İzmir tarihinde meydana gelen en büyük orman yangınlarından birinin yaşandığına dikkat çekilen bildiride, Ege ve Akdeniz’in zengin doğasına, geniş orman alanlarına işaret edilerek, “Resmi açıklamalara göre 500 hektar alan yandı. Ancak anlaşılıyor ki, zarar gören alan çok daha büyük. Bu büyük bir felakettir. İzmir’in ciğerleri yandı, bizim yüreğimiz ise hâlâ yanıyor. Afetler olduktan sonra değil, olmadan önce gerekli tedbirlerin alınması gerekir. Ve elbette afetlerle mücadele için araç ve gereçlerin, tam bir şekilde hazır tutulması adına gerekli kontroller zamanında yapılmalı, belediyeler ve hükümetin ilgili birimleri koordineli çalışmalı, kriz merkezleri oluşturulmalıdır” denildi.
Bölgenin hızla ağaçlandırılması ve korunması adına herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğinin belirtildiği bildiride, birliğe bağlı tüm başkanların sorumluluklarını bildikleri ve görev hazır olduklarını da vurgulandı. Bildiride, “Kıyı Ege, sahil şeridimiz olarak her yaz tüm Türkiye’den vatandaşlarımızı ağırlıyor. Birliğimize bağlı belediyelerimizin başkanları, hem bölgelerinin sahip olduğu doğal zenginliğin bilincindedir hem de onu korumak ve geliştirmek için çabalamaktadır” ifadelerine yer verildi.
Yaşananlar kabul edilemez
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın oksijen diyarı olarak kabul edilen Kaz Dağları’nda yaşananların çok üzücü ve kabul edilemez olduğuna işaret edilen bildiride uzmanlara göre bir ormanın oluşumunun en az 500 yıl sürdüğüne dikkat çekilerek “Ki bu ormanın tam manasıyla oluşana kadar yine bir felakete kurban gitmeyeceğinin de garantisi de yok. Oysa bugün iklim değişikliği, erozyon gibi akut ve çok büyük sorunlarla karşı karşıyayız ve bizim 500 yıl değil bir yıl bile bekleyecek vaktimiz yok. En iyi çözüm ormanların korunmasıdır. Kaz Dağları’nı ve benzer tüm coğrafyamızı daha iyi korumalı ve orman varlığımızı artırmalıyız. Yeni fidanlar dikmeli, ağaçlandırmayı özendirecek kampanyalara el ele can vermeliyiz. Geleceğimize hep birlikte ancak böyle sahip çıkabiliriz” denildi.
Çocuklarımız da görsün
Bildiride, maden arama ruhsatı verilebilecek bölgelere ilişkin hazırlanan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporlarında daha duyarlı olunması gerektiğinin de altı çizilerek, şöyle devam edildi:
“Bizler dünya üzerindeki yaşamı, binlerce canlıyla paylaştığımızı unutmamalıyız. Doğa onların da evi. İnsanoğlunun kendi eliyle doğaya verdiği zararı gidermek de kendi elinde. Zaman artık doğa ananın çığlığını duyma ve harekete geçme zamanıdır. Doğayı korumak gelecek kuşaklarımıza, torunlarımıza vazifemizdir. Çocuklarımız da güneşin, yeşilin üzerine doğduğunu görmeli. Biz nasıl ki topraklarımızı kahramanlarımızdan emanet aldıysak, onu en kıymetli hazinemiz, mirasımız olarak korumayı da bilmeliyiz.”
YORUMLAR