Suudiler’in Orta Doğu Krallığı, Fransa’nın ve ABD’nin Tıkanan Silah Satışlarını Açma Hayali
Arap Baharı ile başlayan süreç Cebeli Tarık’tan Basra Körfezine kadar geniş bir alanda taşları yerinden oynatmıştı. İsyanlar diktatörlerin devrilmesi ve daha özgür toplumların ortaya çıkarılması olarak gösterilmişti. Ama bu karışıklıklar kısa bir süre içinde Mülteci kamplarından, yiyecek sektörüne, bölgede Pazar hakimiyeti mücadelesinden silah sanayilerin kendilerine yeni alıcı bulmalarına kadar geniş bir yelpazede pazar ekonomisine döndü. Yeni bir slogan çıktı Batıda.
“Terörizm bitmedikçe tıkanan ekonomiler kendilerine yeni yollar bulacak, efsanevi Batı refahı devam edecek”.
Gerçekten de emperyal kapitalizm kendisini kısa zaman içinde gösterdi. Bunların çeşitlerinden önceki yazılarımızda zaten çokça bahsettik. Burada ise devasa silah sanayilerin nasıl kendi tıkanıklarını aştıklarından bahsedeceğiz. Çünkü açık bir şekilde DEAŞ yada Kuzey Afrika’daki El Kaide grupları sayesinde Batı kendisine başlangıçta örtülü, şimdilerde ise açık bir şekilde beslenme yolları oluşturuyor. Bu arada sadece onlar kazanmıyor. Suudi Arabistan da bölgenin bütün dengesini bozacak şekilde silahlanıyor. Buna da İran’a karşı Arap Yarımadası’nın korunması ve Arap Yarımadası’nda terörizme ve İran’a karşı mücadele edebilecek yerel güçler oluşturulması çalışması deniliyor.
Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen ve milyar dolarlarla ifade edilen silah anlaşması aslında küresel boyutta silahlanmayı kontrol eden küçük bir ABD silah sanayi grubunun başarısı oldu. Başkan Trump ilk gezisini Suudi Arabistan’a yaparak eski Orta Doğu politikalarına dönüş ve Suudi işbirliğini yeniden başlattı denilirken, bu uğurda Suudiler için de kumbarayı kırdılar olarak söz edildi. Açık bir şekilde Trump bir hamlede sıkışan silah sanayinin önünü açtı, onlara bir nebze soluk aldırdı (140 ve sonraki dönemlerde 280 milyar dolarlık bir soluk), Obama politikalarının terk edildiği mesajını verdi ve Suudi ilişkilerinin iyileşeceğinin işaretlerini gösterdi. Anlaşma sonrasında hep beraber yaptıkları kılıç dansı da bu olayın kaymağı oldu.
Katar krizine neden olan bilgi sızıntısı da bu görüşmelerde ortaya çıktı. Kapalı kapılar arkasında yapılan görüşmelerde ABD İran’a karşı her türlü Suudilere ve başta BAE olmak üzere diğer Körfez ülkelerine yapacağına dair söz verdi. Bu teminat ve diğer başka şeyler aynı günün gecesi Katar medyasında korsan bir grup tarafından yayınlandı denildi (?) ve kısa süre önce Katar ve Suudi Prensleri arasında baş gösteren husumetin bir sonucu olarak kollanan fırsat çıktı ve Katar hedef haline geliverdi.
Bunların arka planında esas ABD’nin bir şekilde bölge devletlerini silahlandırarak, Orta Doğu’daki terörizme karşı savaşmalarını sağlamak ve bu arada kendi güçlerini daha az kullanmak. Plan onlara göre çok iyi! Hem silah satışlarından uzun vadeli bir kazanç geliyor, hem yeni silahların gerçek hedefler üzerinde denenmesine imkân sağlıyor, hem kendi güçlerini devreye sokmayarak Müslüman dünya tarafından lanetlenmiyor ve hem de Müslümanları birbirleri ile savaştırıyor. Bunların yanı sıra İran köşesine sıkıştırılıyor, Yemen’de Huşiiler etkisizleştiriliyor ve bölge yeniden şekillendiriliyor.
Düşünsenize bir plandan daha ne beklenebilir ki.
Suudi Arabistan ABD’den yılda 7-8 milyar dolarlık silah alan ülkeler arasında birinci sıradadır. Sadece Obama döneminde geriye düşmüştü. Açıkçası Obama bu durumu istememişti. Ancak ABD Kongresi bu satışlara öne onay vermemiş, ancak daha sonra İsrail’in silah gücünün altında kalması şartıyla kısıtlamalarla onaylamıştı. Ama bir önceki yazımda belirttiğim gibi Suudi atakları sayesinde Trump döneminin başlamasıyla beraber bu tür engellemeler kalkıverdi ve ilk etapta Pentagon’un desteği ile Suudi Arabistan’a 1.4 milyar dolar değerinde Lockheed radarı ve 510 milyon dolar değerinde 16.000 bomba sattı. Bu satış çok eleştiri getirdi. Çünkü eleştirenler, Suudilerin bu bombaları Yemen’de huşiilere kullanacağından ve bu esnada da sivil, terörist ayrımı yapmayacaklarından çok emindi. Gerçekten de dedikleri gibi oldu ve Yemenli 3 milyon sivil bir anda sığınmacı durumuna düştü. Fakat ABD bu durumu görmezden geldi ve 3 milyar dolarlık yeni bir silah anlaşması yapmaktan çekinmedi.
Ön anlaşmaların bir kısmı Obama döneminde yapılmış olsa da büyük kısım Trump döneminde gerçekleşmeye başladı. ABD’nin bütün silah şirketleri sıraya girdi. Fabrikalar 24 saat çalışmaya başladı. Başta Boing olmak üzere diğerleri tarafından hiçbir engelle karşılaşılmadan her çeşit füze, yük helikopterleri, büyük taşıma kapasiteli uçaklar ve daha birçokları kolaylıkla Suudilere ulaştırıldı ve bir kısmı da Yemen’de en az 150 zırhlı aracını kaybeden BAE’ye kaydırıldı. Son anlaşma grubunda ise F-15 savaş uçakları, Apaçi helikopterleri, Kara Şahinler geldi. Bu şekilde artık Suudiler, ABD’nin Orta Doğu’daki en güçlü savaş unsuru haline geldi. Daha değişik bir yaklaşımla artık ABD’nin bu topraklarda fiili bir görüntü vermesine gerek kalmadı!
Silah satışı alanında bir diğer rakip de Fransa idi. Uzun bir zaman boyunca BAE ve Mısır ile silah sözleşmeleri vardı. Onlar da bu furyadan faydalanarak çok sayıda Miraj-2000 satışı yaptılar ve bu uçaklar dost düşman ayırmadan Libya topraklarında kullanıldı. Fransa BAE ve Katar ile uzun bir dönemdir bu anlaşmaları yapmaya devam ediyordu. Son dönemdeki seçim yarışlarında da Macron bu sistemin bozulmayacağının ve hatta daha ileriye götürüleceğinin sözünü vermişti (Fransızlar Suudilere geçtiğimiz on yılda 12 milyar dolarlık, Katar’a da 8 milyar dolarlık satış yaptı). Ancak Fransa’nın son yıllarda diyaloğu bu ülkelerle bozuldu ve silahın dışında metro ve nükleer santral inşaatı ihalelerini de kaybetti. Böyle olunca da Fransız diplomasisi Orta Doğulu ülkelerle ayrı ayrı görüşmeler geliştirme politikası izlemeye başladı.
Peki, Fransa silah sanayi ne yapıyor dünyada. Aslında oldukça etkili! Hindistan’a uçak, Avusturalya’ya da denizaltı satıyor. Yani çeşit skalası oldukça büyük. Ayrıca küresel silah pazarı endekslerine göre 2016 yılı içinde Fransa’dan silah satan ülkeler arasında Suudi Arabistan’ın 2,8 milyar dolarlık silah siparişi ile en ön sırada olduğu ifade ediliyor. Ancak 2016’nın son çeyreğinden itibaren bu durum değişti ve Suudiler Fransa’dan silah alışını kesme noktasına geldiler. Açık bir şekilde belli olmasa da bu Fransa’da bir panik yarattı ve Başkan Holanddâhil birçok Fransız üst düzey yetkili Suudileri ziyaret etmeye başladı.
Esas problem Katar ve Suudilerin Fransa’nın önemli müşterileri olmasındaydı. İki Prensin araları açılınca Fransa için sorunlar da başladı. Hangisine silah satılacaktı? Bu soru ciddi bir problem oluşturdu. Çeşitli diyaloglar geliştirildikten sonra değişik formüller ortaya konuldu. Bunlardan birisi de terörizme karşı savaşması için Lübnan’a silah satılması ve değeri olan 3 milyar doların Suudiler tarafından ödenmesiydi. Ancak bu plandaki en zayıf nokta Lübnan’a verilecek silahların bir şekilde Hizbullah’ın eline geçebilme ihtimalinin yüksek olmasıydı. Bu da satışın yapılamamasına neden oldu. Bir süre sonra beklenmedik bir şekilde anlaşma gerçekleşti. Silah ve değişik savaş malzemeleri Suudi ordusuna satıldı. Buradan da Lübnan’a verilecekti. Yani tamamen güvensiz ve bütün terör örgütlerinin beslendiği topraklara! Açıkçası işin işine büyük rakamlı silah satışları girdiğinde DEAŞ’a karşı mücadele kılıfı altında hiç kimse ve hiçbir devlet bu savaş malzemelerinin nereye gideceğine pek bakmadı.
Her ne kadar BM tarafından bu konuda alınmış 2216 numaralı silah kısıtlaması kararı olsa da bir şekilde Suudiler bu kararı deliyor ve özellikle kararın ana unsuru olan Yemen’e karşı kullanılmaması hususunu hiçe sayarak çok miktarda silah satın alıyor. Değişik platformlarda da Suudilerin bu silahları Yemen’de sivil terörist ayrımı yapmadan kullandıkları dillendiriliyor ama sadece bu kadarla kalıyor. İşin içinde büyük miktarlarda para söz konusu olduğunda BM’nin Güvenlik Konseyini iki değişmez üyesi olan Fransa olaya pervasızca yaklaşıyor ve ABD de bu duruma ses çıkarmıyor. ABD bu konuda sürekli olarak Körfez’i İran’a karşı güçlendirmenin öneminden bahsediyor. Olası bir savaş durumunda kendi güçlerini kullanmak yerine yüksek teknolojiye sahip silahlarla donattığı Körfez güçlerinin kullanılmasını öngörüyor. Ama açık bir şekilde bu silahlar Yemen’de sivillere de zarar veriyor ve Suudilerin isteği doğrultusunda işler gelişiyor. Kısacası kadim Arap Yarımadası patlamaya hazır bir bomba haline geliyor.
YORUMLAR