CDU’lu Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke’nin 2 Haziran 2019 tarihinde gece yarısı kendi evinde başından vurularak öldürülmesi kamuoyunda infial oluşturdu. Başta yetkililer ve medya organları, Kassel Bölge Valisi Lübcke’nin katilinin ırkçı ve yakın çevresinden olduğu tahmini üzerinde yoğunlaştı. Fakat asıl ilginç detay daha sonra ortaya çıktı. Artık sadece aşırı sağcı gruplardan bağımsız tek başına hareket eden bir katilden değil, ırkçı bir yapılanmaya üye olan ve NSU seri cinayetlerinde de parmağı olan bir şahıstan bahsedilmeye başlandı. Bu durum devlet makamları için de ayrı bir zorluk anlamına geliyordu, zira bizzat Alman devletinin sahip olduğu yetkiler ve birtakım hizmetler aracılığıyla bu tip yapılara derinden dâhil olduğu biliniyor.
On bir yıl boyunca “döner cinayetleri” olarak basında sıkça tartışılan NSU davasının nihai sonuca varamamış olması ve son olarak mahkeme kararıyla davayla ilgili kanıtların 120 yıl erişime yasaklanması ve birden unutturulmaya çalışılması zaten toplumu öfkelendirmişken şimdi de mültecilerin haklarını savunan bir politikacının sessizce kendi evinde öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu.
Kamuoyu sahte haberlerle yanlış yönlendirildi
Artık günümüzde gazeteciler ve araştırmacılar, kendi çıkarları doğrultusunda sabotaj yapma, sahte haberler üretme ve devam eden soruşturmalara etki etmek için inkarı mümkün olmayan şeyleri dahi kendilerine göre uyarlama konusunda cesaret sahibi.
Bu şaşırtıcı tutarlılık ve süreklilik, hem NSU seri cinayetleri davasında hem de en son yaşanan Lübcke cinayetinde yaşanan birtakım ciddi durumlardan kaynaklanıyor Bu durumlar ise şu şekilde sıralanabilir:
Kamuoyunu bilgilendirme, olaya dahil olan kişilerin kamuoyu nezdinde sahip oldukları itibara bakılmaksızın, herkesle ilgili eşit derecede uygulanacak olsaydı, bir cinayet davası soruşturmasında, bu cinayete göz yuman, sonrasında da örtbas edilmesine yardımcı olan kişiler de ortaya çıkarılırdı.
Örneğin cinayet işleyenlerin saklanması/gizlenmesi kuralının sınırları, 2007 yılında Heilbronn’da polis memurlarına yapılan suikast girişimine dair yürütülen soruşturma sırasında bir hayli zorlamıştı. Bu tip cinayetlerin nasıl soruşturulduğunu bilen herkes, önemli cinayet veya suikastlarda arka planda olan diğer faillerin gizlendiğini bilir. Öte yandan mülteciler veya yabancılara karşı işlenen bir cinayet kısa sürede açıklığa kavuşmaz ve aydınlatılamızsa önce “derin bir pişmanlık” duyulur, “üzüntüler” medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılır, sonra da gündem değiştirilerek cinayetin en kısa sürede hafızalardan silinmesi beklenir. Ama bir polis cinayeti yahut suikast girişimi aydınlığa kavuşturulamazsa, ciddi anlamda sorun yaşanır. Cinayeti aydınlığa kavuşturulamayan kişi önemli bir politikacı olduğunda ise bu durum çok daha büyük sorunları beraberinde getirir.
“Katılmak” ve “dahil olmak”, faillerin ortak bir politik ideolojiyi paylaşmasının da ötesini ifade eder. Katılım sağlamak için ille de ortak bir ideolojiye sahip olmaya gerek yoktur. Örneğin, NSU ağında aktif olan V-halkı[1] da dâhil olmak üzere bu tür yapılara devlete özgü bir şekilde “katılımlar” mevcuttur. Devlet hesabına çalışan bu “V-halkı” ciddi suçlara karışsalar bile tespit edilmemeleri için korunurlar. Eyaletler de federal eyaletler de iktidardaki güç olarak bu gizemli kişileri korurlar.
Normal şartlar altında bu tarz bir işbirliğinin iletişim uzmanı sosyologların, polislerin ve savcıların da dikkatini çekmesi gerekir, çünkü bir suçu gerçek anlamda aydınlatmak istiyorsanız her tarafı objektif bir şekilde araştırır ve tek yönlü bir soruşturma yürütmezsiniz.
Kermes kavgası, süslü cinayet
Lübcke cinayetinin detayları incelenecek olursa, bunun başta ırkçı bir saldırı olduğuna kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat sonra her ne olduysa, çok pratik bir bakış açısı üzerine odaklanıldı. Önce yeni bir senaryo çizdiler sonra da bu senaryoya göre bir fail oluşturarak siyasi izi silmeye çalıştılar. Bu yöntem orijinalliğini uzun süre önce yitirmiş olsa da, alıcısı ve inananı çok olduğundan işe yarayan bir yöntem olarak kabul edilir. Lübcke cinayeti için ise senaryo şu şekilde yazıldı: “Kermes ziyareti sırasında alevlenen kavganın sonu: Polis Lübcke cinayetinin bir ırkçı grup tarafından değil de kendi yakın çevresinden biri tarafından gerçekleştiği üzerinde yoğunlaştı.” (Süddeutsche Zeitung, 17 Haziran 2019)
İlk başta ortaya atılan “ırkçı cinayeti” algısını yıkabilmek adına yazılan senaryoyu kamuoyuna inandırıcı hale getirmek için zaman zaman medya kuruluşlarından yardım alınmaya başlandı. Özellikle “Kermeste çıkan kavganın sonucu” senaryosunu güçlendirmek için ayrıca yetkili kişilerin açıklamasına yer veren basında, “Katil zanlısının ırkçı bir yapılanmanın mensubu olduğu bilgisi teyit edilememiştir. Bu bilgi yanlıştır,” (Süddeutsche Zeitung, 17 Haziran 2019) şeklinde haberler yapılmaya başlandı.
Biraz daha derinleşmek gerekirse; günlerden 15 Haziran 2019. Walter Lübcke’nin kıyafetinde DNA’sı bulunduğu için bir adam tutuklanarak gözaltına alınıyor. Bu adam ne hikmetse “Bundeskriminalamt’ta” (BKA) (Federal Kriminal Ofisi) kayıtlı. Polis teşkilatınca tanınan bu adamın birçok suç dosyası ve uzun bir sabıka kaydı var. “Araştırmalara göre bu kişinin ırkçı yapılanmaya dahil olduğuna dair göstergeler mevcut” (Bild.de, 16 Haziran 2019). Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) ise, katil zanlısının aşırı sağ kanattan olduğunu öğrendiğini açıklıyor.
Katil zanlısı hakkında başta kullanılan “aslında masum bir bahçıvandı” senaryosunun uzun süre gitmeyeceği anlaşılınca ikinci senaryo devreye sokuldu ve zanlının Nazi olduğu kabul edildi. Fakat bu sefer de “sağcı bir terörist gruba dahil olabileceğine dair bir kanıt yok” dendi (Frankfurter Rundschau, 18 Haziran 2019). Bu görüş ise yetkili makamların sözcüsü Markus Schmitt tarafından Karlsruhe’deki federal savcının ifadelerine dayanarak paylaşıldı. Davanın üstünde sadece bir haftasonu çalışarak böyle bir açıklama yapan savcılığın profesyonel bir çalışmadan ziyade panik içerisinde yeni bir senaryo üretimine geçmiş olabileceği düşüncesi güçleniyor. Fakat NSU davasında olduğu gibi yazılan bir senaryonun bir yerinde açık varsa anında yeni bir senaryoyla gizlenmesi gerekiyor. Nitekim açığı olan bu senaryo da anında müdahale edilerek değiştirildi.
Peki bir de şu şekilde düşünelim: Ne olursa olsun, hangi organizasyona dahil olursa olsun, bu cinayet her açıdan araştırılsaydı nasıl bir sonuca varılırdı? Cevap basit: O zaman NSU 2.0 gibi ırkçı bir organizasyon ile karşılaşılabilirdi. Ve işte burada senaryonun açığını yakalamış olurdunuz. Çünkü “Kameradschaften”, “blood&honor” ve “combat 18” adlı ırkçı yapılanmalara üye olan katil zanlısının, NSU 2.0 ile yakından bir ilgisi olabileceği düşüncesi güçlenmiş oluyor.
Katil Zanlısı Stephen E.
Şüpheli Stephan Ernst’in ismi bizi, bireysel faillere değil, varlığı yıllardır inkar edilen neo-Nazi terörist yapılarına götürüyor. Stephan Ernst, NSU’nun daha güzelini hayal edemediği bir neo-Nazi özgeçmişine sahip. Örneğin, 1989’daki yeniden birleşmeden sonra ortaya çıkan pogromlarla[2] siyasallaştı. Hatta 1993 yılında Hessen Hohenstein-Steckenrodt’taki mülteci konaklamalarına yapılan saldırı nedeniyle, birkaç yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Stephen Ernst'in kabarık sabıka kaydı
“Kasselli 45 yaşındaki Stephen E. 2000’li yıllarından bu yana anti-faşistler tarafından tanınıyor. 2000’lerde neo-Naziler Michel Friedrich ve Mike Sawallich’in etrafındaki iç çemberin içindeydi. NPD gösterilerine, en az bir sprey eylemine ve 2007'de Nazi rakipleriyle neo-Naziler kavgasına katıldı. (...) Ernst 1 Mayıs 2009’da altı yeni neo-Nazi üyesiyle Dortmund’a seyahat etti ve orada DGB (Sendika Birliği) gösterisine düzenlenen bir saldırıya katıldı ve bu saldırıda tutuklandı. (…) Stephen Ernst 2016'da, ‘Ulusal Sosyalist Yeraltı’nın suçlarını netleştirmek için Hessen eyaleti soruşturma komitesinde konu olarak ele alındı. Ayrıca Die Linke partisi tarafından Kassel’in aşırı sağcı neo-Nazilerine örnek olarak gösterildi. Neo-Nazi ve V-adamı olan Benjamin Gaertner, milletvekili Schaus’un sorusu üzerine ‘NPD-Stephen’ adında bir kişiyi tanıdığını doğruladı.” (“Lübcke’deki şüpheli, tanınmış bir neo-Nazi'dir”, Exif [araştırma ve analiz],[3] 17 Haziran 2019). Bu bilgi anti-faşist arama ağı "Exif" tarafından derlendi.
Kassel’de 2006’da gerçekleşen suikast girişiminin açıklığa kavuşturulamamasını, istihbarat subayı Andreas Temme’nin bundaki rolünü ve Lübcke cinayeti davası soruşturmasının başarısız olmasını “Exif” şu şekilde açıklıyor:
Devletin çeşitli makamları ve istihbarat servislerinden gönderilen casuslar bu tip örgütlere bilinçli şekilde yerleştirilirler. Ve bunlar Anayasa’nın Korunması Bürosu tarafından korunurlar. Bundan dolayı, devlet tarafından yerleştirilen ajanlar cinayet işlemiş olsalar bile gizlenir ve asla açığa çıkarılmaz.
Lübcke cinayeti davasının bile “devlet huzurunu” etkileyen bağlantıları açıklamadan aydınlatılamamasının birçok nedeni var. Kassel’de 2006 yılında işlenen cinayetle ilgili açılan davaya dair iç soruşturmadan çıkan neticelerin 2134 yılına kadar gizli kalacak olması, NSU seri cinayetleri davasının belgelerine getirilen 120 yıllık erişim yasağı vb. gelişmeler, bu tip önemli cinayet soruşturmalarının devletin çıkarları doğrultusunda yönlendirildiğini gösteriyor.
[Almanya'da doğup büyüyen Büşra Fadim Sarıkaya uzun yıllar basın sektöründe çalışmıştır. Şu anda İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını yapmakta olan Sarıkaya Türk-Alman Üniversitesi'nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.]
[1] V-Halk/ V-Adam: İstihbarat, polis veya güvenlik güçleriyle gizli işbirliği içerisinde olan kişiler. Bunların isimleri gizlidir ve gerektiği zaman terör örgütleri vb. organizasyonlara sızarak bilgi aktarımını sağlamaktadır.
[2] Pogrom, “çok zarar vermek, şiddet kullanarak yok etmek” anlamına gelen Rusça bir kelimedir. Terim, tarihsel olarak, Rus İmparatorluğu'nda yerleşik Yahudi olmayan toplulukların Yahudilere karşı yaptıkları şiddet eylemlerini ifade eder.
[3] Exif, Anti-Faşist araştırma ağı
YORUMLAR