İlk defa üniversitenin ikinci sınıfında iktisat sosyolojisi dersimize girmişti. Bizim o dönem kafalar darmaduman tabi gençlik, kampüs, aşklar, kendimizi bulma çabaları falan üstüne Recep Kök, Temel Ergun mikro ve makro derslerimize gelmiş bizim beyinler hepten yanmış daha bunların şiddetini atlatamamışken Hüsnü hocanın içinde daha telaffuzunu yaparken zorlandığımız iktisat sosyoloji ve ardından bilgi teknolojileri geldi kucağımıza nur topu gibi. O anlatıyor biz bakıyoruz kuantum diyor, kurumların dinamik işleyişi diyor, intersubjektif, sibernizasyon diyor biz de bakıyoruz..Abartmıyorum ilk iki ders öyle baktık, üçüncü dersten sonra birşeyler açılmaya başladı, dört beş ya hiç de fena değilmiş ve dönem sonunda vay be kuantum sıçradık falan şeklinde derslerinden çıkıyoruz. Söylediği pek çok şey hala aklımda. Ve bana yıllar sonra onunla aynı okulda hoca olma fırsatından ötesini yani köşe yazarlığı ve bir bilim programı yapımcılığını verince kader bu fırsatı atlamadım ve Hüsnü hocamı önce geçen haftalarda programıma davet ettim, önceki günde de birlikte adeta nöronlarımı daha da hızlandıran çok keyifli bir sohbet ettik. Benim farkındalığım oldukça arttı. Sizin hayatınıza da dokunmasını umduğum sohbetin birinci bölümü;
Hocam “Zihniyet Devrimi” diye bir kitap yazıyorsunuz. Nedir zihniyet devrimi? Bilimsel temelli düşünce, bilgi toplumu?
Bilim temelli düşünmeyi öğrenmediğimiz sürece çağı da kavrayamayız, uygarlığı da yakalayamayız. Her çağın farklı bir dünya ve evren algısı vardır. Dolayısıyla bu temel bilimlere paradigma olarak yansır. Mesela sanayi toplumunun temel paradigması mekanik düşüncedir. Herşey mekanik düşüncenin işleyiş mantığına göre dizayn edilmiştir. Mesela mekanik düşünce Newton’la başlar, noktasal mantığı içinde barındırır ki o yüzden nokta, birey, atom mantığı vardır sanayi uygarlığında. Ve noktayı en çok çizgiye genişletebilirsin. Doğanın makine modeline göre standart kesin, mutlak işlevi vardır. Herşey değişmez ve mutlaktır. Kanun değiştirilemez, bilimin değişmez yasaları vardır, toplumun katı yasaları vardır, binaların dizaynı bile köşelidir. Toplum bu algı çerçevesinde dizayn edilir. Oysa bilgi toplumunda durum farklıdır. Bilgi toplumunda kuantum mantığı vardır. Burada atom altına inilmiş ve atom altında yirmiye yakın parçacık keşfedilmiştir. Burada dört fiziksel kuvvet ortaya çıkmış ve tam orada dinamik ve köklü bir etkileşim olduğu görülmüştür. Yani manyetik olgu var, dinamik işleyiş var. Dolayısıyla orada mutlak yasa diye bir şey yok, olasılık yasaları ile konulara bakabiliyoruz. Esnek ve dinamik bir işleyişle karmaşıklık, çok boyutluluk açıklanıyor. Bu kavram anlaşılmadığı için başta ürkütücü gelebiliyor. Ama artık günümüzdeki bütün teknolojilerin temelinde kuantum mantığı var.
Peki ne zaman hayatımıza girdi kuantum?
20. yüzyılın başında keşfedildi ama bizim hayatımıza teknoloji itibariyle girmesi 21. Yüzyılın başı. Aslında 1980’lerin sonunda bilgisayarın ve internetin devreye girmesiyle ilk adım atıldı ama esas sıçrama 21. Yüzyılın başı. Önümüzdeki dönem ise akıllı makinalar çağı ve bu çağda kuantum makine ve bilgisayarları üretilecek. Kuantumdaki dört kuvvete (merkezcil, merkezkaç, elektromanyetizma ve çekim yasalarına) bağlı olarak işleyişe dayalı ve hatta DNA bilgisayarı dedikleri akıllı makinalar üretilecek. İşte o zaman her konuda şimdiki hızın çok üstünde hıza erişilecek. Ve her şey o kadar değişecek ki biz bunu şu anda hayal bile edemeyiz.
Peki hocam Türkiye zihniyet devriminin ne kadar farkında?
Avrupa Birliğin de bile bu konular 1994’te Bangemann Raporu ile gündeme geldi. Maalesef Türkiye 25 yıl çok zaman kaybetti. Son birkaç senedir bunun farkında. Ama daha önemlisi çağın ruhunu, kuantumun mantığını, doğa ve evren algısını dinamik işleyişi algılamadan bizim ekonomik ve sosyal süreçleri yönetme şansımız yok. Dolayısıyla bunun temeli bilim temelli düşünceden geçer. Bilim ve teknoloji temelli düşünmeyi gerçekleştirmek için insanların her şeyden önce düşünmeyi öğrenmeleri gerekir.
Hocam düşünme nasıl olur?
Beynin çalışma mekanizmasında beyin sapı ve orta beyin düşünen beyin değildir, canlıyı ayakta tutmaya bağlı olduğu için canlıyı korumaya odaklıdır. Düşünen beyin üst beyindir. Şimdi biz çocuklara ilkokuldan beri ezberi öğretmeyi çalıştırdığımızda asla düşünmeyi öğrenmez. Çünkü beynin asıl karar veren, plan yapan strateji değiştiren olmayanı hayal eden, o hayalleri gerçeğe yansıtmaya çalışan yani vizyoner düşünen,bütün koşulları akıl ve mantık çerçevesinde yönetecek olan üst beyindir. Üst beynin de ön loblarıdır karar veren. Düşünme mantığını öğrenemeyen, idrak edemeyen toplumların gelecekte çok da şansları yok. Sanayi uygarlığında sistem kurabilen toplumlar çağı yakaladılar. Bilgi çağında ise daha esnek ve çoğulcu bir yapı var. Yine sistemlere ihtiyaç var ama buradaki sistem sizin yapmak istediklerinizi kontrol altına almaya yönelik. Kaos ve düzen arasında esnek bir denge oluşturmak gerekiyor. Toplumsal dinamiği yok etmeden ona bilimsel bir çerçeve yaratmak zorundasınız. Bunun için gerçek anlamda bilim bazlı düşünmek şart ama bizim toplumumuzda bu maalesef algılanmıyor.
Peki inanç kuantumun neresinde?
Rota ve vizyonunuzu inançla çizebilirsiniz ve bu temelini bilimden almalıdır. Evet insan beyni inanç üretir (her anlamda) Ama inanç aklın peşinden girmek zorunda. Aklınızı desteklemek için inancınızı kullanmak zorundasınız. Sadece inançla hareket ederseniz bir yere varamazsınız. İnanç geçmişi savunur, korumaya yöneliktir, değerleri korur, geçmişinizi, varlığınızı korur. Ama sizi geleceğe taşımaz. O yüzden akılla bilimi inanca sentez etmeniz gerekir. Akılsız inanç çok tehlikelidir.
Peki biz de bilim ne kadar var?
Biz bilim üreten bir toplum değiliz, bilime itibar yok. Biz de bilime itaat etmek yerine kendine itaat ettirme eğiliminde olan insan sayısı fazla. Bağımlı, düşünmeyi beceremeyen, sorgulamayan insanlar toplumumuzda en sık karşılaştığımız insanlar. Geleneksel toplum değerleri ülkemizde hala geçerli. Bundan dolayı bütün kurumlarımız muhafazakardır yani yeniye açık değildir. Sistemin olmadığı, kişi egemenliğinin olduğu kurumlarda müdür, yönetici, rektör olursun ama her şey kontrol edilmeye odaklıdır, sistemi ileri götürmeye odaklı değildir. Yeniye yönelebilmek için toplumu başarıya motive etmeniz gerekir. Bizim toplumumuz başarıya değil, ilişkiye ve itaate motive eder. O yüzden bir yere gelen insan diğerlerinin kendine itaat etmesini, kendine tabi olmasını ister. Geleceğe odaklanan yönetici yetenekli insanların önünü açar. Biz de bağımlılar bir yere gelir ama asla birey olamaz. Başarı odaklı olmayan insan kendi insiyatifini üstüne almaz. Almaya kalksa bile başına dert olma ihtimali yüksektir.
Bir kişinin mühendisliği, tıp fakültesini, iktisatı.. bitirmiş olması onu bilgili kılar mı hocam?
Biz de maalesef ilkokuldan beri ezber öğretiliyor. Düşünme öğretilmiyor. Ezber öğrenince taklidi öğrenirsiniz, kalıbı öğrenirsiniz. Zaten orta beynin işlevi kalıp üretmektir. Kalıp ürettiği için güvenlik alanının dışına çıkmaz. Bu ne demektir? Muhafazakarlık demektir. Dolayısıyla kalıpsal düşünen, ezber düşünen bir insan asla yeniye yönelemez. Çünkü yeni o kalbın dışındadır. Mevlana’ya sormuşlar uzun hayattan ne öğrendin diye? “Düşünmeyi öğrendim, sonra kalıplarla düşünmeyi öğrendim ama en sonunda sağlıklı düşünmenin sadece kalıpları yıkarak olduğunu öğrendim.” Öğrendiğimiz kalıplar hayatımızı korumak ve güvence altına almak içindir ama yeni bir şeyler yaratmak istiyorsak kalıpların ötesine çıkıp kalıpların üstünü düşünmek zorundayız. Bizim eğitim sistemimiz buna yönelik değil. Biz de üniversite mezunları bile hep bir üst otoriteye tabi olmak ister. Siz isteyince bir üst otorite sizi arar ve bulur. Mesela bizdeki üniversite hocaları Batı’daki bilim insanlarını hep bir üst otorite olarak görür. Onların kitaplarını alır ve tercüme eder. Atatürk bunlara kızdığından dolayı “Bilim tercüme ile değil tetkikle yapılır” demiştir. Muhafazakarlıkta risk almıyorsun. Kalıpları uyguladığında kalıpların yerine geldiğini görmek beyinde seratonin salgılıyor. Seratonin rahatlık hormonudur. Ardından dapomin de salgılarsınız. Tatlı tatlı yaşarsınız. Halbuki burada üretim yoktur. Bizdeki bilim adamları yurtdışına bile gittiğinde oradaki hocaların tezlerini doğrulamak için çalışır. Yeni şeyler bulamazlar.
Hocam peki gençler bunun için ne yapabilir? Düşünme yeteneklerini nasıl geliştirebilir?
Kalıpların dışında, dinamik ve çoğulcu düşünmek gerekir. Olayın başka perspektifi olabileceğini hesaba katmalıdır. Farklı görüşteki insanlarla diyalog halinde kalıp ortak aklı araması gerekir. Sıradan insan kendi aklını beğenir ama asıl düşünce senden olmayan bir insanın sen de yeni bir düşünceyi tetiklemesiyle oluşur. O yüzden başkasının söylediğine açık olmak gerekir. Kendi açımdan örnek verecek olursam yurtdışına okumak için gittiğimde o güne kadar ideoloji temelinde olan dünya görüşümü bilim temelli olarak yeniden kurguladım. Baktım ki oradaki bilim adamlarının konuya yaklaşımı farklı. Şöyle ki; bir konu geliyor o olayı soyutluyor, araştırdığı objeye odaklanıyor ve diyor ki bunun sonucu bu. Bu sonucu hangi olaylar hangi etkileşimde hangi mantıksal bağlantı ile ortaya çıkar. Yani obje odaklı bir düşünce var. Biz de ise bilim suje odaklı. Biz okuduğumuz kitaplara neresinden bakalım ki inancımızı doğrulasın gözüyle bakıyoruz. Burada sujenin inanç ve ideolojisinden hareket ediliyor. Böyle hareket edersen sadece kendi değerlerini ve inancını doğruluyorsun sadece. Bilim kendi inancını doğrulamak değil araştırdığın objenin işleyişini açıklamaktır. Bilim açıklama yapar. Çünkü bilim intersubjektif kontrol edilebilirliğe tabidir. Yani benim test ettiğim bir şeyi sen de test edebilirsin. Benim bulduğum bir teoriyi sen de bulabilirsin. Her bilim adamı aynı araştırmayı yapıp kontrol edebilir. Bu intersubjektifliktir. Ama inançta kontrol edilebilirlik yoktur. Benim için doğru olan senin için doğru olmayabilir. Bu anlamda din ve ideolojinin testi olmaz. Bu yüzden inançla uğraşmak yersizdir. Herkesin inancı kendinedir.
Mekanik düşünce ile kuantum arasındaki fark size göre nedir?
Mekanik düşüncede nedensellik ön plandadır ama kuantumda nedensellikten ziyade etkileşim vardır. Sinyalizasyon sistemi etkileşir. Beyin etkileşerek haberleşip, çalışır. Dolayısıyla etkileşim nedensellikten daha geniş bir kavramdır.
Tam olarak etkileşim nedir hocam?
Çok boyutluluk içinde birbirinden farklı parçaların nasıl etkileştiğidir. Örneğin beyinde milyonlarca sinir hücresi var. Milyonlarca yol izliyor ve katrilyonlarca bağlantı kurabiliyor. Bu fizikokimyasal tetiklemelerle oluyor. Bu etkileşimlerle hareket eder, düşünür ve açıklarız. Bilimin işleyişi de artık atom altına indi. Yirmiye yakın parçacığın karşılıklı elektro manyetik etkisini nedensellikle açıklayamazsınız. Bu bir etkileşimdir.
YORUMLAR