Güven olmadan olmaz…
Güven, hem bireyler için hem de kurumlar için temiz hava gibidir. Ortam kirlendikçe nefes almak, bir şeyler yapmak nasıl zorlaşıyorsa; güvenin düştüğü bir ortamda doğal olarak “ot bitmeyecek”, “yaprak dahi kımıldamayacaktır.” Kişilerin birbirine güvenmediği, kurumların, üreticilerin ve tüketicilerin hatta kimsenin birbirine itimadının olmadığı bir ortamdan daha kötüsü düşünülemez.
Üretici için malını ya da hizmetini üretebileceğine dair güven, teknolojiyi bulabileceği, hammaddesini temin edebileceği, istediği evsafta işçiyi bulup işbaşı yaptırabileceği, ürettiği malı depolasa bile koruyabileceği, malını satabileceği, sattığı malı teslim edebileceği, teslim ettiği malın parasını tahsil edebileceği, aldığı çek senedin gününde ödeneceği, elde ettiği gelirin istediği şekilde değerlendirilebileceğine dair güven, bir toplumu harekete geçiren en önemli unsurdur. Ekonomideki bütün karar mekanizmaları da bu süreçlerden payına düşeni alacaktır. Kurumlara güven ve politik etkinlik algısı daha yüksek kişilerarası sosyal güvene sahip bireylerin özelliklerindendir. Bu sonuç itibariyle, daha iyi işleyen ve daha duyarlı bir siyasi sistemin toplumdaki kişilerarası güvene katkı sağlayacağı beklenmektedir.
Hele ki siyasi kurumların profili yükseldikçe ve bu kurumlar da vatandaşların saygı ve güvenini kazandıkça, vatandaşlar arasında yayılmaları ve kabul görmeleri daha fazla olacaktır. Bununla beraber, güven konusunda, kişilerarası güven yüksekse hem demokrasi hem refah gelişir. Güven konusunda bir de kitabı bulunan F. Fukuyama, “Bir milletin rekabet gücü dahi birbirlerine olan güven ile alakalıdır” diyerek, Toplumun birbirine “güven düzeyi”nin önemine dikkat çekmektedir.
Fukuyama dedik… “Güven” adını verdiği bir de kitabı bulunan yazar, kapitalizm yerine “sosyal sermaye” veya “toplumsal erdemler” olarak adlandırdığı olgular üzerinde durmaktadır. Sosyal sermaye bu bakımdan mal-mülk, para-pul olarak ortaya çıkan ekonomik sermayenin önündedir. Bu yüzden yüzyıllarca başka kelimelerle ifade edilmiş olsa da toplumsal değer üretme ve refahı yakalama açısından “güven” ekonomik değerlere göre daha fazla önem arz etmektedir. Hele “iş ahlakı ve disiplin”i gerektiren erdemler de görünmez ama ihmal edilemez üretim faktörleri olarak devrededir.
Her ne kadar Fukuyama için tarihsel süreç iki büyük güç arasındaki karşılıklı etkileşimden ibaret olsa da bunun refah ve itibar dışında da bir takım kaygılar içermesi daha anlamlı olacaktır. “Rasyonel arzu” olarak ifade edilen zenginliğin arttırılması ile “kabul görme ve onanma duygusu” bireylerin bir motivasyon unsuru olarak görülmektedir.
Başarıya yalnız ve tek başına gidilmiyor… İnsanların birbirine güvenmesine ve ekonomik organizasyonlar kurmasına imkan veren en doğal yapı ailedir. Bunun sonucu da hem geçmişte hem de bugün şirket yapıları içinde en büyük ağırlık aile işletmelerinde olmaktadır. Aile bir yanıyla doğru emek ve doğru kişiyi sisteme yerleştirmiş olsa da “ailecilik” kapalı devre bir yönetim şeklidir. Bu bakımdan sosyalleşme ve profesyonelleşmenin önünde bir engel olabilir.
Reel ekonomi açısından bakıldığında güveni yükselten, olumlu beklentilerdir. Aksi bir durum olarak “beklentiler iyimser oldukça güven gelişecektir.” Beklentilerin iyiye gitmesi, ekonomik gidişatı da etkiliyor. Ekonomik gidişat da beklentileri ve umutları artırıyor. Yani aralarında karşılıklı etkileşim var. Bu nedenle her yerde hükümetler beklentileri olumluya çevirmeyi isterler. Bu bakımdan hükümetin sürekli birtakım paketler açıklayarak beklentileri yüksek tutmaya çalışması, yüksek çıkan büyüme rakamları ve yüksek kapanan 2017 yılı rakamları, 2018 için daha yüksek güven düzeyine işaret etmektedir.
YORUMLAR