Umutsuzluk Fabrikaları: Mülteci Kampları
Dr.Haktan Birsel

Dr.Haktan Birsel

Umutsuzluk Fabrikaları: Mülteci Kampları

10 Ağustos 2017 - 18:31

 

Bu kampa girdiğimde gençtim. Şimdi ise ömrümü tamamlamak üzereyim. Dışarıdaki hayatın nasıl olduğunu unutalı çok oldu! (Bir yaşlı bayan Filistinli mültecinin sözleri)

Günümüzde yerlerinden zorla ya da yaşam kaygısıyla topraklarından edilen milyonlarca insanlar için sığınmacı kampları, yer değiştirenler, göçmenler, gettolar, toplama merkezleri, sınır aşanlar merkezleri gibi terimler üretilmiş ve her geçen gün yeni terimler bu listeye eklenmektedir. Ancak hepsinin ortak bir özelliği vardır. O da 1990 yılından sonra bütün dünyayı meşgul eden bir konu olmasıdır. Aslında bu tür kamplar sadece milyonlarca insanın bir arada yaşadıkları yerler değildir. Dünya medeniyetinin bir karışımıdır. Belki de sadece yüzyıllar öncesinin İpek Yolu kervanlarında bu tür karışımlar olmaktaydı (Lemondediplomatique,La fabriquedesindesirables).

Sorunun temelleri soğuk savaş sonrası değişen dünya dengelerinde büyük güçlerin ve organizasyonların kontrol edecek sürekli bir mekanizma yaratamamalarından çıktı. Sonra da 21. Yüzyılın en önemli ekonomik, ekolojik ve politik sorunsalı haline geldi. Sorun büyüdükçe ve baş edecek aktif ve kalıcı bir çözüm bulunamayınca çare, bu insanları sınırlar içinde bulup bir kamptan diğerine taşımak ve daha da kötüsü yığmak şeklinde geldi. Ama bu kamplarda barındırılan insanların ihtiyaçlarına tam olarak cevap verilememesi, burada kalan insanlar için kampların bir nevi açık hava hapishanesine dönmesi gibi problemler aşılamadığı için, kampların müdavimleri her zaman için mutsuz kalmaya devam etti (Bibliothequedesfrontieres, Descamps de refugiesaugouvernement).

2014 yılı verilerine göre 6 milyondan fazla insanın sürgün halinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Birmanya, Tayland, Cezayir, Sahara, Filistin ve daha pek çok ülkede sığınmacı kampları var ve daha fazlaları kurulmayı beklemektedir. Bu işlerle uğraşmak için BM tarafından uluslararası ajanslarla çalışan HCR (Mülteciler Yüksek Komiserliği) organizasyonu teşkil edilmiştir. Ancak nadiren de olsa bazı özel durumlarda bu kampların yönetimleri, kampın bulunduğu devletin resmi yetkililerine verilmektedir. Her seferinde kampların acil ve detaylı planlama yapılmadan teşkil edilmesi yüzünden, hem görevliler hem de yaşayan mülteciler büyük sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu kamplara yerleştirilen mülteciler için sorun daha da büyüktür. Çünkü ortalama olarak bu kamplarda 30, 40 yıl, bazen de 60 yıl yaşam geçirmek zorunda kalmaktadırlar (neredeyse bir ömür).

Şöyle diyor bazılar: “Kampa girdiğimde gençtim. Şimdi ise ömrümü tamamlamak üzereyim. Dışarıdaki hayatın nasıl olduğunu unutalı çok oldu”.

2014 yılının rakamlarıyla gezegen üzerinde 1000 sığınmacı kamp mevcuttur. Mülteci durumunda olan 6 milyon insanın yanı sıra sürekli hareket ettikleri için sayıları tespit edilemeyen 4,5 milyon insandan da söz ediliyor. Kamplar genellikle sınırlar üzerinde, yıkık ve harabe alanlarda ve özellikle medeniyetin imkânlarına sahip olan yerleşim merkezlerinden uzaklarda inşa edildiği için her zaman için yarı vahşi bir özellikte kalıyor. Mültecilerin takibi bir nevi sürek avı haline gelmiş durumdadır. Devletlerin resmi güçleri yıllık bazda ortalama 1 milyon kaçak göçmen yakalıyorlardı Irak ve Suriye’deki olaylar iç savaşa dönünceye kadar. Ama ondan sonra bu rakam 17-20 milyonlara dayandı ve baş etmek artık mümkün görünmüyor. Yakalananlar üç tür işleme tabi tutuluyor. Yerleştirme, Ayırma ve Sınır dışı etme! Genel olarak kampların oluşumu safhalar halinde gerçekleşiyor. İlk etapta tel örgüler gibi fiziki tedbirlerle kampın yeri dışarıdan izole ediliyor ve ardından iç tasarımları başlıyor. Bu arada hiçbir kamp haritalarda görünmüyor. Örneğin Kenya’daki Dodoab kampı, çevre şehirlerden neredeyse üç kat büyük olmasına rağmen haritada işlenmemiş durumda!

Kamplarda ise uygulanan rejim çok farklı. Bulunulan ülkenin hukuk kuralları buralarda geçersiz durumdadır. Kampların hukuk kuralları çok farklı işliyor ve her kampın değişik bir sistemi var. İnsan hakları! Buralarda standartlara rastlamak mümkün değil. Gerektiğinde esneyebiliyor ve hatta cezai bakımdan kaldırıldığı da olabiliyor. Bu nedenle de kamplardaki faaliyetler çok gizli yürütülüyor ve dışarıya bilgi sızmaması için büyük çabalar sarf ediliyor. Burada yaşayan insanlar özgür dünya ile aynı haklara sahip değiller. Bu bakımdan da bu insanlar için uygulanan yöntem birleştirici ve entegre edici değil, tam aksine ayırıcı bir özellikte!

Kamplarda uygulanan genel kurallardan ilki, sığınmacıların aynı ülkeden olması. Ancak sığınmacılar kaçarlarken kendi kimliklerini yok etmeye çalışmaları, pasaport ve benzeri tanımlayıcılarının olmaması yüzünden bu işleri zorlaştırıyor. Ancak zaman bulunur ve iyi bir sorgulama yapılırsa ve tiplerine göre bir değerlendirme yapılırsa bir nebze bu kural uygulanır hale geliyor. Ama sayıların fazla olması yüzünden bu şekilde bir değerlendirme yapmak çok zor. Bunun yanı sıra çoğu mülteci kaçma temayülü içindedir. Bir yıl bir kampta kalıp güç topladıktan sonra bir şekilde kaçarak daha iyi şartlar elde etmeye yönelmektedir. Örneğin bir Libyalı bir yıl kadar kaldığı kampı terk ederek Gine’ye giderek buradaki kendi vatandaşlarının yaşadığı mahallelere sığınıyor. Bir süre sonra da deniz yoluyla (eğer botlarda ölmez/öldürülmezse) Avrupa’ya en çok da Fransa’ya geçmeye çalışıyor. Ancak BM’nin HCR birimleri Avrupa’da kaçak mültecileri toplamak için güçlü bir sistem kurduklarını hatırlatmak isterim. Bu yüzden Avrupa içlerine kadar ulaşabilen kaçaklar, yakalanacaklarını bildikleri için serbest bir şekilde sokaklarda dolaşamıyorlar. Bu günlerde onlar için en iyi saklanma yerleri Avrupalı seyyar çingene kampları olmuş durumda (Bibliothequedesfrontieres, La mort auxfrontieres de L’Europe).

Avrupalı yönetimler mülteci kamplarına sıcak bakmamaktadır. Onların birinci prensipleri kendi topraklarında mülteci kampları yaratılmaması üzerinedir. Bu nedenle de özellikle Orta Doğu’dan kaçanlar için Yunanistan’da, Makedonya’da Sırbistan ile Macaristan sınırında bekletme alanları oluşturmuşlardır. Genellikle bu yerler kamplar gibi şehirlerden uzak, ıssız, harabe ya da kullanılmayan fabrikalarda teşkil edilmektedir. 2015 yılında uygulama alanına konulan bu sistem tam anlamıyla perişanlık olmuştur. Çünkü resmi görevlilerin kötü davranışları yetmiyormuş gibi bir de özel güvenlik şirketleri devreye sokulmuş ve bu görevlilerde sınırlarda biriken büyük sayılardaki mülteci ile uğraşamamış, insanlık dışı muamelelere başvurmuşlardır. Ayrıca AB ülkeleri devlet desteği ile ihtiyaçları karşılamamış ya da diğer bir ifadeyle bilerek kaçınmıştır. Bu sefer de insanlardan yardım toplayan NGO’lar devreye girmiştir. Ama her şekilde yetersizlik üst seviyededir. Anlaşılan AB ülkeleri bu grupları kendi rahat düzenlerini bozacak birer tehdit olarak görmektedir.

Yunanistan’ın Pire limanında 4-5 bin, Makedon sınırında 12 bin kişilik bekletme yerleri vardır. Ancak gene de kaçabilen çok büyük sayıda mülteci Avrupa içlerine dağılmış durumdadır. Paris’te çok sayıda şapel, kilise bahçelerinde ve parklarda hayatta kalmaya çalışan mülteci sayısı çok fazladır. Bu sayı artınca da Paris belediyesi bu insanları toplamaya başlamış ve şehrin dışına konaklama alanları kurmaya başlamıştır.

Bekletme yerlerinin uzun süre açık tutulmasının önemli bir sakıncasından bahsediliyor. Buna Zambia’da 1977 yılında kurulmuş ve 2002 yılında dağıtılmış bir mülteci kampı örnek gösteriliyor. Zaman içinde 58.000 kişiye ulaşan kamp, dağıtıldığında yaşayanları üçüncü kuşağa ulaşmış olması onları çok ürkütüyor.

Burada akla gelecekte ne olacak sorusu geliyor. Genel olarak üç farklı yaklaşım söz konusu.  Bunlardan ilki, bekletme alanlarının kaldırılarak bu insanların dağıtılması anlamına gelen kaybetme. Ancak mülteci sayısının çok fazla olması nedeniyle, bu çözüme çok sıcak bakılmıyor. İkincisi, bu kampların belli bir süre sonra o ülkenin kanunları ile çakışmayacak bir şekilde düzenleme yapılarak kendi kendine yeterli özel şehirlere dönüştürülmesi görüşü üzerinde duruluyor. Buna örnek olarak da Filistin, Güney Sudan ve Hartum’daki kamplar gösteriliyor. Üçüncüsü ise dış dünyadan izole edilmiş şekilde bırakılmaya devam edilmesi görüşü öne çıkıyor.

Bu arada mültecilerin yaşam alanlarındaki tehditlerin bertaraf edilmesi ile insanların kendi topraklarına geri dönecekleri de düşünülüyor. Ancak yıkıma uğramış toprakların yeniden canlandırılmasının mali yükünün çok büyük olacağı da bir gerçek. Ayrıca bütün uğraşlara rağmen dünya devletleri birleşme, hem fikir olma ve barış ortamı sağlama konusunda tam anlamıyla başarısız olmuş durumda ve uzun vadede de başarı elde etme şansı olmayacak gibi görünmekte.

Sonuç olarak bir insanlık dramı var. Çözüm ise yok. Ama sorunun bir başka boyutu daha var. Mülteciler üzerinden dönen büyük rakamlı paralar belli devletlerin büyük firmaları aracılığı ile harcanmakta. Bu o kadar önemli bir rakam ki bu sorunun gelecek yüzyıla bile taşınmasına neden olacak seviyede. Bundan sonraki yazımda, bu konu üzerine yaptığım araştırmayı yayınlayacağım. Okuduğunuzda çok ama çok şaşıracaksınız.        

 

 

 

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar