SSCB’nin Afganistan’ı işgal ettiği 1978 yılı belki de her şey için bir dönüm noktasıydı. Çünkü uzun Soğuk Savaş Dönemi boyunca ilk defa ABD örtülü de olsa Orta Asya’nın derinliklerine girebilmiş, ABD güvenlik danışmanı ZbignievBrezezinski’nin Afgan mücahitlerini eğit-donat ve savaştır projesi devreye girmişti. O zaman da El Kaide’yi kuracak lider Usame Bin Ladin’i ve çok sonradan Suriye ve Irak’ta ortaya çıkacak DEAŞ örgütünün kurucu lideri El Zerkavi’yi bu topraklara getirmiş ve SSCB’ye karşı bir direniş hareketi yaratmıştı.
SSCB Afgan topraklarından çıkarıldıktan sonra ABD silahlarına sahip yerel silah baronları, İslamiyet ile alakası olamayan Taliban ve küresel terör örgütüne dönüşecek olan bir El Kaide kaldığında ABD sorgulanmıştı. Ama açık bir şekilde hedef SSCB idi ve başarıya ulaşıldı gerisi çok önemli değil gibi açıklamalarla sonradan ikiz kulelerin yıkılmasına kadar devasa boyutlara gelecek ve küresel bir soruna dönüşecek bu problem pişkin bir şekilde örtbas edilmişti.
Körfez Harekâtında ve 2003’te Irak’ın işgali ile devam edecek süreçte de benzer gelişmeler oldu. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında Orta Asya tamamen terörden arındırılacak gibi büyük söylemlerle yola çıkan ABD, 2007 yılına gelindiğinde Afganistan’da binlerle ifade edilen zayiat ve milyonlarca dolarlık mali kayıplarla karşılaştığında bazı konularda Taliban ile masaya oturmalıyız gibi tutarsız kararlar almaktan çekinmedi.
Sonuç olarak 1990 yılında başlayan ve Bush yönetiminin yeni Dünya Düzeni olarak ifade ettikleri sürece ABD hiçbir geleceğe dönük strateji oluşturamadan başladı ve bu yüzden de kontrolü kaybetti. Arkasında Doğu, Batı arasında derin bir nefret uçurumu bıraktı. Kontrol edilemeyen bölgeler ortaya çıktı. İnanılmaz boyutlara çıkan uyuşturucu ve silah trafiği Afganistan’dan Mali’ye kadar bütün terör örgütlerinin kullandığı başlıca gelir kaynağı haline geldi.
Şimdi de sıra Suriye’de! Israrla Fırat’ın doğusunda terör örgütüne desteğini sürdürüyor ve bunu en üst düzeydeki askeri yetkilileri ile desteklemekten çekinmiyor. Ancak nasıl ki Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Afrinharekatlarıyla Irak’tan başlayarak Kuzey Suriye’den uzanacak ve Akdeniz’e çıkacak bir Kürt kuşağı oluşturma projesi boşa çıktıysa, Fırat’ın bütün doğusu için de onu bekleyen büyük bir hüsran var. Afrin’den sonra sıra bu bölgeye gelmesi kaçınılmaz.
Neden?
Çünkü Türkiye, İran ve Rusya Federasyonu ABD’yi artık Asya Kıtasında istemiyor. Bu düşünce genel olarak bütün dünya ülkeleri için de geçerli. Çin’in bile 1990’dan sonra ilk defa bu konuda aktif bir rol oynama isteğini açıklaması çok açık bir şekilde ABD’ye karşı güçlü bir ittifakın kurulabileceğinin bir işareti olarak algılanmalıdır. Tabii ki bazı zorlukları vardır. Ancak bunlar aşılamayacak türden değildir. Çünkü artık esas düşman DEAŞ, El Nusra, PYD türü terör örgütleri değil, ABD’dir. Kıtasal güçler artık ABD’nin Orta Asya’dan, Orta Doğu’dan çekilmesini istemektedir ve bu isteğin de gerçekleşeceğinin ya da bu yönde bir mücadelenin başlayacağının işaretleri görünmektedir.
İşin kötü tarafı bütün dünyanın efendisi rolüne soyunan ABD’nin hala PYD gibi kendi içinde yüz parçaya bölünmüş bir terör güruhuyla iş yapmak isteğinde ısrar etmesidir. Bu gerçekten içler acısı bir durumdur. ABD’yi yanlış yoldan çevirmesi gereken en önemli güç kendi basını, medyası ve kamuoyudur. Son bir ay içinde de bu tür sesler çıkmaya başlamıştır.
Türkiye’ye gelince; hala Türk askerinin yabancı topraklarda ne işi var, Türk askeri Afrin’e girmemeli, Fırat’ın doğusuna müdahale edilirse çok zarar görülür gibi söylemler medya organlarında dillendirilmektedir. Şu unutulmamalıdır. 1990 yılında Kuzey Irak’a girilme, girilmeme konusunda da aynı tartışmalar yapılıyordu. Girilmedi. Sonucu çok ağır bir şekilde ödendi. Irak Türkmen nüfusu yok oldu. Otuz yıla yayılan Kuzey Irak Özerk Kürt yönetimi tarafından her türlü destek verilen PKK, yüzlerce kanlı eylem yaptı ve acımız büyük oldu. Bugün HDP tarafından öncülük edilen bu söylemlere katılmak Türkiye’nin bir otuz yıl daha zarar görmesini istemekle aynı şeydir.
O yüzden tek yürek olmak çok önemlidir. Çünkü aksini savunanları tarih hiçbir zaman unutmayacaktır.
Şimdi zaman “Ne mutlu Türküm diyene” demek zamanıdır.
YORUMLAR