CENNETİN ANAHTARINI VEREYİM Mİ!
Ortaçağ Avrupa’sı deyince aklınıza ilk ne gelir? Feodalite, burjuva, kral, kilise, kan, günah, engizisyon, sömürü, ahlak kisvesi altında sapkınlık, taht ve sınıf kavgaları.. Yani bugüne dair Batı’yı Batı yapan ne varsa çoğu Ortaçağ Avrupa’sından çıkmış. Ne garip değil bu kadar kan kaos içinden insanı yaşam endeksleri diğer bölgeleri açık ara önde olan Avrupa medeniyeti..
Geçen gün bir öğrencimin mesajı ile uyanıyorum “Hocam şuna bir bakın!” Bakayım yo gelin hepbirlikte bakalım, tek benim bakmam bir işe yaramaz;
- (köyden bir abi) Oğlum şehirde ne yapıyorsun, okuyor musun?
-Evet
- Okuyup ne yapacaksın ahiretini kurtar sen önce. Seni yanlış yoldan alacak bir cemaate katıl. Mesela benim olduğum yer (şeyhinden bahsetmeye başlar.)
- Abi iyi de biz müslümanlar senin dediğin gibi yaparsak okuyup başa gelenler kimler olur? Peki o baştakiler sana dinini yaşama hakkını verir mi?
-Allah büyüktür. Kimse Allah’ın davasına karşı gelemez. Orasını Allah’a bırak sen.
Allah, Evren, Kutsal Enerji, Maymun, Öküz, Muz.. Neye inanıyorsunuz bilemem ama sistemi bu kadar kusursuz yaratan her kimse çok büyük olduğu kesin lakin amcamızın inanışında atladığı ya da yanlış anladığı bir nokta var; Bu Yaratıcı Güç akşam misafirliğe giderken bizi Dünya’ya bırakıp “Aman siz sakın yaramazlık (günah) yapmayın ben gelinceye kadar uslu uslu sessizce durun demiş olamaz. Yani bu kadar kusursuz bir düzenin yaratıcısı insanı sadece günah işlemesin bu vesile ile akşam eve döndüğünde yaramazlık yapmayan çocuklarını ödüllendirecek (günah işlemeyenleri cennete gönderecek) olamaz. Bu algı yani öbür dünya algısı Ortaçağ Feodalitesindeki gibi her iki taraf (inananlar ve nasıl inanacağını gösterenler) için yüksek doz kar içerir! İnanalar kendi kafalarını çalıştırma lütfunda bulunmaz doğal olarak yaptıklarından sorumluluk almaz, bir sıkıntı oldu mu hemen hemen papazına şeyhine havale eder, nasıl inanılması gerektiğini öğretenlerse her açıdan güç kazanır (Fethullah Gülen, Adnan Oktar ve diğer tarikat başlarının hayatlarını servetlerini görüyoruz) Ortaçağ’da da Avrupa’da Kral’dan dahi daha büyük toprak ve birikime sahipti din adamları. Yüzyıllarca halkı sömürdüler ve nihayet 16. yüzyılda bugünkü Almanya toprakları içinde Martin Luther’in hareketiyle başladı yepyeni, daha insani, daha özgür, daha uygar bir toplumun temelleri yani reform hareketi.
Aydınlanmamış toplumları yönetmek ne kolaydır halbuki istediğini yaparsın, meşrui bir zemine çakarsın ve inanırlar. İnanmak isterler çünkü sorgulamak beyin çalıştırmak ister, enerji ister, sorumluluk ister, ne zor şeydir sorgulamak ne zahmetlidir..
“Hristiyan ahlakı ezilen İnsanlara uysallık ve sabır fikirleri aşılamak ve feodal düzene karşı her türlü mücadele fikrini bastırmak için kullanılıyordu” der Donskoy Ortaçağ kitabında. “Hristiyanlar ölümünün ardından insanın yaşam boyu sergilediği davranışlara bağlı olarak, ruhun ya günahları nedeniyle ebedi ısdıraba yazgılı olacağı cehenneme ya da cennete gideceğine inanırdı. Ruhban, Tanrı ile insanlar arasında aracılık yaparak sadece kilisenin dua yoluyla insanın Tanrı’nın gazabından koruyabileceğini savunurdu.” (Agibalova, Donskoy, Ortaçağ Tarihi, s.94)
İşte Aydınlanma tam da halkın acaba bundan karanlığı var mıdır dediği yerde başladı. Zaten kaybedecekleri zincirlerinden başka ne kalmıştı ki! Üstelik Tanrı nasıl olur da “Gazap” sahibi olabilirdi. Gazap sahibi, tüm kötülüklerin çıkış yeri insanın kendi zihni olabilir miydi? Sorgulamaya başladıkları günden itibaren bütün sorularına yanıt buldular. Sorgulayan yanıt zaten eninde sonunda gelir yeter ki yola çıkma cesaretimiz olsun.
Uzun lafın kısası Aydınlanma Hareketi “öbür dünya” algısından “bu dünya” algısına taşıdı Batı’yı. Ödül olarak Medeniyet. Her ne olursa olsun İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne İnsani Yaşam Endekslerinin her kaleminde (insan hakları, sağlık, hukuk, çevre..) Avrupa’daki pek çok ülke açık ara önde. Yani diğer toplumların yediği mandalinanın tohumu, yetiştirildiği toprağın kimyasal dengesi, sulandığı suyun temizliği kalitesi Avrupa’ya göre daha kontrolsüz. Burdan yürüyün, daha neler neler... İnanç kalıplarımızın acilen “burada insan gibi kaliteli yaşamayı öğrenirsen, çevreye insanlığa karşı hiçbir cehennem, Tanrı korkusu olmaksızın sadece saygın gereği güzel davranırsan cenneti bu dünyada deneyimler, öldükten (enerji boyutun değiştikten) sonraki ruhsal yolculuğunda da huzurlu bir şekilde kaldığın yerden devam edersin” bilinç kalıbının yerleşmesi dileği ile.. Ne diyorduk; Cennet Bir Yer Değil Bir Bilinç Boyutudur.”
YORUMLAR