Son yıllarda kendimce bir şey keşfettim; Sıradan, sade insanlarla
birlikteyken ne kadar mutlu olduğumu. Bunu birazda beş senedir hemen her
pazar dağlarda tanıştığım köylülere borçluyum. Hafta içi de zamanımın büyük
bir kısmı gençlerle geçiyor. Yani anlayacağınız iki sıkı grupla
birlikteyim. Ruhum her sohbette pırıl pırıl. Özellikle köylülerle
geçirdiğim derin sohbetlerden sonra gördüm ki daha mutlular. Peki neden
kaynaklanıyor bu mutluluk?
Şehirliler çocuklarını bu kadar iyi kolejlerde okutup, bu kadar (sözüm
ona) özenli büyütürken nasıl oluyor da köy çocuklarının gözlerinin içi bu
kadar samimi gülebiliyor da, şehirli çocukları daha memnuniyetsiz ve
depresif. Köylü Ayşe teyzem benim yıllardır aradığım anlam arayışını öyle
psikoloğa gitmeden, kişisel gelişim kitapları okumadan bulmuş da bu kadar
şükran dolu ve huzurlu. Üstelik tarlada bütün gün çalışmış, 5 çocuk
doğurmuş, evine yardımcı kadın falan da gelmiyor! İşlerin tamamı Ayşe
teyzemde yani ama bir tık şikayet mi olmaz! Yok yok yok!!!
Ne kadar mutsuz, depresif, sinirli, asık suratlı, ışıksız insan tanıdıysam
ortak özellikleri kendilerini fazla önemsemeleri. Kendiyle ilgili
düşüncesi; değersizlik kendini önemsemesi maksimum. Şems'e sormuşlar ne
bilirsin diye? Demiş ki haddimi bilirim! Sıradanız işte, herkes acılardan
kendi payına düşeni yaşıyor. Ama bazısı olgunlaşırken bazısı hepten
deliriyor. Bir insanın kendine yapacağı en büyük iyilik kendinin ne kadar
sıradan olduğunu unutmaması. Yere çöp atıyor çünkü çöp kutusuna çöp
atamayacak kadar değerli, güvenlik şeridini ihlal ediyor çünkü onun işi
herkesten acele, okuldan mezun olunca iş bulamadığı zaman bunalıma
giriyor, vizesi kötü geçiyor psikolojisi bozuluyor. Bu kadar kolay mı bu
işler... Mutlu olmak kendine adanmak değil ki. Çok iyi meslek sahibi
olmak, para kazanmak için çalışıyorsanız çok üzgünüm ama bir ömür mutlu
olamayacaksınız. Mutluluk, iç huzuru ve anlam bulmayla, yani birilerinin
hayatına dokunduğunu hissederek, zincirin hem vazgeçilmez ama bir o kadar
sıradan bir parçası olduğunu en derinine yerleştirmekle olur. Sevilmek çok
güzel ama gerçek aşk içsel değersizlik duygusunu kapatmak için değil,
karşıdakinin gözlerinde erimekle olur. Mutluluk hayata tevekkülle teslim
olmaktır. Özellikle daha şehirde yaşayan, daha okumuşların köyde yaşayan
Ayşe teyzeye göre çoğunlukla daha depresif olmasının nedeni daha farkında
olmaları değil, bilinçaltısal olarak kendilerini daha önemsemeleridir.
Peki bir insan kendini neden önemser? Çünkü değer yargıları insan
doğasının dışında çarpıtılmış ya da küçüklükten çok değersizlik hissi
edinmiş belki de haddinden fazla yani gerçekçi olmayan bir şekilde değer
görmüştür. Değersizlik hissi nasıl çarpıtılır? Kişi kendisini kariyer ve
notlar üstünden, para üstünden, fiziksel güzellik gibi olmadık şeyler
üstünden değerlendirirse ve kendi değerini bunlara göre verirse çok
üzgünüm ama ilelebet iç huzuru yok Ona! Gerçek değer insanın kendisini
olduğu gibi kabul edip sevmesidir. Bunun için önce kendini derinden yani
bütün duygularıyla tanıyıp kabul etmesi gerekir. Hepimizin içinde toplum
normlarının belirlediği kodlar var farkında değiliz. Ahlak mesela! Yalan
yanlış bir şekilde öyle bir çakılmış ki, insan ayıplama had safhada.
Halbuki insan özü hiç de toplum normlarının dediğini demiyor. Bütün bu
duygular bastırılınca karşı taraf başlanıyor ayıplanmaya halbuki
ayıpladığı kendisi! Evet ta kendisi! Bilinçaltısal olarak o kadar yapmak
istiyor ve bastırıyor ki!
Uzun lafın kısası içsel değer dışsal olaylardan makamlardan, başarılardan,
paradan, güzellikten alınmaz. Bu kişilerin kendilerini bilinçaltısal
olarak önemsemesine neden olur. Kendini önemseyen kişi aslında kendini
gelip geçici dış etkenlere bağladığı için değerli hisseder ki bu gerçek
değer değildir. Gerçek değer kendini tanıyıp kabullenmeyle olur. Ayşe
teyze kendini tanımak için uğraşmış mı peki? Hayır! Çünkü o şehirli biri
gibi uyarıcı yani dıştan gelen değer yargılarına maruz kalmamış. ve doğal
olarak yaşamı anlamlı.
Öyle işiniz gücünüz olsun öyle aşkla sevin ki onun içinde eriyin
kaybolun.. Mutluluk da huzur da budur.
YORUMLAR