Doğa ve insanın birleşim noktası; Biyofilik tasarım
Mimar Ali Akgün

Mimar Ali Akgün

Doğa ve insanın birleşim noktası; Biyofilik tasarım

14 Nisan 2017 - 15:49 - Güncelleme: 14 Nisan 2017 - 15:50

Hepimiz gündelik yaşam içinde yaşadığımız, çalıştığımız ve geçici sürelerle kullandığımız yapıların enerji seviyemiz, sağlığımız, ruh halimiz ve çevremize karşı tutumlarımız üzerinde etki sahibi olduğunu fark etmeliyiz. Bu noktada biyofilik tasarım insanın doğayla ve doğal olanla ilişkisini kuvvetlendirecek şekilde en sağlıklı ortamı yaratmaya odaklanmaktadır. Biyofil kelimesi antik Yunanca ’da “βίος” (Yaşam) ve φῐλίᾱ (Sevgi) terimlerinin birleşmesinden oluşturulmuştur. Biyofil kelimesi esasen “yaşama karşıya duyulan sevgi” anlamına gelmektedir. Biyofilik tasarım kavramı ise 1984 yılında Amerikalı psikolog Edward Wilson’ın “Biophilia” adlı kitabıyla gündeme gelmiştir.

Nüfus yoğunluğun her yıl artarak kırsaldan kent merkezlerine doğru akmasından kaynaklı fiziksel ve ruhsal birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Kırsalda doğayla birlikte sürdürülen yaşamdan koparak kent merkezlerinin doğadan kopuk ve stres yüklü hayatına yerleşen insanların bu durumu nasıl aşacağına yönelik cevaplar aramak ise biyofilik tasarımın temelini oluşturmaktadır çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmaları da stres altında yaşamını sürdüren kentlilerin kardiyovasküler ve psikolojik hastalıklara daha yatkın olduğunu ortaya koyuyor. Zamanımızın büyük bir kısmını da ev, ofis, okul, kültür merkezi, hastane, alışveriş merkezi gibi kapalı mekanlarda geçirdiğimizi düşünürsek mimari anlamda bu göz önünde bulundurulması gereken ciddi bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Biyofilik tasarım ile çalışanların daha verimli olacağı ofis mekanları, çocukların daha başarılı olacağı okullar, hasta insanların daha hızlı iyileşebileceği hastaneler tasarlamak hedefleniyor.

Biyofilik tasarım ile ilgili yapılan insan odaklı araştırmalar doğal dünyanın yaşadığımız, eğitim aldığımız ve çalıştığımız yapıların içine daha fazla dahil olması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. Örneğin; 2014 Human Spaces Raporlarına göre ofis mekanlarında çalışanların yüzde 44’ü doğal ışık için daha fazla pencere isterken, yüzde 17’si ise ofislerinde deniz veya göl manzarası olması gerektiği geri bildirimini yapmıştır. Ayrıca yüzde 20’lik bir kısım çalıştığı ortamda iç mekân bitkileri görmek isterken, yüzde 19’u daha huzurlu ve sessiz bir ortam yakalayacağı mekanlar istediğini belirtmiştir. Bu araştırmaya paralel olarak en basit yöntem ile ofis binalarında pencereden daha çok ışık almak ve ofis tasarımında doğada yer alan renklere yer vermek ofis çalışanlarının verimini artırma konusunda oldukça faydalı olabilir. Buna ek olarak doğal havalandırma ve doğal manzara da insanların kendilerini doğal ortamda hissetmesini sağlayabilir. Biyofilik tasarım doğayı koruyarak, ondan ders alarak ve özellikle kent merkezlerinde doğanın kaybettiğimiz değerlerini onarıp tekrar hayatımıza kazandırarak sağlanabilir.

Amerika’nın Pensilvanya eyaletine bağlı Pittsburgh şehrinde yer alan Fallingwater (Şelale evi) biyofilik tasarımın ilk örneklerinden biri kabul edilmektedir. Yapının sahibi olan Edgar J. Kaufmann’ın şelaleye bakan bir evde oturma hayaline sadece şelaleye bakan değil, şelalenin evin bir parçası olacak şekilde 1935– 1937 tarihleri arasında hayat veren mimar Frank Lloyd Wright ayrıca bu proje ile Amerika’nın en tanınan yapılarından birine de imza atmıştır. Şelalenin üzerine inşa edilen binada şömineler arsadaki mevcut kayalardan oluşturulmuştur. Doğaya yakınlık hissini görsel anlamda üst seviyede tutmak için büyük pencereler ve balkonlar kurgulanmıştır. Ayrıca şelale sadece binanın dışına çıkıldığı takdirde görülmesine karşın evin her yerinde şelalenin sesi duyulabilmektedir.

Singapur’da yer alan Khoo Teck Puat Hastanesi de doğal elementlerin kendisine fazlaca yer bulduğu biyofilik yapılardan bir tanesi olarak dikkat çekmektedir. Bahçedeki şehir olarak bilinen Singapur’da bu tarz bir yapıya rastlamak şüphesiz ki sürpriz değil. Hastane projesini yaparken göz önünde bulundurulan en önemli amaç buraya sağlıksız ve kötü bir durumda gelen hastaların durumunu daha da zorlaştırmamak için onlara şifa bulacakları süreçte önemli bir partner gibi yardım edecek bir yapı ortaya çıkarma kaygısı olmuştur. Burada yatmakta olan hastalar çok katlı yeşil çatılara, pencerelerinin önünde yer alan zengin bitki örtüsüne ve yeşil avlulara bakıyorlar. Yeşil çatılarda yetişen ve gıda olarak tüketilen meyve, sebzelerin büyüdüğünü günbegün görmek hastaların daha hızlı iyileşmesinde önemli bir rol taşıyor. Ayrıca hastane son derece yüksek bir güvenlik önlemiyle korunarak kendi içine kapanık bir yapı profili çizmenin aksine çevre sakinleri tarafından bir park gibi de kullanılabiliyor ve kentsel yapı içerisinde onlara da alternatif bir doğal ortam sunuyor.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar