ZİHNİYET DEVRİMİ 2
Beril Yaşar

Beril Yaşar

ZİHNİYET DEVRİMİ 2

18 Haziran 2018 - 18:16

ZİHNİYET DEVRİMİ

Kuantumun devletsel açıdan mantığı nedir?

Ben kitaplarımda toplumsal olaylara sistem, süreç ve yapı mantığıyla yaklaştım.

Bunu biraz daha açabilir miyiz?

Örneğin şu anda Türkiye’nin ekonomik sistemi nedir? Piyasa ekonomisi mi? Bana göre etkin bir piyasa ekonomisi değil. Hükümetlerin haksız rekabet yarattığı bir sistem piyasa sistemi değildir. Her gelen iktidar kendi yandaşlarını zengin ediyorsa, adil bir ortam yoksa,  bilinçli bir şekilde bazı şirketler batırılıp, bazıları çıkarılıyorsa orada ekonomiye müdahaleci bir yapı vardır ve burada serbest piyasa ekonomisi yoktur.

Peki dünyada serbest piyasa ekonomisini rasyonel anlamda uygulayan ülkeler var mı?

Bu bir derece meselesi.  Bazı ülkeler piyasa sistemine daha yakın davranırlar, yani ekonomik sürecin kendi işleyişine fazla karışmazlar. Örneğin bu sistem için bir çerçeve oluştururlar. Bu çerçeve rekabet yasaları ile belirlenir. Bunlar ilkeleri oluşturur. Buna kurumsallaşma denir. Kurum içindeki akışa da karışmazlar. Sistem de keyfilik olmaz, kurallar ve ilkeler olur. O kurallar kurumlaşır. Bu kurallar çağın değişimine göre esnetilebilir, değişebilir ama kurulların esneklik sınırları bilinmelidir. “Bilgi Uygarlığı İçin Yeniden Yapılanma”  kitabımda Türkiye’deki piyasa sistemini “kuralsız, kurumsuz, ilkel kapitalizm” olarak tanımlamıştım.    Bir de ülkelerin politik sistemleri vardır. Bugün Türkiye’nin tam tanımlı bir politik sistemi vardır diyemeyiz. Türkiye’de dört yılda bir seçim yapmak “demokrasi” olarak tanımlanıyor. Halbuki demokrasinin mantığı özgürlükleri genişletmektir, katılımı arttırmaktır. Sadece seçim yapmak şekli demokrasidir. Liderlerin de insanlarında demokrat olmadığı bir toplumdan demokrasi beklemek çok da doğru bir bekleyiş olmaz.

Demokrasiyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Özgürlük içinde herkesin kendi hür iradesiyle katılabileceği bir ortam yaratmak.  Demokrasi insanlara gerçek anlamda birden çok seçenek sunmalı.  Bir önemli nokta da demokrasinin bazı  kültür değerlerinin olması; eşitlik, adalet, özgürlük gibi.. Türkiye’nin politik sistemi iyi işlemediği için ekonomik sistemi de iyi işlemiyor. Türkiye’nin ekonomik yapılanmasına baktığımızda ise ne tam tarım toplumu, ne tam sanayi ne de tam bilgi toplumu.. Her şeyden önce üretici  yapıya sahip bir toplum değiliz. Üretim odaklı bir ekonomik yapılanmamız yok.

Peki süreç?

Süreç  mevcut sistem ve yapılanmaya bağlı olarak ekonominin günlük akışıdır. Sistem ve yapı daha uzun dönemde işleyiştir. Süreç ise anlık akıştır. Türkiye’deki politik sistem ve süreç ötekisine hakaret üstünden işliyor. Bu durum yapılan siyasetin olgusal olmadığının en önemli kanıtı. Yani toplumun, siyasetin anlamı toplumu belli bir amaç doğrultusunda yönetip yönlendirmektir. Siyaset Arapça’da seyislikten gelir. Atı nerde seyis edersin, nerde dizginleyeceksin bilmen gerekir. Dolayısıyla toplumu yönetirken rota, vizyon nedir'in net bir şekilde saptanması gerekir. Bu heran değişen, pragmatik bir şekilde oluşturulabilecek bir şey değildir. Bir de kişi egemenliği var Türkiye’de. Kişi egemenliği keyfiliktir, keyfiyet anarşiyi beraberinde getirir.    

Hocam şu anda çöktüm…

Dur hemen o kadar kolay çökme! Böylesi toplumlar tepeden yönlendirmeye yatkın oldukları için çok kısa sürede de değişebilir. Atatürk’ün başarısı bunun en tipik örneği.

Şimdi yeniden kalkışa geçtim…

Geç tabi. Bizim toplumumuz inanç temelli düşünüyor.

Dünya’daki bakış açıları nasıl?

Almanlar olaylara bütüncül bakar. İngilizler Amerikalılar ise noktasal. Noktasal bakışta olayı soyutlayıp soyutlayıp noktaya varırsın. Newton mantığının yani mekanik düşüncenin temelinde bu vardır. Halbuki bütüncül bakışta bütün parçaların toplamından daha çok şeyi ifade eder. Mesela bütüncül baktığın zaman işçi ile işveren arasında bir denge vardır ve asla grev olmaz. Toplu sözleşme olur. Sendikalar da işveren de görüşlerini ortaya koyar ve orta noktada buluşurlar. Yani mantık şu hepimiz aynı gemideyiz ve birimiz kazanırsa diğerimiz de kazanır. Kurumlar birbiri ile senkronize olarak çalışır.

Noktasal bakış açısı derken?

Orada herkes kendi çıkış noktasına göre düşünür. Herkes kendi noktasından çıkarak karlı çıktığında toplumun bütünü de karlı çıkar. Tam liberal kafası.  Bireyci kişilik Anglosakson kültürün temellerinden biri. Empati yokluğu, kendi hakkını toplum hakkından fazla gözetme bu noktasal bakış açısının sakıncalı noktaları. 

Peki biz de ne var?

Biz de kişisellik var. Bireysellik ve kişisellik farklıdır. Kişisellikte kişi egemenliği vardır. Burada birey tamamen göz ardı edilir. Noktasallıkta birey göz ardı edilmez. Sadece kişinin kendi çıkarı ağır basar. Her durumda uzlaşma vardır. Kişi egemenliğinde uzlaşma söz konusu olamaz. Bu pek çok kurumumuzda maalesef böyle işliyor. Birey olmadığı için bu tip ülkelerde verilen yani yüklenen kalıplara insanlar rahatlıkla erir. Kürt kalıbı yüklersin girer, Türk kalıbı verirsin girer. Hayatta elbette kimliğin olacak. Ama bunlar üstünden kimliklenmek bambaşka.

 

Bu sadece dinsel inancı kapsamıyor değil mi hocam?

Hayır! Dinsel inançlar günlük inançlarımızın %10-20’sini geçmez. İdeolojik inançlarda bir o kadar tutsa geriye kalan kısım günlük inançlarımız, sosyal kalıplarımız, bilinçaltı kodlarımızdır. Anneden, babadan, atadan, çevreden biriktirdiğimiz kalıplardır. Bir kısmı da biyolojik kalıplardır. Hayatımızı devam ettirebilmek için.

Türkiye (çoğunluk) orta beyniyle düşünüyor diyebilir miyiz?

Düşünmüyor! Türkiye orta beyinle yaşıyor. Çünkü üst beyni alınan insanlar rahatça hayatını sürdürebiliyor. Hatta eskiden insanlar üst beyinin boş beyin olduğuna inanıyorlardı. Ama şimdi anlaşıldı ki üst beyin esas düşünen beyindir, düşünür, vizyon yaratır, üretir. Ama biraz tembeldir. Çünkü orta beyin hayati işlevleri görür ve seratonin salgıladığı için üst beyin harekete geçmekte zorlanır. Üst beyni kullandığında stres hormonu salgılanır ki bu çok önemlidir. Motivasyonu bu yaratır. Yani seni harekete geçirecek olan bu belli dozajda salgılanan stres hormonudur. Mesela yeni bir şey yaptığında orada da ödül ve mutluluk hormonları salgılanır.

 

Hocam ama o mutluluk gerçek mutluluk ve doyum değil mi? Yani biz günlük gezip tozmalar, sohbetler tatiller falan.. bunları mutluluk zannediyoruz ama bunlardan alınan haz bana göre gerçek anlamda bir üretimle çok daha artıyor. Bunlar üretimsiz bir hayatta sadece oyalanma araçları değil mi?

Beril’cim bugüne kadar bilgelerin, yazarların, bilim insanlarının incelediği mutluluk işte tam da bu gerçek mutluluk. Bilge insanların yakaladığı mutluluk bilgeliğin verdiği mutluluk..Bilgelik bilimsellik değildir ama. Bilgelik hayatın bütün boyutlarıyla uğraşır. Bilimde sınırlı bir alan vardır. Bilgelikte inanç ve Tanrıyla da ilişkini düzenlersin. Orada kendinle uzlaşma ortamı yaratırsın. Bilgelikte kavgalar, depresyonlar yoktur.

Türk Devrimi toplumun bilinç seviyesini ne kadar arttırdı sizce?  

Atatürk bu topluma Batı’nın beş yüz yılda yaptığını hazır verdi. Ama herkes bundan kendi kapasitesi kadar bir şeyler aldı. Düşünsene “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyor ve bunu akranlarına bakarak düşün bir de Hitler, Musollini, Franko, Salazar, Lenin, Stalin.. hepsi diktatör hepsi ideoloji peşinde. Atatürk Rusya’dan aldığı yardımlara rağmen onların ideolojisini bile asla benimsiyor. Sadece demokrasiyi kurmak için çalışıyor. Din o kadar uzun yüzyıllar tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı’da da sömürü aracı haline gelmiş,  çoğu zaman tarikat liderleri, din adamlarının yalan yanlış yorumları yüzünden ve sırf tekrardan buna alan yaratmamak için şöyle bir ekleme yapıyor “Bilim dışında bir yol gösterici aramak sapkınlıktır, cahilliktir” Ve o diktatörlerin hepsi tarihin çöp sepetine gitti. Ama bilimin yolu sapasağlam ayakta.

Dünyaya çok büyük faydaları olan çok büyük dışsallıklar yaratan insanlar orta beynin sarmalından çıkabilen insanlar değil mi?

Kesinlikle! Ama bazı şeyler genlerle geliyor. Yine de buna rağmen pek çok kalıbını değiştirmek senin elinde. Üst beyin duyulara bağlı çalışır. Ama duygu merkezi beyin sapından orta beyne geçer ve bütün vücudu kavrar. Duyguları tüm vücudunla hissedersin o yüzden duygular ölümüne hissedilir. Düşünsene insanlar canlı bomba olabiliyorlar. Yani orta beyinle düşünen insana duygu yüklemesi yapıp onu gayet rahat ölüme gönderebilirsin, terörist yaratabilirsin, ülke de iç savaş çıkarabilirsin. Atatürk de bir miktar bunu yapıyor ama aklın rehberliğinde. Düşünmeyi öğrendikçe yani üst beyine geçtiğimiz zaman duygular kontrol altına alınır. Hepsini kontrol edemesen de ketleyebilirsin. Alt beyinle üst beyin arasındaki dengeyi iyi kurmak lazım. Yani duyguyla bilinç arasındaki etkileşimi ve dengeyi iyi kurmak lazım. Biz orta beynin teslimiyetçi yapısına teslim olmuş durumda.

 

En azından duygular bizi yönetemeyecek kıvama gelir yani..

Evet aynen öyle. Buna üst beynin orta beyni ketlemesi diyoruz. O yüzden Ortadoğu’daki bir adamı çok rahatlıkla gaza getirirken bir Alman çok daha katı ve mantıksal bir şekilde olaya yaklaşır. Bir takım duygular genetik ve vazgeçemiyorsun. Yemek bulmak, sevmek, üremek.. bunlardan bazıları. Bunları tam anlamıyla ketleyemezsin. Burada aslolan şey dengeyi bulmak.  Kaliteli hayatı yaşamak tesadüf değil.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar