Hepimiz sürekli medya üzerinden bu insanlık felaketini seyrediyoruz ve üzülüyoruz. Ama aslında 25 milyar doların üzerinde bir iş sahası, yeni bir endüstri ve pek çok devasa şirketin mücadele alanı halinde olan bir iş kolu durumunda. Bu da açık bir şekilde dünyada sorunlu alanların bitmemesini ve mültecilerin hareketlerinin devamını isteyenler, hem de çok isteyenler var anlamına geliyor.
Türkiye’de medyanın hiçbir köşesinde bulamadığınız mülteci kampı pazarı, dünyayı yerinden oynatacak seviyelerde neredeyse. Avrupa’da otellerin büyük salonlarında fuarlar düzenleniyor. Buraya dünyanın önemli şirketleri sunum yapmak üzere afişleriyle, maketleriyle ve örnek malzemeleriyle geliyorlar. Başlarında da üç, dört dil konuşan nazik, güzel bayanlar var. Günler içinde şirket görevlileri değişik iş anlaşmaları yapıyor ve kart değişimleri gerçekleşiyor. Öyle ki, buraya gelen şirketler sadece kamp malzemeleri sergilemiyor. Mültecilerin ihtiyaç duyacakları her türlü malzeme de burada gündeme getiriliyor.
Pazar milyon dolarlarla ölçülecek durumda ve her şirket bu pazardan bir pay almanın peşinde. Üstelik her geçen gün yenileri de kuruluyor. Kulak misafiri olunduğunda şu sözler çoğunlukla salonlarda yankılanıyor. “Kamp ekipmanlarımızla ilgili her şeyi size göndereceğim. Madencilik, petrolcülük, mülteci kampları. Ne isterseniz hepsi var!” Stantlarda özellikle İspanyol firmaları öne çıkıyor. Helikopterden çadıra kadar her türlü malzemeyi sattıklarını gösteren katalogları var. Sorumlu bayanlar ise ilgi gösterenlere her türlü desteği verebilecek tecrübeli çok sayıda personele sahip olduklarını beyan ediyorlar. Buradaki fuarlarda oluşan pazar çok karışık ve değişik firmaları birleştirmek mümkün (Lemondediplomatique, Lesrefugies; Unebonneaffaire).
2016 yılında ilk defa İstanbul’da BM tarafından “küresel insani yardım zirvesi” düzenlendiğinde böyle bir fuar açıldı ve 600 den fazla tedarikçi dev firma bu fuara ilgi göstererek kendilerini lanse etmeye çalıştılar. Bu sayede ilk defa mülteci kamplarına yönelik özel sektörün ne yapabileceği ve performansı gözler önüne serildi. Bir yıllık süreçte Brüksel’den Dubai’ye kadar değişik büyük şehirlerde fuarlar düzenleniyor ve büyük ilgi görüyor. Fuarlarda şirketlerden, NGO’lara, özel örgütlerden genç organizasyonlara kadar geniş bir yelpazede değişik grupları görmek ve onların tekliflerini dinlemek mümkün.
Bu faaliyetler içinde dronlara, özel aydınlatma sistemlerine, yemek kitlerine, yaşamsal sağlık malzemelerine rastlanıyor ve ayrıca çok pahalıya gelen bu malzemelerin satın alınmasına kolaylık sağlayan Master Card ve Visa gibi finans grupları da değişik teklifler sunuyorlar. Genel olarak şöyle deniliyor. “Bu çok büyük bir sektör. Bazıları buna yardım endüstrisi diyor. Yıllık neredeyse 25 milyar dolarlık bir bütçe var. Bu açık bir şekilde sektörü ticari yapı haline getiriyor”. Mülteciler için ayrılmış çok iyi bir para var. Kesintisiz akıyor ve bu yüzden de herkes bu fuarlarda bir şeyler koparmanın peşinde. Herkes kendisini göstermek ve kanıtlamak için her şeyi yapıyor ve ortaya iyi bir mücadele alanı çıkıyor.
Her türlü ekipmanın mevcut olduğu bu sektörde özellikle Suriye’deki kampların mobilyaları ve çadırları İKEA tarafından üstlenilmiş. Zaten mülteci kampı denildiğinde akla ilk olarak İKEA geliyor. Bu konuda her türlü yetki BM tarafından HCR organizasyonuna verilmiş durumda. Genel çerçevede bakıldığında son yıllarda çadırların daha iyi üretildiği, bu konuda aile mahremiyetine çok önem verildiği dikkat çekiyor. Çadırların içleri dışardan bakıldığında görülmemesine dikkat ediliyor. Çadırların içlerine soğutma, pişirme, saklama üniteleri konuluyor. Kapıları kapanabiliyor, pencereleri rüzgâra ve yağmura karşı korumalı. Esas amaç çadırların uzun süre kalınabilmesi için yeterli yaşam kalitesine sahip olması. Ayrıca çok sağlamlar ve fiyatları da rekabet nedeniyle özel olarak indirimli. Bu yüzden bu çadırlara “sihirli çadırlar” ismi takılmış.
Yukarıda da belirttiğim gibi İKEA öne çıkan bir firma bu alanda. İsveç’ten sistemi Hollanda’ya taşımış durumda ve bir şekilde HCR ile yakın geçmişte 30.000 çadır karşılığında 35 milyon euroluk bir antlaşma yapmış görünüyor. Şaibeler olmasına rağmen HCR tarafından mallarının kalitesi nedeniyle çok övülüyor. İKEA çadırları Etiyopya’dan Sudan’a, Irak’tan Kenya’ya kadar gönderilmekte.
Ancak önemli bir sorun var. İKEA’nın sağladığı malzemeler üzerine şaibeler dolaşmakta, özellikle İKEA yöneticilerin kazançları için yeni mülteci dalgalarından istifade ettikleri yönünde. Yapılan araştırmalarda şöyle ifadelere rastlanıyor. “2011 yılında büyük kuraklık yaşayan Somali’de Dobaob kampındaydım. Bu kampı İKEA tesis etmişti. Bunun için de BM’nin HCR yönetiminden 60 milyon Euro almıştı. Bu paralarla sihirli çadırlar olarak isimlendirilen ve sığınanlara iyi yaşam koşulları sağlayanmalzemelerle donatılmıştı. Ama şöyle bir durum var ortada. Yakınlarda başka kamplar varken bu kampın tesisine gerçekten gerek var mıydı?”
Buna şöyle cevap vermek mümkün. Bugün özel sektör ihtiyacın dışında yeni kamplar yaratmanın peşine düşmüş durumda ve bu konuda İKEA en çok öne çıkan organizasyon olduğu söyleniyor. Onlara göre burada sığınmacılar çok da düşünülmüyor. Ortada dönen rakamlar müthiş seviyelerde. İKEA tek çadır tedarikçisi olmamasına rağmen sadece 2016 yılında kasasına 32 milyon Euro sokmuş olduğu öne sürülüyor.
2015 yılında Cenevre’de “Yeşil Organizasyon” adı altında bir yapı oluşturulmuştu. Amacı, ülke desteği alamayan sığınmacılara yiyecek tedariki yapmaktı ve 1000 işletme bu organizasyonun içinde yer aldı. Çok büyük bir rağbet görmüştü. Çünkü sistem BM tarafından desteklenmekteydi.Ürünlerin aktarımı ise özel işletmeler tarafından gerçekleştirilmeye başlandı.2016 yılı için konuşacak olursak BM mültecilere ayırdığı bütçenin %40’ını yani 7 milyar dolarını sadece bu işe ayırdı. Bu bütçe geleneksel olarak her yıl İngiltere, Almanya, Japonya ve İsviçre tarafından oluşturulmakta. Cenevre’deki yetkililer başlangıçta küçük işletmelerle parçalar halinde başladıklarını ama şimdilerde bu sistemin çok büyüdüğünü ve artık “insani yardım mesleğine ve iş koluna” dönüştüğünü söylüyorlar. Ama önemli bir sorun var. Kaynağı sabit değil ve dengesizlik içinde. BM hem kaynak artırımı için hem de uluslararası alanda kendisini kanıtlamış UPS gibi kargo şirketleriyle görüşmeler yapmasına rağmen kaynak sağlayan devletlerin birbirleri arasındaki rekabetleri yüzünden başarılı olamadı. BM’nin bütçesini kaydırdığı özel şirketler de aynı şekilde davranmaya devam etti Örneğin İKEA, ihalelerden kazandığı paranın bir kısmını yiyecek yardımı için bağışlama sözü vermesine rağmen hiçbir zaman bu sözünü yerine getirmedi. BM temsilcileri bu konu için İsveç’e kadar gitse de elleri boş döndüler. Bu arada İKEA’nın vergi kaçırdığı ve tedarik ettiği malzemelerde usulsüzlük yaptığı söylentileri çıktı ve hatta suç duyurularında bulunuldu. Ama ilginç bir şekilde bunların hiç birisi ne BM’de ne de HCR yönetiminde gündeme dahi alınmadı.
Açık bir şekilde İKEA bir malzeme imalatçısından çok daha öte bir organizasyon halinde. Öyle ki gerektiğinde çıkarları için milyonlarca insanın yer değiştirmesini dahi sağlayabiliyor. Açık bir şekilde politik bir güç haline gelmiş durumda. Onların yaptıkları gizli bir döngüye sahip olduğu için de kimse faaliyetlerine müdahale edemiyor (Lemondediplomatique, Dans lescamprefugie).
1970’lerde birkaç doktorun gönüllü olarak sığınmacıların yaşadıkları yerlerde tıbbi yardım ile başlayan bu işler şimdilerde artık ciddi boyutlarda sağlık, yemek gibi değişik alanlara açılmış durumda ve üniversitelerde ayrı birer kürsü içinde eğitimleri veriliyor ve mezunları diploma sahibi olabiliyor. O kadar ki, bu organizasyonların insan kaynakları ofisleri kendilerine yapılan müracaatlara yetişemiyor bile. Çünkü gençler artık heyecan arıyor, çalışırken değişik yerler, farklı kültürler içinde yoğrulmak istiyor. Bu yeni bir jenerasyon ve eğitimli, bilinçli ve çok hiperaktif özelliklere sahip. Ancak bu alanın genişlemesi gençlerin tercihlerinden kaynaklanmıyor. Tamamıyla finansal destek sağlayan ülkelerden kaynaklanıyor. Neden? Çünkü bu şekilde ülkeler, yeni topraklara nüfuz edebiliyor ve kolaylıkla yeni pazarlar oluşturuyorlar. Bu onlara göre kendilerine büyük rantlar yaratmak için sisteme ödenen küçük bir bağış aslında. Bu yüzden kampları dolaşan ve mülteci güzergâhlarında çalışan araştırmacılar, oluşturulan sistemin artık insani yardımdan çok insani ticari girişim olduğunu beyan ediyorlar. Gerçekten de bu işlerle uğraşan NGO yetkilileri ilk başlarda iddiaları ret etseler de itiraf etmekten de geri duramıyorlar. Şöyle diyorlar, “Bizim düşüncelerimize ve değerlendirmelerimize göre kimse hareket etmiyor. Kararlar bizi finanse eden ülke yönetimlerince alınıyor. Sudan, Orta Afrika, Suriye gibi her kriz bölgesi için nasıl hareket edileceğini sadece onlar belirliyor. Bize de verilen görevleri itiraz etmeden yapmak düşüyor”.
Yiyecek konusunda bir başka örnek konuyu daha anlaşılır haline getirilecektir. Ürdün’de ve Suriye sınırından sadece on beş kilometre kadar uzaklıkta Zaatari mülteci kampı var. 80.000 kişi barınıyor. HCR tarafından 2012 yılında açılmış. İlk defa BM’ye bağlı PAM (dünya yiyecek programı) aracılığıyla burada bir Pazar açıldı. Yiyecekler ise ABD’li SafeWay ve Kuveytli Tazweed firmalarınca getirilmesine karar verildi. Kampın içinde açılan şubelerden mültecilerin günde bir dolara istediklerini alabilecekleri ilan edildi. Kimse hoşnut kalmadı ve itirazlar yükseldi. Ancak kampın HCR sorumluları bu sistemin çok iyi olduğunu savundular ve geri adım atmadılar. Zaman geçtikçe insanlar alıştı ve iki firmanın zincir mağazaları kampın değişik yerlerinde oluşturuldu.
BM desteği ile sadece kendi marketlerinde kullanılacak aylık olarak 50 dolar doldurulan kartlar dağıtıldı mültecilere. Bir anda işin şekli değişti ve firmalar inanılmaz boyutta mücadeleye başladı ve firmalar kısa sürede bu işi ticarete dökerek diğer kamplara da yaymaya başladı. Sığınmacılar ise bu durumu sevinçle karşıladı. Her iki grubu da dolaşabiliyor ve istediklerini alabiliyorlar. Ayrıca rekabetten de faydalanabiliyorlar. Ancak işin diğer yüzü çok kötü. Yardım ticarete dönüşünce mültecilerin içinde bazı gruplar kendilerine özel şubeler açmaya da başladılar. BM kar oranını %5 gibi düşük bir seviyeye indirdiğinde bazı malların azaltılması gerçekleşti. Bu da kamplarda karaborsaların oluşmasına neden oldu. Kar oranlarının düşük olması, kamplarda küçük firmaların yerleşmesine ve satış yapmasına engel olunca, sistem sadece bu büyük firmaların eline kaldı. Mülteciler için ise bu durum iyi gibi görünse de kötü bir alışkanlık. Çünkü kamplardan bir şekilde kendi ülkelerine döndüklerinde, kendilerini karşılayan görevlilere ilk olarak şu soruyu soruyorlar. “Burada bedavaya ne alabilirim”.
Dünya bu sorunla 1980 yılında ilk defa Vietnamlı sığınmacı akınıyla karşılaşmıştı. O zamanlardan bugünleri gören filozoflardan Facuault şöyle demişti.
“Sığınmacılar! Dışarıda hapsedilen ilk insan grupları olacaklar”.
YORUMLAR