tarihi neden istediği, kendisine neden makine mühendisliğinden daha uygun olduğu ve ileride tarihçi olarak ne yapmak istediği konusunda az çok açıklığa kavuşunca durumu ailesine açsın. Stratejik davranmak önemli, kitabımda meslek değiştiren, ya da okuduğu alandan farklı mesleklerde çalışan kişilerin ne kadar stratejik davrandıklarına dair pek çok örnek var. Yaşam aceleye getirmeden emek vereni seviyor.
B: Her insan farkına varır mı?
Y: Maalesef hayır... 80 yaşında insanlar tanıyorum, hiç farkındalığı yok. Kızım 20 yaşlarındayken çevremizdeki büyüklere sordum, “kızıma eş seçerken ne tavsiye edersiniz?” diye, “yakışıklı bir erkekle evlenmesin” dediler, onun ötesinde bir öneri getiremediler.
B: Peki farkındalık çok büyük nimet değil mi?
Y: Hem de nasıl… Şöyle söyleyeyim Beril’ciğim olan bitene anlam vererek yaşıyor ve ona göre davranışlar sergiliyoruz. Olan biteni eksik ya da yanlış yorumlayınca, bu durum davranışlarımıza, ilişkilerimize, başarımıza, mutluluğumuza hatta sağlığımıza yansıyor.
YORUMLAR