İnsanlık suçlarının artık soy kırıma dönüştüğü bir cehennem artık Suriye ve hala dünyanın merkezi olduğunu iddia eden Birleşmiş Milletler yaptırımsal kararlar alarak sahip olduğu gücü suçsuz insanların kanlarıyla sulanmış bu topraklara indiremiyor. Bunun sonucunda da Suriye’de rejim güçleri başta olmak üzere diğer bütün illegal gruplar sorumsuz bir şekilde can almaya devam ediyor. Ne yazık ki bütün dünya Suriye’de her gün perdelenen bu dramı izlemekle yetiniyor.
Bu nedenle Türkiye basınında hiç değinilmeyen bu konuya yönelik hazırladığım ve kaynakları yabancı insan hakları izleme örgütlerinin raporlarından oluşan bu çalışmada özellikle sınırlarımızın hemen dibinde işlenen soy kırımı işlemeyi ve buna karşı mücadele vermeye çalışan insanları anlatmayı amaçlıyor.
Yakın geçmişe baktığımızda ilk defa Balkanlardaki kıyımın suçlularının tespiti ve yargılanarak cezalandırılması maksadıyla uluslararası savaş suçları mahkemesi kurulmuştu. Ancak kısa süre içinde bu mahkemenin görevinin suçluları işledikleri suç ve cezalarıyla birleştirmek yerine suçlanan kişilerin katliamların meydana geldiği dönemlerde olayın geçtiği yerlerde olmadığının kanıtlandığı bir yer olduğu anlaşıldı ve büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ancak her ne kadar dünya kamuoyunun bir kısmı tarafından bunun bir rezalet olduğu ifade edilse de konu zaman içinde unutulup gitti.
2011’den sonra benzer bir mahkeme Suriye’de rejim güçlerinin işlediği suçlar için de kurulması amaçlandı ve önce BM tarafından bir araştırma komisyonu teşkil edildi. Komisyonun başına BM insanlık suçları inceleme merkezinin tecrübeli üyesi Carla Del Punto atandı. Göreve başladığında heyecanla “Suriye rejimi insanlık adına işlenen katliamlardan sorumludur” ifadesi öne çıksa da sonraki dönemler içinde hiçbir ilerleme kaydedilemeyince başkan bu sefer “Yeter artık! Bu komisyon içinde yer almak istemiyorum” açıklaması ile istifa etti. Ama gene de pes etmedi ve üç hafta sonra BM’den Suriye rejiminin Suriyelilere karşı aşırı sert davrandığını ve terörist bir kimliğe sahip olduğunu belirterek ciddi, hızlı çalışacak bir uluslararası savaş suçları mahkemesinin kurulmasını istedi.
Ancak sözleri önceki açıklamalarının fazla medyatik bulunması nedeniyle ciddiye alınmadı. Ayrıca Şam yönetimini üstü örtülü bir şekilde destekleyen bazı organizasyonlar insanlık katliamından sadece rejimin sorumlu olmadığı, bunda rejime karşı savaşan bütün İslami grupların da sorumlu olduğu açıklamaları öne çıktı ve göz göre göre olaylar sulandırılarak bilinçli bir şekilde hasıraltı edildi.
Bir süre sonra içerden bilgi akışı başladı. Suriye’de neler oluyor sorusunun cevapları, eski bir gerilla olan ve sonradan rejime karşı insan hakları ağı kuran Fadıl Abdul Gani’den ve ekibinden gelmeye başladı. Onun yayınladığı bilgiler incelendiğinde 2011-2017 yılları arasında binlerce kişi rejim tarafından işkenceye ve ölüme maruz bırakıldığı görüldü ve durumun ne kadar ciddi olduğu ortaya çıkarıldı. Zaman zaman Gani tarafından çeşitli medya organlarında da durumun ciddiyeti vurgulanarak işlenen insanlık suçlarının engellenmesinin BM’nin birincil sorumluluğu olduğu söylenmeye devam edildi. Gerçekten de BM tarafından 2005 yılında alınan bazı kararlar var ve burada bir devletin vatandaşlarının katliamdan korunması için tedbir almasının en önemli görevi olduğu ve bu görev yapılamaz hale geldiğinde yaptırımlarla birlikte uluslararası toplumun muhakkak devreye girmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bu bağlamda BM tarafından alınan karar ile katliam işlenen bölgede uluslararası güçlerin görev yaptırılması kaçınılmaz olacaktır deniliyor.
Aktif güç faaliyete geçirilmedi. Ama rejimim 250 önemli isminin yurt dışındaki her türlü mal varlığı donduruldu. Ancak bu dondurma işlemi de 2018 yılı sonu ile sınırlandı. Bunun yanı sıra içlerinde Suriye Merkez Bankasının da olduğu atmıştan fazla uluslararası devlet varlığı da donduruldu. Birçok malın girişine ambargo getirildi. Ancak hiç kimse uluslararası savaş suçlarının yargılanması konusunda adım atmadı. BM’den güç kullanımı hususunda kararlar ertelendi ya da veto edildi. BeşarEsed rejimi de bildiğini okumaya devam etti.
Bu kadar kötü haberin içinde iyileri de var. Örneğin toplanan kanıtlar kaybolmuyor. Çünkü Suriye sınırlarından çıkarılıyor, ülke dışında toplanıyor ve sonra da uluslararası şiddet dokümantasyon merkezi ve Suriye insan hakları ağı tarafından tasnif edilerek kişi bazında sorumlular ifşa ediliyor. Suriye’de bu tehlikeli iş iki kahraman tarafından yürütülüyor. Bayan RazanZeytunehve Bay MazenDerviş. Her ikisi de sürekli ölüm tehdidi altında kanıt toplamayı kendilerine görev bilmiş durumdalar. Ancak 2013 yılından itibaren durum değişti. Bayan Razan ve üç çalışanı rejim elemanları tarafından kaçırılarak üç ay işkence gördü. Bu sırada Suriye’nin dış dünyaya kapalı olan ve rejimin kontrolündeki ölümcül Guta bölgesindeydiler. BM bilgi istediğinde de sorumluların Deaş olduğunu bildirdiler.
Bay MazenDerviş ise 2015’te on üç yardımcısıyla kaçırıldı ve bir yıl boyunca işkence gördü. Arabulucuların devreye girmesiyle hayatlarını kurtardılar. Rejim güçlerinin içinde yer alan bazı gruplar tarafından bunun bir gözdağı olduğu ve halkı korkutmak amacını taşıdığı açıklandı. Aynı yıl içinde bir rejim polisi zindanlarda işkence yapıldığını gösteren 55.000 fotoğraflardan oluşan bir belleği dışarıya çıkardı ve suç izleme merkezine teslim etti. Fotoğraflar incelendiğinde rejimin işkence ile 6.789 kişiyi öldürdüğü belirlendi. 2017 Şubatında başka bir merkeze teslim edilen kanıtlarla Saidnaya hapishanesinde son üç yılda işkence ile 5000- ile 13.000 kişinin öldürüldüğü açıklandı.
Konu açık ve net olmasına rağmen araştırmacılar sürekli olarak suç varken yargılayacak uluslararası mahkemenin kurulmamasını insanlık için bir paradoks olduğunu ifade ediyorlar ve uluslararası toplumun duyarsızlığına vurgu yapıyorlar. Kaldı ki, savaş suçlularının yargılanması için oluşturulan Roma konsansüsünü 124 ülke imzalamış olmasına rağmen (Suriye bu konsansüsü imzalamadı). Uluslararası suç örgütü çalışmalarına devam etti ve geçen yıl itibari ile katliam ve işkence yapılmasıyla ilgili 700.000 dokümanlık bir soy kırım arşivi oluşturdu. 100’den fazla sayıda uzmanın çalışmasıyla bu kanıtlar sayesinde insanlık suçu işlendiği ve soy kırım yapıldığı ve bunun sorumlusunun Esed rejimi olduğu ortaya konuldu. Fakat ne yazık ki bu sonuçlar örgütlerin finansörlerinin ve savaş bir şekilde dâhil olan devletlerin baskılarıyla dünya kamu oyuna duyurulmadı.
Ülke içinde bu kanıtların peşine düşen gönüllü insanlar rejimin kirli oyununa kurban gidiyor. Rejim bu kişileri teker teker avlıyor ve sorumluluğu terör örgütlerine atıyor. BM tarafından Suriye’de görev yapan aktif bir güç olmaması nedeniyle de sürekli bu insanların kanları dökülüyor. Bu arada Suriye’den diğer ülkelere kaçarak buralarda rejimin soy kırım yaptığını kanıtlamaya çalışan çok sayıda insan da var. Ama her nasılsa Esed rejimi bunları orada da buluyor ve öldürmekten geri kalmıyor. Örneğin son iki yıl içinde uluslararası savaş suçu örgütü içinde çalışan birçok Suriyeli İsviçre’de, Almanya’da, Fransa’da ve İspanya’da kaçırıldı ve sonra güvenlik birimleri onların ölülerini buldu.
Son olaylar artık bardağı taşırmış olacak ki, BM güçlü bir inceleme ekibi ve eş zamanlı olarak da bir savaş suçu mahkemesi kurmaya ve bu iş için bir buçuk milyon euroluk bütçe ayırmaya karar verdi. Ancak yaptırımdan uzak kalan bu karar işleri hızlandırmadı, savaş suçlularının yakalanmasına imkân vermedi ve rejimi geri adım atmaya mecbur bırakmadı. Çünkü Esed’e ve rejimin önde gelen kişilerinin yakalanması ve mahkeme önüne çıkarılması şu an için mümkün değil. Onlar işledikleri savaş suçlarına rağmen kendilerine destekçi bulabiliyorlar ve bu yüzden de BM etkisiz kalıyor.
Konu şöyle ifade ediliyor.
“Savaş suçları işlemesine rağmen Esed ve rejimi sürekli kazanan taraf”.
“Mahkeme kurulsa da ölüm sayısının artmasından başka hiçbir şey değişmedi”.
“Esed soy kırıma devam ediyor ve dünya sadece seyretmekle yetiniyor”.
YORUMLAR