Adı konulmamış dünya savaşının içindeyiz
Ozan ERDEM

Ozan ERDEM

Adı konulmamış dünya savaşının içindeyiz

27 Ocak 2017 - 17:54 - Güncelleme: 27 Ocak 2017 - 18:23

Üçüncü Dünya Savaşı, istihbarat örgütleri arasında olacaktır. Türkiye’de son bir yılda, Diyarbakır mitingi, Suruç, Ankara-Gar’ı, İstanbul Havalimanı, Kızılay-Güvenpark, Merasim Sokak, Bursa, İzmir, Gaziantep, Beşiktaş, Kayseri, Reina, 15 Temmuz gibi onlarca hain girişim ve terör saldırısı olmuştur. Bu saldırılarda yüzlerce şehit verdik ve vermekteyiz. Saldırılar artarak devam etmektedir. Bunların hepsi Siyonist bir aklın farklı taşeron terör örgütleri kullanarak yaptıkları saldırılardır. Karlov suikasti ile başlayan Rus diplomatların dünyanın çeşitli yerlerinde öldürülmesi, Kızılordu Korosu’nu taşıyan uçağın düşürülmesi ve yine petrol ve doğalgaz üzerinden yapılan ekonomik oyunlarla Rusya’da saldırı altındadır. DAEŞ tehdidi, YPG’ye (PKK) verilen açık silahlar ve para desteği, dolar üzerinden tüm dünyada yapılan ekonomik saldırılar, ABD-Çin gerginliği, Suriye Savaşı, Avrupa’da Fransa ile başlayan ve devam eden terör saldırıları vs. adı konmamış bir üçüncü dünya savaşıdır. Şuan dünyada küresel bir savaş vardır ve devletlerin istihbarat örgütleri tarafından kullanılan terör gruplarıyla gün yüzüne çıkmıştır ve ekonomik savaşlarla devam etmektedir. Rahmetli Mahir Kaynak’ın; “Üçüncü Dünya Savaşı, istihbarat örgütleri arasında olacaktır” dediği gibi savaş başlamıştır. Lakin, nükleer saldırılar ve devletler arasında asker savaşları gözükmediği için dünya halkları olarak bunu tam anlayamıyoruz

BÜYÜYEREK VAR OLMAK ZORUNDAYIZ

Halbuki 2003’ten bu yana Irak’ın işgali ile başlayan, Arap Baharı yalanıyla devam eden ve son halkasını Suriye’de yaşadığımız süreçleri gözden geçirsek milyonlarca insanın katledildiğini, yersiz-yurtsuz bırakıldığını ve dünyanın resmen ilan edilmemiş bir üçüncü dünya savaşı yaşadığını görürüz. Ve bu savaşın tam ortasına gelindiğinde, Asya ve Avrupa’nın ve dahi Ortadoğu’nun en merkezi ülkesinin Türkiye olduğunu ve kurulan yeni dünya düzeninin belirleyicisinin biz olacağımızı söyleyebiliriz. Osmanlı’yı paylaşan ve yıkıma götüren 1916 Skyes-Picot antlaşmasının yüzüncü yılında, dünyanın yeni emperyalist hegomanik güçlerinin yeni yüzyıldaki paylaşımda bu topraklardan pay almak için saldırdıkları bir süreçteyiz. Bu kanlı süreçte ya bölünerek küçüleceğiz ya da büyüyerek, iri olarak, diri olarak, dirilerek yeniden yeni yüzyılda büyük bir devlet olarak var olacağız. Toplumsal hafızamıza kazınması için bir kez daha söyleyelim. Zaten bizim olan Musulu’umuzu almazsak, Bekir’in diyarı Diyar-ı Bekir’i veririz. Halep’imizi almazsak Antep’imizi veririz. Ankara’nın savunması Halep’te, Kerkük’te başlamaktadır. Ya küçülürüz ya büyüyerek var oluruz. Bugün böyle bir kıskacın içerisindeyiz.

GÜNCELLENMİŞ SEVR’İ İMZALATMAK İSTİYORLAR

7 Şubat 2012 yılında MİT Müsteşarı’nın göz altına alınmaya çalışılması ile başlayan süreç, Mayıs 2013 yılında Gezi Parkı olayları ile devam etmiş, 17-25 Aralık 2013 polis-yargı darbesiyle taçlandırılmak istenmiştir. Lakin Erdoğan’ın dik duruşu ve liderliği ile bu saldırılar yine def edilmiştir. Bu seferde, 10 Ağustos 2014’te Erdoğan’ın ilk kez halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, Erdoğan’sız AK Parti hayalleri kurmuşlar ve AK Parti’yi içeriden ele geçirmeye çalışmışlardır. Belli bir süre maalesef bunda bir ölçüde başarılı olmuşlardır. 7 Haziran 2015’te tek başına iktidar olunamaması ve ülkenin koalisyona mahkum olması ile tekrar harekete geçmişler ve 20 Temmuz 2015 Suruç Saldırısı ile terörü tekrar tırmandırmışlardır. Bu sefer, şehir ayaklanmaları ve hendek savaşları yeni bir saldırı şekli olarak karşımıza çıkmış ve bir iç isyan ortamı oluşturulmuştur. Buradaki asıl amaç, ülkeyi koalisyon hükümetlerine mahkum ederek, istikrarsız bir yönetimle Türkiye’yi dizginlemektir. Yine Cumhurbaşkanımızın büyük öngörüsü ve hamlesiyle hemen erken seçime gidilerek 1 Kasım 2015’te yeniden istikrarlı bir hükümet kurulabilmiştir. Bütün saldırılardan Hakk’ın izni, halkın duası ve desteği ile muvaffak olarak çıkan Cumhurbaşkanı’na karşı son olarak, 40 yıldır devletin her yerini bir ur gibi saran haşhaşilerce, 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleştirilmiştir.

MİLLİ DEVLET OYUNU BOZDU

Tarihe bakarsanız,13 Nisan 1909 (31 Mart Vakası) neyse 15 Temmuz 2016 darbe girişimi odur. Ulu Hakan Cennetmekan Sultanımız 2. Abdülhamid Han o olaylarla nasıl indirildiyse ve koca imparatorluk nasıl dağıldıysa, o gecede şanlı tarihimizin millet oyuyla seçilmiş ilk Reis’i de indirilip Türkiye Cumhuriyeti iç savaş ile yok edilecekti. Olağanüstü bir liderlik cesareti ile milleti ile meydanlara inen Cumhurbaşkanı’mızın dik duruşuyla, Türk Milleti gerçek bir diriliş destanı yazmıştır. Ardından terör saldırıları artarak devam etmiş ve PKK-YPG Suriye’de desteklenerek, Türkiye’yi bölecek kukla devlet kurulmaya çalışılmıştır ve halen çalışılmaktadır. Milli Devletimiz, ABD’ye karşı Fırat Kalkanı harekatı ile cevap vermiş, oynanan oyunu tekrar bozmuştur. NATO-ABD- AB ve Siyonist akıl istihbarat örgütleri marifetiyle DAEŞ’e, PKK’ya, FETÖ’ye destek vermekte ve bu destekleri artarak devam etmektedir. Bunlarla birlikte ekonomik kriz çıkartarak ve finans sistemimizi çökerterek milletin desteğini liderinden çekmeye çalışmaktadırlar. Kısaca özetlediğimiz tüm bu saldırıların amacı, Sevr’i imzalamayarak İstiklâl Harbi’nde kanıyla canıyla vatanına sahip çıkan Anadolu yiğitlerine, yeni yüzyılın güncellenmiş Sevr’lerini imzalatmaktır. Adeta iki yüzyılın hesabını son beş yıla sıkıştırarak, bir yüzyılımızı daha çalmak istemektedirler.  

Tüm bu saldırılara karşı elbette direneceğiz ve dirileceğiz. Tanklara karşı da ekonomik saldırılara karşı da, bölgemizi saran mezhep savaşları ve iç savaş senaryolarına karşı da hazırız. Gezi olaylarından beri millet olarak dirençliyiz, güçlüyüz ve vatanımız, bekamız, istiklâlimiz ve istikbâlimiz için her türlü bedeli ödemeye razıyız. Zaten, Türkiye’den başka hiçbir ülke ve millet bu tür saldırılara karşı direnemezdi. Bu aşk, bu iman, bu cesaret, bu kararlılık ve azim tarihte başka bir millete nasip olmamıştır. Türkiye’yi ayakta tutan ve asla hüzne, yeise, ümitsizliğe düşürmeyen işte bu iman ve vatan aşkıdır.

HERKES MİLLİ CEPHEDE YERİNİ ALMALI

Bize düşen Akif’in: “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hükmüne râm ol” deyişinde ifadesini bulan tevekkül ile vatan savunmasıdır. Bin yıldır Doğu Roma’ya, Haçlı’ya, Moğol’a,  Rus-İngiliz-Fransız mezalimlerine karşı iman dolu serhattimiz ile karşı durduğumuz gibi bugün de vatan cephesinde birleşerek o millî duruşu sergilemektir. Herkes son İstiklâl ve İstikbâl Savaşı’nda yerli ve millî cephede yerini almalıdır.

Nisan başında oylamaya gideceğimiz referandum da bu saldırılara karşı Devlet-i Âliye’nin bekası için, güçlü olabilmesi için, yapılan saldırıları istikrarlı bir yönetim ile sağlam karşılayabilmesi için, yeni yüzyıldaki muazzam hedefleri için olmazsa olmaz bir şarttır. İstiklâl Harbi’ni kazanıp, İmparatorluğu’muzun küllerinden genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. Lakin, başını İngiltere’nin çektiği düvel-i muazzama denilen şer-emperyalist ülkelere karşı tam bağımsız olamadık. Milli mücadelemizde savaşarak yapabileceğimizi yaptık. Fakat fakirdik, iki yüzyıl boyunca emperyalist ülkelerin saldırıları ile bitkindik. Düyun-u Umumiye ile son kuruşumuza kadar sömürmüşlerdi. İstiklâl Savaşı’nda kanımızla vermediğimiz vatanımızı elimizde tutmamız gerekiyordu. Ya yok olacaktık ya da bu son kalemiz olan Anadolu’muzda son devletimizin yaşamasını sağlayacaktık.  100 yıl nefes alarak, onların sömürü sistemini kabul etmiş gözükerek, uykuya yatırdığımız hücrelerimizi dinlendirerek güçlendirecektik. Ve bu yüzyılın son on beş yılında, güçlü bir lider ve istikrarlı hükümetler ile direnerek dirilmeye başladık. Şimdi bu yüzyılda bize taktıkları prangalardan kurtulma vakti geldi.

PARLAMENTER SİSTEMİ İSYANLARLA KABUL ETTİRDİLER

 Öncelikle, İngiltere her zaman yaptığı gibi içimizden hainleri kullanarak Devlet-i Âli Osmanlı’yı zayıflattı. Bunlardan ilki Sadrazam Mustafa Reşit Paşa idi. Sonra da İngiliz dostu olan meşhur vali Mithat Paşa’ya Sultan Abdülaziz’i intihar süsü verdirterek öldürttüler. Ve o haini sadrazam yaptırarak, 1876’da 2. Abdülhamit’in liderliğinin ilk yılında meşrutiyeti ilan ettirdiler. Ulu Hakan gücü ele geçirir geçirmez bir yıl içinde bu sistemi rafa kaldırdı ve Mithat Paşa’yı yargılatarak sürgüne gönderdi. Ama 33 yıl boyunca Ulu Hakan üzerinden devletimize olan saldırıları devam etti ve 24 Temmuz 1908’de tekrar bu İngiliz aklı olan parlamenter sistemi içerideki hainlerin isyanları ile kabul ettirdiler. Bu sistemi genç Cumhuriyeti’mizi 1923’de kurduğumuzda da bize zorunlu tuttular. Sisteme rağmen, vatanperverler iktidara yürümeyi başardı. 1945 sonrası İngiliz emperyalizmine bir de Siyonist akılla idare edilen ABD eklemlendi. 27 Mayıs 1960 darbesi ile Menderes’i asarak, 1961 Anayasası’nı yaptılar. Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Senatosu, seçim sisteminin değişmesi gibi kurumlarla ve değişikliklerle Türkiye’ye de iktidara gelecek milletin temsilcilerini vesayet altına aldılar. Milletin iktidarını hem bu kurumlarla vesayet altında tutarak hem de ülkeyi koalisyonlara mahkum eden parlamenter sistemi olgunlaştırarak yaptılar. İstedikleri gibi gitmeyince de askeri darbe yaptırdılar. Sadece 1970-1980 arası 2 tane istikrarlı hükümet olması gerekirken, şaşıracaksınız ama tam 12 hükümet kuruldu bu memlekette. Bu istikrarsızlık bile yetmedi bu emperyalistlere ve 12 Eylül 1980 darbesi yapıldı. 1982 Anayasası kabul ettirildi.

91 YILDA SÜPER GÜÇ OLURDUK

Askeri vesayet, yargı vesayeti devam ettiği gibi “Bundan sonra cumhurbaşkanları hep asker olacak; nasılsa sivil bir cumhurbaşkanına izi vermeyiz” düşüncesiyle parlamenter sistemde olmayan çok aşırı güçlü yetkilerle cumhurbaşkanlığı makamını donattılar. Amaç, milletin desteği ile iktidara gelebilecek bir sivil başbakanı dizginleyebilmekti. Sadece 1990-2000 arasında ise yine 2 istikrarlı hükümet kurulması gerekirken 11 tane hükümet kuruldu. Bu nasıl bir sistemdir? Bu sistemin devamını isteyenler müesses nizamın ve emperyal devletlerin gayrı-milli temsilcileridir. 91 yılda, istikrarlı bir hükümet sistemimiz olsa idi 19. Hükümetimizi kurar ve dünyanın şuan süper gücü olurduk. Lakin 91 yılda şuan 65. Hükümeti kurmuşuz. Ortalama bir hükümetin ömrü 1.4 yıla tekabül ediyor. Darbelere, muhtıralara, teröre gerek bile kalmadan bu sistemle bizi zaten istedikleri gibi sömürürler ve sömürdüler. 6 Nisan 1980’de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresi doldu ve tam 6 ay Meclis’imiz Cumhurbaşkanı seçemedi. 11 Eylül 1980 günü tam 115. tur yapıldı ve hâlâ Cumhurbaşkanı seçilemedi ve ertesi gün de 12 Eylül darbesi yaşandı. Sadece Fahri Korutürk’ün 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı süresinde 8 hükümet yıkıldı ve kuruldu.

BU SİSTEMLE YÖNETİLEN YILLAR KAYIP

Kenan Evren askeri darbe ile geldi. Ardından 1987’de Özal Cumhurbaşkanı oldu. Ve o meşhur Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgaları başladı. Özal-Yılmaz, Demirel-Çiller, Ecevit-Sezer, Erdoğan-Sezer vb. kavgalar hep istikrarsızlığa ve devletin kitlenmesine yol açtı. Aynı partiden de olsa bu kavgalar hep oldu çünkü iki muhtar bir köyü yönetemez, iki cambaz bir ipte oynayamaz. Koalisyon hükümetleri ise cabasıdır. Ecevit-Yılmaz-Bahçeli’nin kurduğu 1999-2002 DSP-ANAP-MHP üçlü koalisyonu Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen bitirme noktasına getirmiş, Siyonist aklın temsilcisi Kemal Derviş süper bakan olarak yurtdışından getirilmiş ve Türkiye 1 milyar dolara IMF memurlarının önünde ön ilikleyen duruma düşürülmüştür. Aralık 1977 İstanbul-Florya’da Güneş Motel’de yapılan alçak pazarlığın sonuçlarını yaşayanlar unuttu, yaşamayanlar ise okuyup araştırmadılar. Demirel’in Adalet Parti’sinden istifa eden 12 milletvekilinin 11’i bakanlık rüşvetiyle Ecevit’in başında olduğu CHP’ye geçti ve mevcut Demirel hükümeti devrildi. TBMM içinden yeni hükümet kuruldu. Ecevit hükümeti kurdu ve bu oy aldığı seçmenine ihanet eden 11 vekil, CHP’den bakan oldu. Yine 1990’lı yıllar ise parti değiştiren milletvekillerinin zirve yaptığı yıllar idi. Sözün özü, bu millete yapılacak en büyük kötülük bu sistemdir. Bu sistemle yönetildiğimiz yıllar kaybolmuş, ızdırap dolu yıllardır.

TAM BAĞIMSIZ BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE İÇİN

Milletin en az yüzde 50’sinin oyunu almış bir Devlet Başkanı, beş yıl süre ile istikrar ve güven ortamında, böylesi güçlü bir hükümet sistemi ile yerli ve millî ruh ile bu toprakları yönetirse, bizi bir daha Allah’ın izni ile hiçbir güç tutamaz. Tekrardan yeryüzünün öznesi oluruz. İnsanlığın akan gözyaşlarını sileriz. Yeryüzünün masum ve mazlumlarının vicdanı biz oluruz. İnsanlığın akan nehrinin yatağını biz belirleriz. Yeni Türkiye ile sadece bu coğrafyanın değil dünyanın gidişatına adaletle, merhametle, şefkatle yön veririz. Bu toprağın çocukları tekrar tarih yazar. Müreffeh bir şekilde, ilim ve irfan sahibi olarak parlayan bir yıldız olur. Millî aklımızla, vicdanımızla, imanımızla, vatan aşkımızla “Tam Bağımsız, Güçlü ve Büyük Türkiye”  için “Evet” demeliyiz.

RAHMET VE BEREKET “EVET” DİYENLERLEDİR

Bu sistemle birlikte, milletin iktidarına karşı vesayet odakları ortadan kalkacağı için söz de karar da milletin olacaktır. Bu sebepten dolayı bu referandumda “hayır” diyenler yıllarca kendi milletine yukarıdan bakan, milletiyle hemhal olamamış, kaynaşamamış, kendisini milletinden üstün gören yapılardır. Bugün “hayır” cephesinde buluşanlar kimler diye baktığımızda, milleti hep aşağı bir koyun sürüsü olarak gören, jakobenizmi savunana CHP ile milletine karşı silah doğrultan, PKK’nın emrindeki HDP’dir. Yine Feto’nun haşhaşileri, aşırı sol ve terörist gruplar, AB-ABD tarafından finanse edilen medya ve gayrı milli ne kadar unsur varsa “hayır” demektedir. Rahmet ve bereket “evet” diyenlerledir. Vatanperverler, diline, dinine, bayrağına, ezanına, toprağına, insanına aşık olanlar “evet” diyerek millî iktidarının yanında saf tutmaktadır.

MİLLÎ DEVLET İLE EMPERYALİZMİNİN SAVAŞI

Devlet Başkanlığı, 2000 yıllık kadim millî devletin, bağımsız, güçlü ve büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin organik kimliği diye nitelendireceğimiz ayrılmaz parçasıdır. Devlet Başkanlığı ile Başkan, kendi alt yönetim mekanizmalarına hakim işte tam bunu istemiyor. Bu oylama yerli ve millî olanlar ile Batıcı gayr-ı millî olanların oylamasıdır. Saflarınızı belli edin.  Bu mücadele Habil ile Kabil’in mücadelesidir. Millî Devlet Aklı ve Batı emperyalizminin savaşıdır. Heybesinde, kınında aşk taşıyanların, rahmet taşıyanların mücadelesidir. Bu mücadelede çektiğimiz sancılar, 100 yıl sonra yeniden “Dirilen” Büyük Türk Milleti’nin yeni yüzyıldaki doğuşunun, dirilişinin sancısıdır. Başkanlık sistemi de altını çizerek söylüyorum: “3000 yıllık ’Türk Devlet Aklı’nın’ millî bir projesidir” olduğunda ve milleti ile buluştuğunda o zaman devlet dirilir. Şer odakları da

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar