Suriye 2010 yılında Kamışlı’daki bir futbol maçı sonrasında Kürtlerin ortalığı karıştırmasının ardından günümüze kadar inanılmaz gelişmeler yaşadı ve artık yok olma eşiğini de aştı. Öyle ki, hem Suriye’nin karmaşık etnik yapısı, hem komşu ülkeler ve hem de ABD ve RF gibi dış güçler işin içine girdi. Kamışlı’daki gelişmeler devam ederken Irak’ta ABD destekli Başbakan Şii El Maliki’nin Sünnileri baskılama politikasının sonucunda bir anda Avrupalı araştırmacıların dediği gibi her iki devlet “hayalet sınırlara” dönüştü. Yani Afrika’daki sahra altı ülkelerin sadece kağıt üzerinde görünen geçirgen sınırlardan ibaret kaldı ve sınırlar ortadan kalkınca kısaca DEAŞ ortaya çıktı. Radikal cihatçı terör örgütü dünya çapında en önemli tehdit olarak düşünüldü ve bu sayede her grup ve ülke Irak ve Suriye üzerinde kendi hesaplarını yapmaya başladı ve bu süreç günümüze kadar devam etti. Diğer gruplar gibi bu kaotik ortamdan Suriyeli Kürtler de faydalanmaya çalıştılar ve ABD sayesinde istedikleri ortamı elde ettiler. İstedikleri neydi? Açık bir şekilde savaş öncesi mevcut demografiyi yok etmek ve yerine Kürtlerin hakim olduğu yeni bir demografi yaratmak! Bugün de aynı hedefin peşinde ilerlemeye devam edilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin Irak sınırından sonra başlayarak Akdeniz’e kadar devam eden bu sınır hattında şu anda neler olmakta? Kısaca bu bölgeleri özel izinle dolaşan kişilerin gözlemlerine bakmakta fayda var.
Aslı adı Kemaliye olan bir yer var. Suriyeli Kürtler buraya kendilerince isim vererek Rojava diyorlar. Ama oldukça karışık! Çünkü bu bölgede yaklaşık iki milyon kişi perişan halde yaşamlarına devam ediyor ve Kürtler bunların %60’ından fazlasının Kürt olduğunu iddia ediyorlar. Ayrıca PKK ile ilişkileri de güçlü ve bu sayede hala hapiste olan Öcalan’ın politik çizgisinin etkisi altındalar. Şimdilerde burada bir otonom kurmuş durumdalar ve ismine de “Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” diyorlar. Sözde askeri güçleri de var. PYD ve PKK. PYD, DEAŞ ile mücadele için ABD’den aldığı silah ve teçhizatı el altından (şimdilerde açık bir şekilde) Türkiye’nin mücadele ettiği PKK’ya veriyor (Lemondediplomatique, Uneutopieauceurduchaossyrien).
PYD bu bölgede demografik bir üstünlük sağlamak için 2014 baharında bir uzlaşı metni yayınlamıştı. Bu bildirgede etnik milliyetçiliği ret etmiş ve farklı etnik yapıları sayılarına bakmaksızın eşit ve birbirine saygılı gruplar olarak betimlemişti. Ama aynı Stalin’in halklara saygılı olma sözünü yerine getirmemesi ve Komünizmin baskısı ile eşitlik isteyen halkları ezmesi gibi bir durumu hatırlatıyor bu metin! Çünkü silah ve güç bu bölgede PYD’nin yani Kürtlerin elinde. Dolayısıyla eşitlikten ve saygıdan bahsetmek mümkün değil. 2014 deklarasyonunun ardından Kürtler bir anda kendi başlarına Rojava’da fiili bir otonom ilan ettiler. Ancak Kemaliye hava alanı ve yakın çevresi rejimin yani Suriye Demokratik Güçlerinin elinde. Bu çok önemli! Çünkü dışarıdan gelen yardımların Suriye topraklarına giriş yerlerinden birisi bu hava alanı. Dolayısıyla Kürtler, rejim güçleri ve DEAŞ arasında kaçınılmaz bir konsensüs sağlanmış durumda. Bu da işlerin ne kadar kirli olduğunu gösteriyor.
İşin bir ilginç tarafı daha var ki, değişik birçok grup var ve hepsi de teröristlere karşı bölgeyi koruduklarını söylüyorlar. YPG başta olmak üzere onun kadın kolu olan YPJ burada oldukça etkili faaliyetler yürütüyor ve PKK’ya militan adı altında kadın sağlıyor (?). Arap milisler, Sünni, Yezidi ve Hıristiyan savaşçı grupları da burada. Sözde otonom bölgeye hakimmiş gibi görünüyor ama bütün bu gruplar birbirleri ile savaşıyor. Kemaliye aynı zamanda önemli bir baraj bölgesi ve YPG’nin elinde. Bütün barajların üzerinde YPG bayrakları çakılmış halde ve dakikada bir barajlar motorlu devriyelerle kontrol ediliyor. Çünkü cihatçı teröristlerin ilk hedeflerinden birisi de bu barajlar. Hepsi de Haziran 2016’da meydana gelen bombalı saldırıda ölen 90, yaralanan 150 kişiyi hatırlıyor. Burada en önemli sorun enerji sıkıntısı. Kuzeyde Türkiye’nin şehir ve kasabalarının ışıkları buradaki karanlık ile büyük bir tezat oluşturuyor geceleri.
Kemaliye’den 100 kilometre uzaklıktaki Suriye’nin en önemli petrol merkezi olan Rumelian,2daki benzin istasyonlarında uzun kuyruklar oluşmuş durumda ve gece, gündüz hiç tükenmiyor. Buradaki kuyulardan savaştan önce 2011’de günde 380.000 varil petrol çıkarılılarakülkenin ihtiyacının neredeyse üçte birisi buradan tedarik ediliyordu. Savaşla beraber üretim %70 oranında azalmış durumda. Ancak otonom yönetim iptidai usullerle petrol çıkarmaya ve ilginç bir şekilde kendisini yok etmek isteyen rejim yönetimine satmaya devam ediyor (lemondediplomatique, LesKurses, combien de divisions).
Üstelik 0.80 Euro gibi normal fiyatın iki misli gibi yüksek bir rakama. Bunun yanı sıra bölgede çok sayıda kaçak rafineriler de var. Bunların çıkardıkları petrol de 0.20 Euro gibi düşük bir rakamdan satılıyor. Alıcılar yine aynı grup. Türkiye bu konuda oldukça rahatsız. Çünkü bu iptidai kaçak kuyu ve rafineriler sınır bölgelerini kirletiyor ve insanları kalıcı hastalıklara maruz bırakıyor. Sınır Tanımayan Doktorlar organizasyonunun raporlarına göre bölge insanı deri ve solunum hastalıklarının pençesinde kıvranıyor. Geçici olarak oluşturulan enerji komisyonu bu konuda ellerinden bir şey gelmediğini, barış olduğu takdirde bunların kapatılacağını açıklıyor ve etkisizliğini açık bir şekilde dile getiriyor.
Sözde Otonom Kürt yönetimi üç baraj çalıştırıyor ama elde edilen elektrik yetersiz kalıyor. Bu yüzden çıkarılan petrolün büyük kısmı elektrik üretimine gidiyor. Türkiye sınır aşan sular anlaşmasına göre saniyede en az 600 metre küp su bırakıyor nehirlerinden. Ancak Kürt yönetim bunun doğru olmadığını iddia ediyor ve Türkiye’yi “bu barajlar DEAŞ’ın elinde olsa Türkiye daha fazla su verir. Ama şimdilerde Kürtlerin elinde olduğu için sürekli suyun seviyesini düşürüyor” diyerek suçluyor.Kemaliye’deki Kürt medyası da bu şekilde baskı kurmaya çalışıyor ve düşman olarak görülsek de Türkiye hayati ihtiyaçları bu şekilde kısıtlamamalı diyerek Türkiye’yi suçlamaya devam ediyor. Ayrıca PYD ve PKK işbirliğini ret etmeden Türkiye’nin bu işbirliğine kötü gözle bakmaması şeklinde tavsiyelerde bulunuyor. Bu şekilde yayın yapılmasının en büyük amacı Suriye’deki büyük güçlerin Türkiye’ye bu konuda baskı yapmalarını sağlamak olduğu açık bir şekilde görülüyor (Human Right Watch, Syria:Abuse in Kurdish-runenclave).
Ne yazık ki günümüzde defacto da olsa Cezire, Kobane ve Afrin’de ayrı ayrı çalışan yönetimlerle bir otonom yönetim var ve hepsi de bölgenin demografisini değiştirmeye yönelmiş durumdalar. Tıpkı 1990’da Körfez savaşı esnasında Musul, Kerkük ve Erbil’deki Türkmenlere baskı yaparak yerlerinden eden, tapu kayıtlarının saklandığı binaları yakan Kuzey Irak Özerk Kürt yönetimi gibi. Bu yönetimler kendi bölgelerinde 2015’te seçim yaptılar ve seçilen meclis ile işlerine başladılar. Ama Kürtler sanıldığı gibi birlik içinde değil. Burada bir de Milli Kürt Konseyi denilen bir yapı var ve amaçları PYD’den daha farklı (en azından söylemsel olarak). Onların liderleri olan Narin Matini, “bizim projemiz milli bir Kürt devleti projesidir. Bu da bağımsız bir Kürdistan demektir. Biz burada Kuzey Suriye Kürt Federasyonu arzu etmiyoruz. Onlar bizim görevlilerimizi tutukladılar ve bürolarımızı yaktılar ve ya kapattılar. Yönetim açık bir şekilde onlara boyun eğmemizi istiyor. Bunu kabul etmiyoruz” diyerek PYD otoritesine karşı olduklarını beyan ediyor.
Cezire bir kanton ve buranın meclisi Amude’de. Yarısı kadın olan yüz üyesi var. Burada konseye bağlı en az bir düzine de Arap ve farklı fraksiyonda Kürt gruplar var ve çekişme içindeler. Buradaki üyeler otonom bir yönetim istediklerini, Suriye’den ayrılmayı düşünmediklerini beyan etselerde uygulamalarının baskıcı bir karakter göstermesi nedeniyle diğer gruplardan destek alamıyorlar. Bu arada Keldani, Asuri, Süryani kökenli Hıristiyan gruplar kendileri için dini bir yapıya sahip özerk bir yönetim istediklerini ve bu gerçekleşinceye kadar mücadeleye devam edeceklerini söylüyorlar.
Genel olarak Kürtlerin fikir ayrılıklarına dair iki önemli söylenti dolaşıyor. Bunlardan birisi, Kürt grupların kendi bölgelerinde savaşırmış gibi yaptıkları, ikincisi de bu grupların çoğunun rejim ile gizli anlaşma yaptıkları yönünde. Esad güçleri de bu parçalanmadan faydalanmanın peşinde ve değişik sözler vererek her gruba aslında yeşil ışık yakıyor. Bu konuda yeter ki anlaşma sağlansın, din, mezhep, etnik köken önemli değil deniliyor. Türkiye sürekli olarak ABD’nin askeri yardımının PKK’ya gittiğini söylüyor ve kanıtlarını gösteriyor. PYD ise alınan yardımların sadece taktik alanda kullanılacak şekilde olduğunu ifade ediyor. Ama tank ve zırhlı araç gibi ağır silahlar ve DEAŞ’ın elinde bulunmadığı halde güdümlü tank savar silahları bunu açıklamıyor.
Bu arada Suriye’de YPG merkezli dedikodular etrafa saçılmaya devam ediyor. Bunlar sürekli Türkiye’nin, Katar’ın ve Suudilerin farklı emelleri olduğu ve bu nedenle de bu savaşın yıllardır devam ettiği yönünde. Ancak kaotik bir ortam olduğu sürece YPG kendisine hareket alanı buluyor ve bu durumun kendisine fayda sağladığının farkında. Çünkü evlerinden edilmiş milyonlarla ifade edilen insanların kendi ata topraklarına dönmemesi gerekiyor ki, boşalan yerlere Kürtler doldurulsun. Suriye’deki sorunların çözülmesi için BM tarafından incelemeler de yapılıyor ve raporlar hazırlanarak uluslararası ortamda yayınlanıyor. Bu raporların önemli bir kısmında Suriye’de Kürtlerin Ruanda’dakilere benzer ağır savaş suçları işlediğini gösteriyor ve delilleriyle sunuyor. Örneğin 2014’te DEAŞ’tan geri alınan Tel Abyad’da Kürtlerin buradaki halkın zorunlu göç etmesini sağlamak için bilinçli olarak büyük bir yıkım gerçekleştirdikleri anlatılıyor. Böylece boşalan bölgelere Kürtlerin getirilmesi kolayca gerçekleştiriliyor ve bu sayede PYD kendi yaşam alanında yeni bir demografi oluşturuyor.
Geçmişin en kötü politikası olan Asimilasyon politikası burada yok. Ondan daha kötüsü var. İnsanları kaçırarak ya da yok ederek yerlerine kendi gruplarını koymak, günümüzde bu coğrafyada uygulanan bir politika ve asimilasyondan daha kısa sürede sonuç alıcı. Buna kısa zamanda etnik değişim ya da yeni ve yapay bir demografi yaratmak da denilebilir. Konu YPG’ye sorulduğunda ise onlar kendilerini, “bölgedeki çatışmalar çok şiddetli ve ölümcül. Bu yüzden tehdit yok oluncaya kadar onların çatışmasız alanlara geçmelerini istedik. Tehlike geçince de hepsini yeniden geri getirdik” cevabıyla kendilerini savunuyorlar. Ama işin gerçeğine baktığınızda gidenler Arap, Türkmen ya da farklı etnik gruplara mensup Suriyeliler, yerlerine gelenler ise sadece Kürtler! YPG’ye açık destek veren ABD araştırma grupları da Kürtleri destekleyen yanlış raporlar yayınlıyorlar.
Rojava’nın hemen batısında sıkça ismini duyduğumuz Kobane’de durum daha farklı. Buradaki sınırda devasa bir duvar uzanıyor. Hepsi de bundan şikayetçi. Sürekli olarak Türkiye’nin bu duvar sayesinde Suriye’nin en önemli tarım arazilerini işlenemez hale getirdiğini, buraya akan nehirlerin yataklarını değiştirdiğini söylüyorlar. Ama hiçbirisi buradan Türkiye’deki PKK’ya büyük desteklerin gittiğini ve Türkiye’de PKK’nın etnik kökeni ne olursa olsun Türk vatandaşına verdiği zarardan bahsetmiyor. Kobane hemen Türkiye sınırının kenarında ve şimdilerde tam anlamıyla bir PKK terörist şehri durumunda. Her sokakta, her duvarda Öcalan ve öldürülen teröristlerin fotoğrafları asılı. Şehrin tamamı harabe halinde ve alt yapı çökmüş durumda. Ama bu sayede PKK burada geçici üsler kuruyor ve Türkiye’ye yönelik eylemlerini planlıyor. Kobane’nin esas sahipleri olan bazı Kürt grupları da bu konudan çok rahatsız ve Türkiye’den sürekli yardım istiyorlar.
Şu anda Kürtlerin elinde bulunan bölgenin gerçek sahiplerinden birisi de Yezidiler. DEAŞ’ın etnik temizliği döneminde büyük bir kısmı dağlara kaçmış ve oradan da Türkiye’ye sığınmışlardı. Geride kalanlar ise PYD’nin oyuncağı haline gelmiş durumda ve Kürtlerin ağzından konuşarak Türkiye’nin bu bölgede büyük zararlar verdiğini söylüyorlar.
Sonuçta bu makalenin içindeki haritadan da anlaşılacağı gibi savaşın kısa sürede bitmesini istemeyen çok fazla çıkar grupları var ve bunların başında PYD geliyor. Kuzey Irak’taki gibi adım adım burada da ister özerk, ister bağımsız ne denirse denilsin bir tür siyasi yapı peşindeler. Ancak en büyük hedefleri Akdeniz’e çıkmak! Burada dönen oyunların en önemli hedefi bu. Kuzey Irak petrollerinin ABD lehine dünya piyasalarına ulaştırılmasında kullanılacak güzergahın en önemli kısmı burada. Eğer Suriye’de PYD kontrolünde Akdeniz’e çıkan bir koridor oluşturulursa Türkiye devre dışı kalacak ve yüzyıldır Irak petrolleri olarak bilinen enerji kaynakları Kürt petrolleri olarak isim değiştirerek Akdeniz’e ve dolayısıyla dünya piyasalarına ulaşacak. Bu da Fırat Kalkanı ile Türkiye’nin Suriye’de oluşturduğu girdinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Burada Türkiye’nin politika değiştirmesi ve iki konuda adım atması gerekiyor. Bunlardan birisi Türkiye’deki Suriyeli mülteciler. Bunlara Türk vatandaşlığı verilmesi ya da yaşam imkanlarının geliştirilmesi insani olarak iyi görünse de esas yapılması gereken husus Suriye’ye geri dönmelerinin saplanması. Çünkü sığınmacı olarak kaldıkları sürece PYD Suriye’de yeni bir demografi yaratıyor. İkincisi de Fırat Kalkanı ile oluşturulan tampon bölgenin genişletilmesi. İkisi birbirine bağlı askeri ve siyasi politika. Tampon bölge genişletildiğinde ve Suriyeli Türkmen ve Arap kökenli gruplarla emniyet sağlanırsa sığınmacı durumda olanlar buralara aktarılabilir ve insani yardımlar burada sürdürülebilir.
YORUMLAR