1800’lü yıllar imparatorlukların pek çok yönden tehdit altında olduğu dönemdir. Bu yıllarda İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de egemenlik alanını genişletmek istemektedirler. Planlar her daim masadadır. Haliyle dönemin Osmanlı Cihan Devleti de büyük sınırları ile ve bu sınırlardaki bölgeleriyle birilerinin iştahını kabartmaktadır. Bu arada kuzey doğuda güçlü bir Çarlık Rusya’sı da bu ülkelerin işine gelmemektedir.
Bu yüzden en kısa yol tercih edilir: Osmanlı ile Rusları Savaştırmak… bunun için alttan alta süreç işletilir. Çünkü İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz Ticareti’ni ele geçirmesini engel olmak için Osmanlı Devleti’ni Ruslara karşı kışkırtmaktadır. Askeri olarak Rusları engelleyecek, ekonomik olarak İngilizlere bağlanacak bir Osmanlı, tercih sebebidir. Zaten Osmanlı’yı da sağmanın yolu, “borç sarmalına almak” olduğunu bilmektedirler. Nihayet bu kapan çalışır: Osmanlı Devleti savaş için gerekli parayı İngiltere’den sağlar ve Rusya ile savaşa girer. İngiltere’den sağlanan mali kaynak 3 milyon sterlindir.
1854 yılında Kırım Savaşı ile borçlanmaya başlayan İmparatorluk, 1875 yılında dış borçlarını ödeyemez ve moratoryum ilan edilir. Bu şekilde başlayan Osmanlı’nın borçlanma hikayesi, Lozan Anlaşmasının en tartışmalı konusu olarak görüşmelerin kesilmesine yol açacak ve 1954 yılında son kuruşuna kadar ödenip bitirilecektir.
ATATÜRK VE RUS YARDIMI
Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetlerden yardım geldi. Rus modeli sosyo-ekonomik sistem uygulansın telkinlerine rağmen, Atatürk bunu, muhtelif konuşmalarıyla “red” ettiğini belirtmiştir. Kırım Harbi ile başlayan ve 10 senede ödenemez hale gelen borçlanmanın bakiyesi 100 yıl sonra ödenebildi. 1954’e kadar bu borçlar devam etti. Cumhuriyet döneminde borçlanılmadı mı, borçlanıldı elbette: sanayi planlarının finansmanı için Türkiye sınırlı miktarlarda borçlanmıştır.
Cumhuriyet dönemi dışarıdan, 1923 ile 1938 arasında, ABD ve Rusya’dan toplam 18 milyon dolar, Almanya’dan 150 milyon mark ve İngiltere’den 16 milyon sterlin alınmıştır. İçeriden ise 1934 yılında Sivas-Erzurum Demiryolu’nun yapımı için 30 milyon lira kadar borçlanılmıştır.
Osmanlı borçlarının ödenmesi konusunda direten İngilizlerin tıkadığı Lozan müzakereleri, İzmir’de bir İktisat Kongresi’nin sebebi haline gelmiştir. Lozan görüşmelerinin kesildiği bir dönemde gerçekleşen Kongre ülkenin ekonomik envanterini görmek açısından önemlidir. Bu yüzden bütün dünya ile birlikte piyasa yanlısı özel teşebbüs öncülüğünde bir kalkınma modeli benimsendi: 1923-1932 arası piyasa ekonomisi, 1933-1950 arasında ise devletin öncü olduğu ekonomi politikaları uygulandı. Devletçilik, Rus modeli gibi herşeyin mülkiyetinin devlette olduğu bir model olmayıp; devleti elindeki sermaye birikimini yatırımlara yönlendirmek şeklinde gerçekleşen bir kalkınma modeli oldu.
Askeri bir zafer yokluklarla kazanılmıştır. Ununu buğdayını Rusya’dan, Amerika’dan; bezini Amerika’dan temin eden bir ülkeyiz. Ülkede “yok” bile yoktu. Mustafa Kemal Atatürk‘ün en önemli hamlesi İngiliz ve ABD mandasını reddetmesiyle başlar. Bugün bu manda ve himaye kabul edilseydi; ne böyle bir orta gelir tuzağı ne de gelişme sorunu konuşuluyor olurdu. Gerek ekonomik, gerekse siyasi anlamda çektiğimiz bütün sıkıntıların sebebi gelip bağımsızlığımıza, hürriyet deyişimize, özgürlük taleplerimize dayanmaktadır.
MİLLİ ÇIKARLAR
Devlet olmanın ön koşulu “milli” olmaktır. Bu doğrultuda her alanda yeni bir devletin kuruluşu sağlanmıştır. Cumhuriyet’in ilanı öncesinde ekonomik kalkınmanın önemi anlaşılmıştı. 17 Şubat – 4 Mart 1923’te gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında Atatürk “Hayat demek ekonomi demektir. Çünkü; Millet yoksul kaldıkça hiçbir şey yapamaz” şeklinde konuşmuştur. Başta Aşar’ın kaldırılması ve hemen akabinde aynı yıl köylüye 20 yıl vadeyle toprak dağıtılması önemlidir.
1923-1930 arasında özel sektörü teşvik etmek için, Osmanlıdan kalan “Teşvik-i Sanayi Kanunu” yeniden düzenledi. 1929 Krizinin de etkisiyle devlet öncü politikalar başlamış oldu. Özellikle birinci ve İkinci sanayi planları kapsamında, tekstil ve şeker gibi halkın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımlar yapılması, Çimento ve demir-çelik gibi kalkınmanın stratejik ürünlerinin üretilmesi, yabancı tekellerin, madenlerin, demir yolları ve limanlar devletleştirilmesi bu döneme rastlamaktadır. Atatürk’ün demiryolları için, “memleketin güvenliği için tüfekten toptan daha önemli bir silahtır” demesi de sürecin önemini ortaya koymaktadır..
Şekerden basmaya, kağıt fabrikalarından kömür işletmelerine kadar pek çok üretim hamlesi halkın, Kapitülasyonlar ve Duyun-u Umumiye’den sonra yeni bir hamlesi olarak görülmelidir. Bu dönemin uygulamaları Türkiye’yi 1980’lere kadar taşımıştır. Bundan sonrası için yeni ve daha güçlü hamlelere ihtiyaç bulunmaktadır. Ekonomide “Kurtuluş Savaşı” sürekli yenilenerek ve her yeni gün başka başka silahlarla karşımıza çıkarak varlığını sürdürmektedir.
YORUMLAR