Filistin Sorunu: Kan ve Kinin Tükenmeyeceği Toprakların...
Dr.Haktan Birsel

Dr.Haktan Birsel

Filistin Sorunu: Kan ve Kinin Tükenmeyeceği Toprakların...

16 Ağustos 2017 - 15:31

İsrail ve Filistin sorunu yılan hikayesinden çok artık bir mit haline dönüşmüştür. Tarihin yazılmadığı ve efsanelerin yaşadığı dönemlerde Filislere saldıran ünlü Samsun’un hikayesi bile neredeyse artık unutulmuş durumdadır. Son dönemde Mescid’iAksa’ya girişlerin kısıtlanması, ezan seslerinin azaltılması ve engellenmesi, ablukanın her geçen gün artması şiddetin daha da artacağının bir göstergesidir. Ancak her dönemde bölgenin gerçek sahibi olduklarını söyleyen Arap devletleri daha önceki hareketsiz tutumlarını ve olaylara seyirci kalmaları şeklindeki tutumlarını sürdürmektedir. Bunun da en büyük sebebi, Arap Yarımadasında hala kabile anlayışının devam etmesi ve devlet otoritesinin mezhep anlaşmazlıklarını bir kenara bırakamaması/bırakmak istememesidir.

Gelcekte ne olabileceğini tahmin etmek bu topraklar için kolaydır. Çünkü burada geçmişin birikmiş kin ve öfkesi aşılamamıştır. O yüzden son dönemde şiddetin birikmeye başladıkları bu topraklarda geçmişte neler olduğuna kısa bir bakış atmak iyi olacaktır.

5 Haziran 1967 İsrail ordusu Mısır topraklarında hava gücünü yok etti ve altı günde Sina, Suriye, Golan ve 1948’de daha önce ellerinden kaçırdıkları tarihi Filistin topraklarının bir kısmını ele geçirdi (Batı Kudüs, Gazze, Batı Şeria). 50 yıl sonra sürüncemede devam eden mücadele Filistin milli hareketi tarihi kökleri olan bir direnç çarptı (lemondediplomatique, Palestine, toujoursrecommencee).

2017 sonlarında ABD kongresinin Cumhuriyetçiler kanadında “Zafer İsrail’in” isimli bir grup ortaya çıktı. İddiaları şu şekildeydi. “İnanıyoruz ki, konuşulan kalıcı bir barışı tesis etmek istiyorlarsa Filistinliler İsrail’in zafer kazandığını ve bu zaferin tanıdıklarını kabul etmelidirler”. Buna paralele olarak yılların anlaşmazlığına yönelik sürekli olarak yapılan çalışmalar her dönemde İsrail’in baskı yaptığını göstermektedir. Bu arada zaman içinde mücadelenin yeni boyutları da çıkmaktadır. Şöyle ki, şimdilerde ise İsrail hapishanelerinde tutulan yüzlerce politik Filistinli, İsrail baskılarının sona ermesi için açlık grevini yapıyor. Bu İsrail’in katı ambargosunun kaldırılması için yapılan ilk eylem değil. Ancak bu şekilde direnişin hala devam ettiğinin bir göstergesi durumunda.

Geriye baktığımızda 1948-1949‘da Arap İsrail savaşının hemen ertesinde 700.000 Filistinli yerlerinden edilmişti. O dönemin İsrail Başbakanı MosheSharett şöyle diyordu.”Sığınmacılardiyaspora olacaklar ve kendilerine yeni yerler bulacaklar.Bu doğal bir seçim şeklinde olacak. Bir kısmı gidecek, bir kısmı kalacak ve Arap dünyasının en fakir insanlarına dönüşecekler”. 29 Ekim 1947’de BM’de bu konuda çalışmalar yapıldı. Sonra da savaş coğrafyası üçe bölündü. İsrail’in ele geçirdiği topraklar Yukarı Şeria, Batı Kudüs (eski Ürdün Krallığının toprakları), küçük bölge Gazze (Mısır’ın otonomisi ile).

Ardından da sonu gelmez özgürlük hareketi başlatıldı. Arapların bir deyişi vardı. “Yapılan bir katliam her zaman başkasının önünü açar her zaman”. 1936-1937’de Filistinlilerin büyük bir isyanı olmuştu. Ama İngiltere güç kullanarak durdurmuş ve ardından da destek vererek bu topraklara asker ve sivil Yahudileri getirmeye başlamıştı. Ardından da desteğin devamıyla güçlendiler ve 1948’de Arap koalisyonuna karşı zafer kazandılar. Bu arada Filistinlilerin büyük bir kısmı sınır dışına çıkarıldı ve iptidai mülteci kamplarında ölüme mahkûm edildi. Bir anda kendi topraklarından sürülen bu insanlar ABD’nin Kızılderililerinin ya da Avusturalya’nın otokton halklarının durumuna düştüler. Bir kısmı da Arap devletlerine kaçtılar ve onların içinde eridiler gittiler. Yani aynı dili konuşmayan ve aynı kültürü paylaşmayan topraklardaki toplumların insafına kaldılar (Orient, Revolution dans la revolutionauHamas).

Bunula beraber Arap ülkeleri kendi yaptıklarını göz ardı ederek, İsrail’i kendi egemen olduğu yerlerde Filistinlileri asimile etmekle suçlamaya başladı. Ama her seferinde İsrail bu suçlamaları şiddetle ret etti. Ayrıca sürekli olarak sığınmacı Filistinlilere başka ülkelere göç etmeleri telkin edilse de hem kamplarda hem de İsrail bölgelerinde yaşayan Filistinliler bu tekliflere karşı çıktılar. 1953’e gelindiğinde Arap dünyasının liderliğine sığınan Abdul Nasır Mısır’ın yeni lideri olarak binlerce Filistinlinin Sina yarımadasına yerleşmesine imkan veren bir anlaşma (Filistinlilerin Gazze’den çıkarılıp Sina’ya yerleştirilmesi) imzaladı. Ama Filistinlilerin fikri alınmadan yapılan bu anlaşma onları adeta çileden çıkardı ve şiddetle ret edildi. 1950’li yıllar hep şiddetle geçti. En şiddetlisi 1956 yılı boyunca oldu ve bu çatışmalardan İsrail çok zarar gördü. Bütün bölge neredeyse kan gölüne döndü. Ancak konuya barış yolu ile yaklaşan İsrailliler de vardı. Bunlardan birisi olan UriAvnery şöyle diyordu.

Bir sığınmacı kampında yaşayan Arap çocuğuyla konuştum. Ona neredensin diye sorduğumda bana Gazze’nin El Kubab’ından diye cevap verdi. Adeta nutkum tutuldu. Çünkü çocuk yedi yaşındaydı ve Gazze savaşından sonra doğmuştu. Asla El Kubab’ı görmemişti. Çünkü çok uzun bir dönemdir bu şehre giriş ve çıkış yasaklanmıştı. Yani olaydan atmış yıl sonra doğan Filistinlilerin de cevapları aynıydı. Büyüdükten sonra bile! Çünkü aile büyükleri bir zamanlar doğdukları şehri unutmamıştı ve unutturmuyorlardı”. Siyonistlerin de binlerce yıllık hedefleri vardı ve aileler çocuklarını bu hedeflerle besliyorlardı. Onların kutsal sloganı olan “gelecek yıl Kudüs” onlar için emir ve politik hedef haline gelmiştir.

Sonuçta İngiltere destekli İsrail sert girişimleri Filistin milli direniş hareketini yaratmıştır. Böylece mücadelenin hiç bitmediği, insanların her zaman birbirlerine düşman olan bir kin ve nefret bölgesi ortaya çıkmıştır. İsrail’in savaşları kazanması ve çoğalması da Arap devletleri içinde rejim yıkımlarına yol açmıştır. Şöyle ki 1952’de Nasır ile başlayan Mısır rejim değişikliği hızla yayılmış ve 1958’de Irak’ta güçlü etkisini göstermiştir. Bu gelişmeler Arap dünyasında büyük bir çalkantı yaratmıştı. Bu da Arap toplumlarında geçmişte İsrail’e karşı küçük düştükleri hatıraların canlanmasına neden oldu. Sonuçta sert esen rüzgarla 1964’e gelindiğinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ortaya çıkmasına neden oldu. Paralel olarak Fatah isimli içi bilinmeyen bir silahlı örgüt 1965 yılında İsrail’e ilk silahlı eylemini gerçekleştirdi. 1967’de ise FKÖ’nün efsanevi lideri El Ambar (Yaser Arafat) Fatah’ın liderliğini de üstlendi. 1967 yılında Araplar arasında başlayan çözülme Yaser Arafat ile beraber bölgede Filistinlilerin bir tür inisiyatif almalarına ve illegal bir otonomi kurmalarına neden oldu. Artık bu topraklarda Arafat’ın sözü olmadan bir anlaşma yapmak imkansızdı.

Aslında Filistin Kurtuluş Örgütü bölgesel bir yapıda kalsaydı dünya tarafından da küçük bir direniş olarak görülebilirdi. Ancak öyle olmadı. Onların direnişi ve elde ettikleri kazanımların verdiği motivasyon diğer ülkelerdeki direniş hareketleri için de ilham kaynağına dönüştü. İndoçin grupları, Latin Amerika gerillaları, Güney Afrika’da beyazlara karşı direnen yerli halk, Portekiz işgalindeki gruplar hep bu hareketten manevi güç aldılar. Hep şöyle dillerden dillere dolaştı.

Bir ihtilal büyüdü. Bir havai fişek buketi gibi. Barakadan barakaya sıçrayan bir yangın gibi. Çevresini yararak ilerledi, hapisten adalet sarayına”.

Başlangıçta bir umuttu ama sonradan büyük bir ateşe dönüştü. Libya’da İsraillilere saldırılar, katliamlar gerçekleşti. Ana amacı İsrail’in zorla el koyduğu ve Arapların geri almayı beceremedikleri toprakların bir kısmını Filistinlilere terk etmesini zorla kabul ettirmekti. Uçak kaçırma gibi etkili eylemlerle bütün dünyaya dava duyurulmaya çalışılırken, terör eylemlerinden gizli/açık diplomatik görüşmelere kadar geniş bir yelpazede yol haritası çizilmeye uğraşıldı. Başarı da elde edildi. Kısa sürede dünya Filistinlilerin davasını öğrendi ve konu her türlü platformda tartışılır oldu.

1967 yılında Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te başlayan Filistin eylemleri, 1974’e kadar FKÖ liderliğinde devam etti. Bu tarihten sonra Yaser Arafat BM genel başkanı ile görüşmeye başladı ve kendi bölgesinde uluslararası bir statü isteğini gündeme getirdi. Başarılı oldu. Kısa bir süre sonra BM’nin bazı ülkeleri bu statüyü tanıyacaklarını ifade etti. Bu arada 1980 yılından itibaren İngiltere ve Fransa birebir bu sürecin içine dahil oldular. İki prensip üzerinde duruyorlardı. Filistinlilerin kendi geleceklerine kendilerinin karar vermeleri (otodeterminasyon) ve FKÖ ile hukuki düzlemde karşılıklı görüşmelerin başlatılması. Ancak alınacak çok yol, dökülecek çok kan vardı daha!

1987 yılında Filistinlilerin başlattığı İndifada başarılı çok oldu. 1993’e gelindiğinde ilk defa ABD önderliğinde (13 Eylül 1993) Yaser Arafat ve İzak Rabin Washington’da masaya oturdular ve ilk barış anlaşmasına imza attılar. 1 Temmuz 1994’te Arafat Gazze’ye ve Jeriko’ya yerleşti. Yeniden buralarda Filistin otoritesi başladı. Hedef İsrail’in hemen sınırlarının bitişiğinde 1967 esaslarına uyan bir Filistin devletinin kurulmasıydı. Ama başarı elde edilemedi. Çünkü anlaşma İsrail askeri barajına çarptı.

Ardından da İsrail yönetimi anlaşma dışı şekilde hareket ederek yeni koloniler kurmaya hız verdi. Bu önemli başarısızlık üzerine çok şey söylenebilir. Ama esas kabul gören sebep bölgeye yeni gelen İsrail kolonicilerin karakterleridir. Onlar uzlaşma yerine ciddi bir şekilde Filistinlileri insan yerine koymamayı ve son anlaşma ile kabul edilen haklarını görmemeyi tercih ettiler. Ama destek İsrail yönetiminden gelmişti. Yönetim her zaman için İsrail vatandaşını Filistinliden üstte görmüştür. Çatışma ve anlaşmazlıklar devam ederek süreç İkinci İndifa’da dönemini başlatmıştır. Ama büyük umutlarla başlayan indifada başarısız olunca Filistin otoritesi zayıflamıştır. Gazze’nin ve Yukarı Şeria’nın yarısında etkili olan İslami Filistin partisi HamasFKÖ’nü yerle bir etmiştir.

Her ne kadar BM ve Avrupa devletleri bu gelişmelerin durulması için büyük bir çaba sarf etmesi dikkate alınsa da gösterilen çabaların boşa gitmesi önemlidir. Bunun yanı sıra Filistinlilerin yeni kuşaklarına aktardıkları dirençli ve gururlu bilinç kırılmaz bir milli yapıya bürünmesi de onları yok edilemez hale getirmiştir. İsrail onları göç ettirmiş, yaşam alanları içine koloniler kurmuş, ablukalar tesis etmiştir. Ancak bunların hepsi Filistinlileri birbirlerine yaklaştırmış ve daha dirençli hale getirmiştir. Filistin istatistik bürosuna göre İsrail’in iddialarının tam tersine olacak şekilde Filistin otonomi bölgelerindeki sayıları İsraillilerden daha fazladır. Bu değerlendirme doğru olmalı ki İsrail yöneticileri bu durumu bir kâbus olarak görüyorlar. “İnsansız İsrail toprakları kâbusu”.

Günümüze gelecek olursak çok fazla zarardan sonra durumun iyileşmesi pek mümkün görünmüyor. Filistin devlet başkanı Mahmut Abbas da aynı fikirde. Yeni stratejiler çizilemiyor. Çünkü İsrail sürekli acımasızca yeni hamleler yapıyor ve her seferinde çok fazla miktarlarda Filistinli kanı dökülüyor. Öncelikle durgunluk dönemine ihtiyaç olduğu söyleniyor. Hem de uzun bir süre ki insanlar geçmişi bir nebze unutabilsin. BM’den Oslo’ya kadar yapılan görüşmelerde elde edilen kazanımları bir kenara bırakma, bir devlet üzerinde ısrarla toprak hakkı istemeye devam etme, Filistin otoritesini zorla yok etme, şiddete devam etme seçenekleri 1967’den beri denenmiş ve her zaman geri tepmiştir. Bu arada oldukça güçlü bir iç disipline sahip olan Hamas 1967 dönemi sınırların oluşturulması için toplanılmasının tarafında olduğunu sürekli beyan etmektedir. Ama bu konuda İsrail sessiz kalmaya ve değişik olaylar ile bölgedeki ateşi körüklemeye devam etmektedir.

Filistinli uluslararası araştırmacılar konu hakkında görüşlerini sürekli paylaşmaktadır. “Her iki tarafın net politik çözüm önerileri yoktur. Bütün hukuki girişimler alternatife sahip olmadan sadece Filistin halkının kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğu noktasındadır. Ama geleceğe dönük politik çözümlere ihtiyaç vardır. Esas üzerinde durulması gereken hususlar şunlardır. Sürgünde yaşayan Filistinlilerin kendi topraklarına dönmeleri, döndükten sonra İsrail gibi koloniler kurabilmeleri, İsrail yönetiminin ayrımcılık yapmaktan vaz geçmesi ve koloniler özgürlük vermesidir. Filistinliler üç hususun üzerinde durmaktadır. Boykotların kaldırılması, ablukasızlık ve yaptırımların iptali”.

Bu konuda 2005 yılından itibaren hareketlenmelere başlamışlardır. İlk etapta 17 STÖ kurulmuştur. Ancak 2014’teki Gazze savaşına kadar etkisiz kalmıştır. Özellikle bu savaşta Avrupa’nın da etkisiz kalması dikkat çekmiştir. Çünkü Avrupa sınırlarının ötesinde karşılaştığı bu tür olaylarda her zaman seyirci kalmıştır.Olaylar güç ile ya ABD ya da bölgesel güçler tarafından durdurulmuştur (Vietnam ve Afrika Birliği tarafından sonlandırılan beyaz-siyah savaşı gibi ). Ama Filistin’deki durum böyle değildi. Burada Filistinliler iptidai de olsa sert bir ordu oluşturmuşlardı ve direnebiliyorlar bazen de başarılar elde edebiliyorlardı. Ardından da İsrail’i durdurarak uluslararası ortamda haklarını arayabiliyorlardı. Esas olan da Filistin haklı mücadelesinin Arap desteği olmadan bir şekilde bütün yüzyıla yayabilmişti. Bu arada zaman içinde İsrail kolonileri 650.000 gibi büyük bir rakama ulaşmıştı ve bu da çatışmayı daha da şiddetlendirmiş, İsrail’in duvar çekmesine kadar ilerlemişti. Duvar, hapishanelerin doldurulması, tehditle yerlerinden etme, insan kaçırma ve katletme gibi insanlık dışı her türlü olayı denese de İsrail başarılı olamamıştı. Bundan sonra da olacak gibi görünmüyor. Ama bu direniş İRA’dan Hindistan kolonilerine kadar motivasyon sağladı ve bu da her dönemde Avrupa’yı rahatsız etti.

Açık bir şekilde yeniden 2 Ekim 1967 dönemi şartlarına dönmek ve buradan yola çıkmak gerekiyor gibi görünüyor. İlk olarak 1917’de İngiliz Arthur James Balfaur’unhükümetine yazdığı mektupta Filistin topraklarında İsraillilere yer verilmesinden bahseden ve sonra da bütün çabasını bu yönde harcamasını hatırlamak gerekli. Yüzyıllık bir zaman dilimi geçti ve hala sorun başlangıçtaki gibi canlı, hala yüzbinlerce Filistinli mülteci kamplarda acı çekmeye devam ediyor ve hala kan akmaya devam ediyor. Bu kamplarda üçüncü hatta dördüncü kuşaklara ulaşan ama daha hiç dışardaki özgür dünyayı görmemiş çocuklar var ne yazık ki! Son olarak geçen yazımdaki bir alıntıyı yeniden koymak istiyorum.

Mülteci kamplarında yaşayan yaşlı bir bayan Filistinli şöyle diyordu. “Bu kampa geldiğimde gençtim. Bir daha hiç çıkmadım. Artık dışarıdaki hayatın nasıl olduğunu unutalı çok oldu”.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar