İçinde bulunduğumuz ay, Kuzey Irak’ta Kürt Yönetiminin referandumu ile sarsıntılı geçmektedir. Konu her platformda tartışılmakta ve değişik fikirler öne sürülmektedir. Ancak bu sorun haline gelen referandumun en önemli ayağı enerji kaynakları gibi görünmektedir. Ben de bu yazımda Irak petrolleri üzerinden konuyu değerlendirmeye çalıştım.
Ekonomik güç, günümüzün strateji yapılanmasının ve anlayışının en önemli aktörü konumuna gelmiştir. Onu da şekillendiren tabiî ki enerji kaynaklarıdır. Bugün uluslararası ortam yeniden bu yönde hareketlenmeye başlamış ve enerji kaynaklarına hâkim olmak veya bu kaynaklarıkesintisiz ve ucuz elde etmenin yollarını aramak yönünde kendisine yeni stratejiler oluşturmaya başlamıştır. Bu çok yönü olan bir arayıştır ve gerek orta ölçekli ve gerekse debüyük ölçekli bütün güç merkezleri tarafından başlatılan mücadele kısıtlı çıkar alanlarında ya da diğer bir deyişle belirgin dar alanlarda sürer hâle gelmiştir. Neden, belirli ve dar alanlardadır? Çünkü ekonomiler büyümekte ve bu ekonomilerin çok yönlü enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Enerji ihtiyaçlarının verimli olarak karşılanabilme imkânı da dünyanın belirlialanlarında toplanmıştır.
Özellikle dünya ekonomisinin kriz yaşadığı ve daha birçok krizin de kapıda olduğu günümüzde bu husus güç merkezi konumundaki ülkelerin birincil önceliğihâline dönüşmüş durumdadır. Bu açıdan bakıldığında enerji kaynaklarının tespiti, çıkarılması ve dünya piyasalarına ulaştırılması ve bu ulaştırmanın hangi güzergâhlardan yapılacağı konusunda günümüze kadar çok sayıda ve önemli mücadeleler yaşanmıştır.Bunlardan en sonuncusu Türkiye’nin de dâhil olduğu Hazar enerji kaynaklarının çıkarılması ve dünya piyasalarına ulaştırılması olmuştur. Hazar enerji kaynakları kapsamında yaşanan mücadelede günümüzün dünya siyasetine örnek teşkil edecek şekilde çok yönlü gelişmeler yaşanmıştır. Bunlar; ülkelerin içinde etnik problemler, bölgesel çatışmalar, boru hattı güzergâhları ve enerji kaynaklarının çıkarılmasındaki paylar olarak kısaca özetlenebilmektedir. Hazar enerji havzası üzerine sürdürülen mücadelede de bu unsurlaröne çıkmıştır. Mücadelenin aktörleri konumunda olan Rusya Federasyonu (RF), ABD, İran, Azerbaycan, Ermenistan ve kısıtlı ölçekte de olsa Türkiye, 1996 yılına kadar bir mücadeleyürütmüş ve bu mücadeleden öncelikli kazançlı çıkan RF olmuştur. Bu mücadele imzalanan “Yüzyılın Antlaşması” ile sona ermiş, Azeri petrolünün bir kısmı inşa edilen Bakü- Tiflis-Ceyhan boru hattından akmaya başlamıştır. Fakat geriye kalan büyük kısım RF’nin dış politika aracı olan Gazprom şirketinin kontrolüne geçmiştir. Hazar enerji kaynaklarınınTürkiye üzerinden Akdeniz’e akıtılması ve Akdeniz’in Batılıların kontrolünde bir enerji aktarım havzasına dönüştürülmesi düşüncesi ve ondan beslenen strateji hayata geçmemiştir.
Bu mücadelenin ardından sıra Irak coğrafyasına gelmiştir. Körfez krizi ve ardından Irak’ın işgali, yeni bir yönetimin oluşturulması, yıkılmışIrak coğrafyasında yeni bir ekonomik yapının şekillendirilmesi gibi sorunlar ile etnik ve mezhebi problemlerin Irak’taki otorite boşluğunda canlanması ve bu boşluktan beslenmesiyle;Mezopotamya’nın en verimli topraklarına barışın nasıl geleceği bugün bile muamma olmaya devam etmektedir. Bu iç çatışmalara Suriye bunalımı ve Irak petrolleri de dâhil olunca konuçok bilinmeyenli bir denkleme dönüşmüştür. Bu çok bilinmeyenli denklemin ortaya koyduğu kaotik ortamda Türkiye de günümüzdeki gelişmelerden takip edildiği üzere kendisine verimlibir yol çizmeye çalışmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi günümüz ekonomilerinin kalbini oluşturan enerji kaynakları konusu, sâdece ekonomik işbirlikleriyle çözümlenme şansına sahip değildir. Özellikle de dünyanın en önemli kaynakları söz konusu olduğunda bütün kıtasal ve kıta dışı güçler, coğrafyanın ve bu coğrafyada yaşayan demografik yapılarınoluşturduğu bütün zaaflarından kendi çıkarlarına hizmet edecek tarzda faydalanmaya çalışmaktadır.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre dünyada ispatlanmış enerji kaynakları ve üretim profili dikkate alındığında toplam kaynağın %57’si 102 milyon ton ile Ortadoğu ülkelerinde; %9’u 16.7 milyon ton ile BDT ve RF ülkelerinde; %10’u 16.9 milyon ton ile Afrika’dadır. Bu açıdan bakıldığında dünyada üretilebilir enerji kaynaklarının %72’sine Türkiye, direk veya endirekt olarak komşu durumundadır. Özellikle de bu kaynakların bir kısmı için Türkiye’nin enerji terminali görevi gördüğü, Avrupa için başlıca enerji kaynağı temincisi olan RF’ndan sonra en önemli ve uygun alternatif olduğu dikkate alındığında,Türkiye’nin enerji kaynakları üzerine geliştirdiği politikaların yüzeysel olma ve kısıtlı başarı elde etmeye odaklanma lüksü yoktur. Irak petrol ve doğalgaz kaynakları kanıtlanmış rezervlere göre dünya ikincisi, kanıtlanmamış rezervlere göre ise dünya lideridir. Kerkük petrolleri ise bu kapsamda çok kritik bir öneme haizdir. Bu önem Irak rezervlerinin%40’ının Kerkük ve civarında toplanmasından ileri gelmektedir. Buradaki petrol rezervi 45 milyon varil civarındadır ve değeri 3 trilyon dolar olarak tahmin edilmektedir. Günümüzdeyapılan değerlendirmelere göre yakın bölgedeki kuyuların açılmasından sonra bölgesel üretim günlük 1 milyon varil ham petrole ulaştırılacaktır. Bu hedefe ulaşılması ve veya daha üstüne çıkılması ve Kerkük coğrafyasına da hâkim olması durumunda Irak Bölgesel Kürt Yönetimidünyanın en büyük 24’üncüpetrol sağlayıcısı konumuna gelecektir. Irak petrollerinin Türkiye ile bağlantısının derinliği günümüzden yaklaşık 40 yıl öncelerine kadar dayanmaktadır.
Söz konusu hat ikiz olarak Irak ve Türkiye arasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde “Irak-Türkiye ham petrol boru hattı sistemi” adıyla 1976 yılında inşa edilmiş ve 1977 yılından itibaren de işletilmeye başlanmıştır. Boru hattı iki ayrı hat olarak inşa edilmiştir. HattınIrak’taki mesafesi 579, Türkiye’deki mesafesi 1297 km. dir. Hatların toplam uzunluğu 1876 km. civarındadır. Boru hattının yıllık petrol taşıma kapasitesi 35 milyon tondur. Başlangıçtayıllık 35 milyon ton taşıma kapasitesi ilerleyen dönemlerde 46,5 milyon tona çıkarılmıştır. 1983-85 yılları arasında ise taşıma kapasitesi 70,9 milyon tona kadar çıkarılmıştır.
Bir karşılaştırma olarak Bakü Tiflis-Ceyhan boru hattının üç ülkeden geçtiği, geçiş güzergâhlarının hem etnik problemler içerdiği hem de arazi yapısı olarak zorlu bir alan olduğu değerlendirildiğinde ve hattın toplam 1750 km. civarında olduğu ve yıllık taşıma kapasitesinin 50 milyon varil civarına ulaştırılabileceği düşünüldüğünde, Irak- Türkiye boru hattının önemi ve gücü daha kolay anlaşılmaktadır. Bu sistem I. Körfez Krizi dönemine kadar aksamadan yürütülmüştür. 1990 yılında ise BM kararı ve ABD baskıları ile işletilmeye kapatılmıştır. Irakekonomisinin canlanması maksadıyla 1996 yılında BM kararı ve denetimi kapsamında kısıtlı ölçüde işletme çalıştırılmaya başlamıştır. Tabiî ki Türkiye’nin ekonomik kaybının çok büyük olduğunu tahmin etmeye veya net olarak ifade etmeye gerek yoktur. Bu çerçevede Irak Kürt Bölgesel yönetimi ile Türkiye arasında gelişimi ve sonuçları muğlâk antlaşmalara göreilk etapta Erbil petrolünün mevcut iki hattan birisinden akıtılması planlanmıştır. Bu esnada yeni bir hattın inşa edilmesi planlanmakta ve bu hattın da iki yıl içinde tamamlanmasıöngörülmektedir.
Yeni hat tamamlandığında sâdece bu hattan Erbil petrolü günde 1 milyon varile ulaşacakbir aktarım hızı ile Ceyhan enerjiterminaline indirilecektir. BölgeselYönetim’in eski Doğal Kaynaklar BakanıHawravi, bu konuda “Kuzey IrakBölgesel Kürt Yönetimi iki yıl içindetamamen yeni bir boru hattı inşaetmeyi planladı. Boru hattı inşa edildiktensonra kapasitesi 1 milyon varil olacak ve Kürt petrolü Bağdat’tan bağımsız bir şekilde Türkiye’ye akacaktır” açıklamasında bulunarak merak edilen konulara ışık tutmaktan ziyade, enerji politikası gerilimini daha da arttırmıştır. Çünkü bu genel anlamda açık olarak Bağdat tarafından Erbil petrolünün kontrol edilemeyeceği anlamına gelmektedir. Bağdatmerkezî hükümeti, özellikle bu yeni hattın inşasını ve bütün Iraklıların doğal kaynağının sâdece Kürt bölgesel yönetimine fayda sağlamasını kabul etmemektedir. Günümüz enerji mücadelesi literatürüne geçen “petrol problemsiz bir güzergâhtan akmak ister” tanımlamasıçok doğrudur. Siyasî dengenin oluşmadığı/oluşamadığı, bölgesel problemlerin aktif olarak varlığını hissettirdiği alanlar petrolün çıkarılması veya taşınması için gereken yatırımınyapılmasına büyük bir engel teşkil etmektedir.
Bu husus iki açıdan kritik bir öneme haizdir. Birincisi, bu tür alanlarda istikrarsız yapılar her zaman için kontrolsüz bir serbestîye sahiptir ve güçlerini göstermek için petrol yatırımları sürekli olarak hedef konumundadır. Ayrıca istikrarsızlıktan beslenerek güçlendiklerinden, yapılan yatırımların bölgeye getireceği istikrar ortamı onlar için korkulu bir rüya gibidir. İkincisi ise enerji pastasından pay alamayan veya istediği büyüklükte pay alamayanların en büyük dostu istikrarsız yapılar ve orada şekillenen güç odaklarıdır. Bu yapıları destekleyen güçler pastadaki paylarını artırma peşindedirler. Irak’ta günümüz dünya enerji sorunsalına konu olan Kerkük petrollerinin durumu da bu şekildedir. Problem çok yönlü ve çok bilinmeyenli bir denklemdir.
Denklemin içinde Kürtler ve diğer etnik yapılar, mezhebi ayrılıklar, ABD ile Batı dünyası ve RF, İran ve Çin gibi ülkeler, komşu olması hasebiyle Türkiye, hâlen iç savaş devam eden Esad yönetimli Suriye, uluslararası petrol şirketleri yer almaktadır. Üstelik Irak’taki merkezî hükümet ile bölgesel yönetim arasında da uzlaşma sağlanamamıştır ve paylaşım sorunu kör düğüm hâlindedir. Dolayısı ile Irak ve Kerkük petrollerinin değerini ortaya koyduktan sonra bu çok bilinmeyenli denklemin sorun olan değerlerine kısaca göz atmakta fayda vardır.
Sorunun temelleri 1990 yılında başlayan I. Körfez Krizi dönemlerine dayanmaktadır aslında. Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesinin ardından ABD devreye girmiş ve Saddam’ı uzun bir dönem kendisini toparlayamayacak kadar hareketsiz hâle getirmiştir. Bu dönemde Türkiyetarihî bir hata yaparak ABD harekâtına kuzeyden destek sağlamamıştır. Bunun da sonuçlarını uzun yıllara yayılacak şekilde çok ağır bir şekilde ödemek/ödemeye devam etmek zorunda kalmıştır. Güneyden kuzeye harekâtını sürdüren ABD’nin ortaya çıkardığı kaotik ortam Kürtler tarafından değerlendirilmiştir. Bölgenin Çekiç Güç tarafından korunması ve Irak’ın genelinden kopartılarak kendi içinde yeniden dizayn edilmeye başlanmasının bir neticesi olarak, Barzani ve Talabani bölgenin önemli güçleri hâline gelmişlerdir. Dolayısıyla ÇekiçGüç direk olarak Irak Kürtlerine fayda sağlamıştır. Çünkü Irak Kürtleri, Erbil ve Kerkük gibi Türkmenlerin yoğunlukla yaşadıkları alanlarda etkilerini artırarak Türkmenler için büyük tehdit oluşturmuşlar ve onları mülteci durumuna düşürerek bölgeyi terk etmeye zorlamışlardır. Türkiye ise mülteci durumuna düşmüş olan Türkmenleri, sınırları içinde barındırmaktan başka hiçbir şey yapmamıştır/yapamamıştır. 2003 yılında Saddam’ın devrilmesi ile sonuçlanan döneme kadar süreç bu şekilde işletilmiştir. 2003 yılından sonra da bölgesel yönetimin kurulması, Irak anayasasının kabulü ile bölgesel yönetimin özerk bir yapı içinde Irak’a bağlanması sonrasında Türkiye için yapacak hiçbir şey kalmamıştır.
Kuzeydeki özerk yönetim ile Bağdat merkezî yönetimi arasında hiçbir dönem uyum olmamıştır. Şüphesiz Bölgesel Yönetim’in sınırları içinde olmayan, tartışmalı bölgeler olarak tanımlanan, Kerkük gibi, yerlere kimin hâkim olacağı kavgası merkezî yönetim ile bölgesel yönetim arasındaki en önemli sorundur. Başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelerin statüsü üstünden yürüyen çatışmanın da kısa vadede çözüme kavuşturulması ihtimali bulunmamaktadır. Günümüzdeki sorunlar masaya yatırıldığında şu hususlar göze çarpmaktadır. Türkiye ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi arasında Erbil petrolünün eski hat olan Irak-Ceyhan hattına bağlanması ve bu hattan Akdeniz’e ulaştırılması konusunda antlaşmalar yapmıştır. Fakat Bağdat merkezî hükümeti bu antlaşmalar kendisi ile yapılmadığı için karşı çıkmakta ve petrolün Türkiye üzerinden dağılmasına müsaade etmek istememektedir.
Proje gereği petrolün Ceyhan’a ulaştırılabilmesi için Erbil’den başlayacak hat Türkiye sınırları içinde mevcut hatta eklemlenecektir. Türkiye’nin Bağdat yerine Erbil’i tek muhatap alması sorunun temel kaynağını teşkil etmektedir. Bağdat ya da merkezîhükümet bu durumu kendi içişlerine müdahale olarak değerlendirmektedir.Irak’ın yer altı ve yerüstü kaynakları anayasaya göre Irak halkının ortakmalıdır. Dolayısıyla bölgesel yönetim kontrolü altındaki enerji kaynaklarınınüstünde ancak belirli bir oranda paya sahiptir. Bağdat ve Erbilarasında bir taraftan pay kavgası yaşanırken diğer taraftan Kerkük’ünstatüsünden belirsizliğinden kaynaklı bir mücadele sürmektedir.ABD yönetimi çok önceden oluşturduğu Irak ve Azerbaycan petrollerininAvrupa’ya ve dünya piyasalarına ulaştırılmasında Türkiye’nin transitgeçiş noktası olması politikasına başlangıçta devam etmiş ve bu kapsamda Türkiye’yedestek de vermiştir. Bunun iki önemli sebebi vardır. İlki Türkiyemüttefiktir ve Türkiye üzerinden Akdeniz’e çıkan petrolü kontrol etmekkolaydır. Aynı zamanda İran’ın Basra Körfezi üzerinden petrol akışını durdurmatehdidine bertaraf edebilir bir özelliktedir. İkincisi ise ABD Irak işgalive sonrasında çok önemli bir harcama yapmıştır ve ekonomisinin tazekana ihtiyacı vardır. Irak petrolleri de bu imkânı sunabilecek potansiyeldedir.Kuzey Irak bölgesel yönetimin Başbakanı Neçirvan Barzani benzerdesteği; “Kuzey Irak bölgesi çok iyi bir lokasyondur. Petrol için köprü niteliğindedir. Bu yüzden Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi faydalıdır ” beyanıyla vermiştir. Ancak günümüzde bu destekten söz etmek mümkün değildir.
Genel bir algılama kapsamında Mesut Barzani; “Biz Irak idarî yasasını imzaladık. Bu anayasa Irak ulusalservetinin tüm Irak halkına ait olduğunu söyler. Biz sâdece Kerkük petrollerinde söz sahibi değiliz. Tüm Irak petrolünde hak sahibiyiz.” Ardından Avrupalı şirketlerle yapılan sondaj antlaşmaları sözleşmeleri esnasında Neçirvan Barzani, “Kürdistan bölgesinde açılacak petrol kuyularının gelirlerinin %90’ının Kürt halkı için harcanacaktır” demiştir. Özerk yönetimin bu tutumuna Bağdat sessiz kalmamış ve “Bağdat anayasaya göre petrol gelirlerinin tüm Irak halkına ait olduğunu ve merkezî hükümetin petrol antlaşmalarını düzenlemeyeve gelirleri kontrol etmeye yetkili olduğunu” belirterek sert bir tutum takınmıştır. Özerk yönetimin iddiası ise şöyledir. “BAAS rejiminin devrilmesinden önce bulunan kaynakların kontrolü, işletilmesi ve gelirleri merkezi hükümete yani Bağdat’a aittir. Ama 2003’ten sonraaçılanlar üzerinde hiçbir hak iddia edemez.” Kısa bir süre sonra da Neçirvan Barzani tutumunu daha da sertleştirerek, “Bağdat hükümeti ısrarını sürdürürse, Irak’la anayasa temelinde birlikteliği tercih eden Kürt halkının bu tercihini gözden geçirme hakkını saklı tuttuğunu” açıklamıştır.
ABD ise bu dönemde devreye girerek uzlaşmacı bir tutum sergilemiş ve “Bize göre Irak petrolü tüm Iraklılara aittir. Petrol, birliği zayıflatan değil güçlendirenbir etken olmalıdır” diyerek Bölgesel Yönetim’in erken çıkışlarını engelleyerek Bağdat ile sorun çıkmasına mani olmak istemiştir. Türkiye bölgesel yönetimin kontrolü altındaki petrolün taşınması için bir anlaşma yapmıştır. Bağdat antlaşmaların direk olarak kendisi ile yapılmasını, kendi ile yapılmasa bile ödeminin kendisine yapılmasını talep etmektedir ve bu konuda tavizkâr görünmemektedir. Zira Bölgesel Kürt Yönetim’in petrol gelirlerindeki payı%17 ile sınırlıdır, %83’ü ise Bağdat’a yâni merkezî hükümete aittir.
Barzani’ye göre ise Bağdat’a kalan %83’lük payın içinde de özerk yönetimin hakkı vardır. Ayrıca ilk etapta elde edilen gelirin nerede toplanacağı da netleştirilememiştir. Türkiye kendi bankalarında kalmasını isterken, aynı isteği Bağdat ve ABD de dillendirmektedir. Ayrıca Bağdat; “Anayasaya göre Irak topraklarındaki bütün hidrokarbonların Irak halkına ait olduğunu” ifade ederek işlemsel ve mali antlaşmaların kendisi ile yapılması ısrarını sürdürmekte ve mali konularda uzlaşmaya yanaşmamaktadır.Görüldüğü üzere Erbil petrolünün yanı sıra Kerkük petrolünün de nasıl paylaşılacağı ve hangi güzergâhtan pazarlanacağı hem bir güç mücadelesine dönüşmüş hem de içinden çıkılamayacak kadar yoğun bir sorunlar yumağı hâlini almıştır. Konunun diğer tarafında ise bölge ülkeleri vardır. Her ülkenin çıkarları farklıdır ve aynı zamanda birbirleri ile kritikhesapları vardır.
Bunlara kısa bir göz atınca sorunun önümüzdeki günlerde daha fazla problem sahaları üreteceği açık bir şekilde görülecektir. Petrol kaynaklarının bir tarafını ABD, Türkiye ve açık olmayacak şekilde İsrail oluşturmaktadır. ABD için içinde bulunduğu ekonomik kriziaşmanın yollarından birisi Irak ve özelde Kerkük petrolleridir. Özellikle petrolün aktarılmasından elde edilecek bütün gelirin sürekli olarak ABD bankalarında bulundurulmasıkonusu çok kritik bir özellik arz etmektedir. Ayrıca Irak’ın yeniden yapılandırılması aşamasında ABD oldukça külfetli bir mücadele vermiştir ve bu topraklarda uğradığı mali kayıp ancak petrol ile giderilebilecektir. Diğer taraftan Irak petrollerinin stratejik değeri de önemlidir. Mevcut boru hattına eklenecek olan kısım ile petrol sorunsuz ve büyük miktarlardaTürkiye topraklarından Akdeniz’e çıkacak olması, ABD’yi hem rahatlatacak hem de İran’ın Basra Körfezi’ni kapatma tehdidini boşa çıkaracaktır. Böylece günümüzde belirgin bir yumuşama olsa da dengeden uzak olan İran-ABD ilişkilerinde ABD önemli bir koza sahip olabilecektir. Bu noktada İsrail de önemli bir rol oynamaktadır. İsrail için Irak petrollerininÜrdün topraklarından kendi topraklarına ulaştırılmasını için çalışmaktadır. Bunu temin ederse İsrail, enerji ihtiyacını fazlası ile karşılayacak ve bu konuda rahatlayacaktır. Bu nedenle ABD’de İsrail lobisi ciddî çalışmalar içindedir. Diğer taraftan Kerkük konusunda İsrailKürt yönetiminin yanında yer aldığını açıkça belirtmektedir. Çünkü bu bölgedeki petrolün faal olarak çıkarılmaya başlanması ve boru hatlarının tam kapasite ile çalışmaya başlamasıdemek, bölgenin emniyet sisteminin daha güçlenmesi ve insanların refaha ulaşması ile terör bağlantılarından kopması anlamına da gelmektedir. Emniyetli bir ortam da kaotik ortamın oluşmaması demektir ve İran’ın Kuzey Irak-Suriye-Lübnan üzerinden kendi topraklarına müdahale edememesi olarak İsrail tarafından değerlendirilmektedir. Açıkça ifade etmek gerekir ki, Kerkük’te ve çevresinde oluşacak bir petrol dünyası İran için dezavantajlı bir durum yaratacaktır ve Şiî kuşağının kırılmasına neden olacaktır. İran bu oyundaki en kritik devletlerden birisidir. Hâlen Kerkük petrolleri üzerine ortaya çıkan gelişmeleri takip etmekte olan İran, muhtemeldir ki, kendisine göre orta ve uzun vadede bir planlama yapmaya çalışmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi Kerkük petrolleri, İran’ın elinden petrol kartını söküp alabilecek kadar kritik özelliktedir. Yâni tam kapasite ile faaliyet gösteren bir Kerkük hattı, İran’ın ABD’ye ve hatta Batı dünyasına karşı yürüttüğü sert enerji jeopolitiğini kırabilecek kadar güçlü gözükmektedir. Diğer taraftan İran, İsrail ve Batı ile sürdürdüğü mücadeledeen önemli gücü Şiî kuşağından almaktadır. Kerkük’te ortaya çıkabilecek petrol merkezli uluslararası ekonomik ve siyasî yapılar, İran’ın Şiî gücünü bölmese de zayıflatacak potansiyele sahiptir. Bu durumda İran hem Suriye bağlantısından kopacak hem de Bağdat-Basra hattının güneyinde kalan Şiî Irak toplumuna ulaşmakta zorluk çekecektir. Bu İran için kabul edilemeyecek kadar kötü bir senaryodur, hatta kâbustur. Mücadelenin diğer önemli aktörleri RF ve Çin’dir. Çin için Irak toprakları bakir alanlardır. Büyüyen ekonomisi için çok fazla enerji kaynağına ihtiyaç duymaktadır ve Kerkük enerji havzasında hem bulunmalıhem de bir şekilde bu kaynakların bir kısmını doğuya döndürmelidir. Fakat ABD’nin ve Avrupalı devletlerin ve hatta Türkiye’nin buna müsaade edebilme lüksü yoktur. Bu nedenlebu mücadele içinde Çin ciddî anlamda oyun bozucu bir rol oynamak zorundadır ve yatırım için uygun ortamların oluşmasını bekleyecektir. RF, Gasprom şirketi ile hâlihazırda Kuzey Irak bölgesinde varlığını hissettirmektedir. RF için Kerkük kaynaklarının ABD denetiminegeçmesi, onun Avrupa üzerindeki enerji denetimini kaybetmesi/zayıflaması anlamına gelmektedir. Ayrıca ABD ile üstü yarı örtülü bir mücadele yürüten RF, Ortadoğu’da güçlü birABD ve Batı denetimi istememektedir. Bu kapsamda günümüzde RF bekleme durumundadır. Büyük ihtimalle de hareket tarzı Bağdat ve Kürt yönetiminin alacağı tavra göre şekillenecektir. Fakat bu tavır her durumda Batı karşıtı şeklinde olacaktır. Çünkü Suriye’de yaşanan gelişmelere müdahale konusunda BM nezdinde Batı’yı hareketsiz bırakan kararlarıbunu açıkça göstermektedir. Kerkük petrollerinin oluşturduğu bir diğer önemli problem sahası etnikve dinî temellere dayanmaktadır.Kuzey Irak’ta Kürtler legal bir özerkyapı olarak ortaya çıkmıştır. Bu yapıIrak anayasası ile tescil edilmiştir.Kerkük petrollerinin Bölgesel Yönetim’ineline geçmesi hâlinde Irak BölgeselKürt Yönetimi enerji alanındaönemli bir oyuncu hâline gelecektir.Yâni özerk yönetim genel çerçevedeBağdat merkezi otoritesine gevşekbağlarla ilişkili ve petrolden büyükbir kazanç elde eden bir siyasî yapıyadönüşecektir. Tabiî ki bunun bazısonuçları da ortaya çıkacaktır. Özelliklebu husus Kürtlerin hayatta kalmakiçin tâbi oldukları devlete muhtaçkalmayacakları anlamına gelmesinedeniyle çok önemlidir. Dolayısıylabu konunun topraklarında Kürt ayrılıkçıhareketine mensup gruplar barındıranülkeler açısından ayrı ayrıdeğerlendirilmesi gerekmektedir.Bu konuda öncelikle Bağdat yönetiminebağlı olan ve Irak’ın toprakbütünlüğünü savunan Sünnî Arap veŞiî Arap nüfusu oldukça rahatsız etmektedir.Kürtlerin ülkenin diğer kesimindenfarklı bir yol çizmeye çalışmasıve bunu da açıkça ifade etmektençekinmemeleri Şiî Arapları daaynı şekilde hareket etmeye itebilir.Şüphesiz Şiî Araplar Irak’ın bir kısmıyerine tamamını yönetmek istekteyselerde, şartların değişmesihâlindeonlarda güneyde bir bağımsız devlet yolunagidebilirler. Fakat İran şu andaIrak’ın toprak bütünlüğünün korunmasındanyanadır. Ayrıca İran’da nüfusununtahminen %7’sini, ki yaklaşık4,5 milyonluk bir nüfusa tekabületmektedir, Kürtler oluşturmaktadır.Bu nüfus İran’ın bünyesindeki diğeretnik gruplar İran’ın yumuşak karnınıoluşturmaktadır. İran yönetimi bugrupları baskı altında tutmaktadır.Fakat Kerkük petrollerini de kontroletmeyi başaran ve dünya piyasalarınaulaştıran bir Kürt yapılanmasınınİran. Irak, Suriye ve Türkiye coğrafyalarınaetkisini şu anda tahmin etmekkolay değildir. Dolayısıyla İrangelişmeleri yakından ve Şii kuşağıngeleceği açısından takip etmektedir.Türkiye açısından bakıldığındada aslında durum çok iç açıcı değildir.Kerkük petrolleri konusunda duyarsızkalmak, yine sınırlarının hemengüneyinde başlayan bu enerjioyununda devre dışı kalmak ve devasarezervlere sahip bir enerji kaynağınınkendisine getirecek kazançtanyoksun kalmak Türkiye’nin çıkarlarınaterstir. Öte yandan yapacağı herhamle kendini de sıkıntıya sokacaksorunlara sebebiyet verebilir. HeleKerkük’ün statüsünün Kürtlerin lehinebir çözüme kavuşturulmasınınIrak ve tabiî ki Türkmenler üstündekietkileri Türkiye’nin göğüsleyebileceğişeyler değildir. Onun için TürkiyeKerkük meselesini Irak’ın toprakbütünlüğü ve bölgenin asıl sahibi konumundakiTürkmen ve Arapların lehineşekillendirilmesinde etkin bir roloynaması gerekmektedir. Fakat Ceyhanhattı kullanılmazsa, Irak petrolüiçin Basra Körfezi seçeneği hâlenihtimal dâhilindedir. Ayrıca bir kısımpetrolün de mevcut hatlar üzerindenİsrail’e ve buradan da dünyapiyasalarına yönelmesi söz konusudur.Bunların yanı sıra, Türkiye’ninson zamanlarda Kürt sorununa bakışındabir değişim olduğu ve Erbil petrollerineyönelik hamlenin bu bakışaçısındaki değişimle de alâkalı olduğubir gerçektir. Türkiye tarafındandemokratik açılıma destek sağlayacakşekilde ele alınan bu projenin ortavadede Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ninbağımsız yolunda cesaretlendirmeihtimali de gözden ırak tutulmamalıdır.Ekonomik anlamda güçlenenve gelişen bir bölgenin bağımsızlıkiçin hareket etmesi daha güçlübir ihtimaldir. Bu durumdan sâdeceTürkiye’nin değil, Irak, İran ve Suriye’ninciddî anlamda etkileneceği deherkesin malumudur. Irak hem kendiiçinde hem de Kuzey Irak bölgeselyönetim ile ilişkileri kapsamında oldukçaistikrarsız durumdadır. Dolayısıylamevcut dengesiz yapılar içindeözellikle etnik sorunların oluşturduğuproblem sahalarının tam anlamıile çözümlenmeden bu hattın hayatageçirilmesini orta vadede katlanılmasıçok güç olabilecek sorunlar doğurabileceğiunutulmamalıdır.
Sonuç olarak geleceği sislerle kaplıgüncel gelişmelerine bakarak kısavadeli bir öngörüde ulunmak gerekirse;İran için Bağdat hükümetininbir parçası olan Iraklı Şiî gruplarınpotansiyel bir güce ulaşması önemlidirve bu kapsamda hâlen etkileri veizleri faal olan istikrarsız ortamın devametmesi gerekmektedir. İstikrarsızortamın devam etmesi demek Irakpolitikasına Şiî nüfus sayesine müdahaleedebilmek anlamına gelmektedir.Türkiye için Kuzey Irak bölgeselyönetimi ile işbirliğin gidilmesi kısavadede Kuzey Irak’ta PKK’nın tasfiyeedilmesi, demokratik açılımının başarıyaulaşması ve Türkiye sınırı içindeyaşayan ve Kürtçülüğü siyasî ve ideolojikbir boyuta taşıyan grupların etkisizleştirilmesianlamına gelebilir.Fakat unutulmamalıdır ki, yakın zamandabu coğrafyada meydana gelenolaylar zinciri incelendiğinde, günlükgelişmelere göre atılan adımlar, ortavadede her zaman için Türkiye’ninbaşını ağrıtmıştır. Bu nedenle de özelikleİran, RF ve Çin’in, Irak’ın geleceğineve Irak petrollerine dair stratejileritam netleşmeden atılacak adımlardaTürkiye’nin çok dikkatli olmasıgerekmektedir.
YORUMLAR